Light Pink Pointer

31 Aralık 2020 Perşembe

Yeni Yıla Özel Blog Tanıtımları | 2021 Lütfen Hoş Gel!

Hepinize selamlar! Bugün yeni yıla özel bazı blogları sizlere tanıtacağım. Birçoğunu tanıyor olabilirsiniz ama birçoğu daha yeni olan ya da tanınmayı bekleyen bloglar. O zaman gelin sizlerle birlikte blogger âlemine bir giriş yapalım!

Tanınması gereken bloglar

1- Ruh Mırıltısı (Ruh Mırıltısı yazısının üstüne tıklayarak bloğa ulaşabilirsiniz)

Kendisi 9 yıllık çok yakın bir arkadaşım. Bloğa yeni başladı ve her şeyle alakalı yazı yayımlıyor, yayımlayacak. Yeni başlamasına rağmen dil kullanımını çok takdir ettiğim bir blog. Ruhunuzun mırıltısını dinleyecek, huzur bulacaksınız bu blogda! Yaşamayı seveceksiniz…

2-Beş Senede Devriâlem (Beş Senede Devriâlem yazısının üstüne tıklayarak bloğa ulaşabilirsiniz)

Kendisi kitap incelemeleri yayımlayan bir blogger. Kaçırmayın derim!

3-Kanatlarım Varmış Meğer Benim (Kanatlarım Varmış Meğer Benim yazısına tıklayarak bloğa ulaşabilirsiniz)

Kendisi de kitap incelemeleri yapıyor ama sadece kitap incelemeleri yapmıyor aynı zamanda sohbet niteliğinde hoş yazılar yayımlıyor. Keşfedilmeli!

4-Turuncu Günlük (Turuncu Günlük yazısının üstüne tıklayarak bloğa ulaşabilirsiniz)

Kendisinin bloğunun temasına ba-yıl-dım! O kadar şirin ve kendine çekici ki… Yazıları sohbet niteliğinde olan bir blogger arkadaşımız daha. Kesinlikle keşfedilmeli!

En çok okuduğum bloglar

1-Sade ve Derin (Sade ve Derin yazısının üstüne tıklayarak bloğa ulaşabilirsiniz)

Birçoğumuzun deeptone ismi ile tanıdığı oldukça komik, şirin, kitaplarla ve filmlerle bezenmiş bir blog. Sohbet havasıyla yazdığı yazılardan samimiyet akıyor.

2-Gonca’nın Dünyasından (Gonca’nın Dünyasından yazısının üstüne tıklayarak bloğa ulaşabilirsiniz)

Kitap ve film yorumlarıyla bezenmiş kaliteli bloglardan. Gonca’nın bloğuna girdiğinizde çıkabileceğinizi düşünmüyorum! İçinizi ısıtacak bir blog.

3-Mor Düşler Kitaplığı (Mor Düşler Kitaplığı yazısının üstüne tıklayarak bloğa ulaşabilirsiniz)

Kitap ve film incelemeleri yapan bir başka kalite kokan blog. Daha çok Kore dizileriyle tanıdığım oldukça tatlı bir blog. Gonca’yla da kardeşler diye biliyorum (umarım yanlış bilmiyorumdur). Bilmeyenleriniz hemen koşun bu şirin bloğa!

4-ŞemsiyeninAltındaki Kız (Şemsiyenin Altındaki Kız yazısının üstüne tıklayarak bloğa gidebilirsiniz)

Kendisini Japonca öğrendiğini yazdığı yazısından itibaren takip ediyorum. Bolca Kore dizisi, film ve kitap yorumu bulunuyor. Anime incelemelerini de unutmamak gerek. Renkli mi renkli hoş bir blog.

 5-Kağıttan Dünyam (Kağıttan Dünyam yazısının üstüne tıklayarak bloğa ulaşabilirsiniz)

Kaliteli kitap ve film incelemeleriyle dikkat çeken bir blog. Şarkı önerilerinin ve arada sohbet havasındaki yazılarının da güzelliğini atlamamak gerek tabii. Pek şirin bir blogger kendileri bilmeyen varsa koşsun hemen bloğuna! 


Bu şekilde sizinle 9 tane blog paylaşmış oldum. Umarım paylaştığım blogları seversiniz ki sevilmeyecek gibi değiller. Bu yazımı okuduğunuz için çok teşekkür ediyor, sevgilerimi gönderiyorum! Yeni yılınız da kutlu mu kutlu olsun, umarım 2020’ yi özletecek bir yıl olmaz.

 


Levana | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Marissa Meyer'in yazdığı “Ay Günlükleri” serisinin ara kitabı olan “Levana”yı inceleyeceğim. Umarım bu incelememden hoşnut kalırsınız. O zaman sizi bekletmeden hemen incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Kraliçe Levana belki de Ay Ülkesi’nin görüp görebileceği en zalim kraliçeydi. Sadece Ay Ülkesi’nin değil, tüm bir galaksinin görüp görebileceği en zalim kraliçeydi. Ama belki de her kötünün arkasında olduğu gibi onunda arkasında birtakım kötü anılar ve hikâyeler yatıyordur? Aşkın, yalanın ve ihanetin kol gezdiği saray koridorları kanıyordu. Ve bu kan, her yeri kaplayacaktı…

Benim düşüncelerim neler?

Kitabı okurken arkada çalan hüzünlü müzikten mi yoksa gerçekten de kendisine üzüldüğümden mi bilmiyorum ama Levana’nın yaşadıkları beni etkiledi. İçine doğduğu yalanlarla örülmüş yaşam tarzında kimse onu sevip saymıyor ve itip kakıyorlardı. Yaşadığı sorunlar kendisi psikolojik yönden öyle bir etkilemiş ki birçok şeyi takıntı haline getirmiş. Çevresinden yıllar boyu göremediği saygı ve sevgiyi kendi tahtından ve halkından görmeyi istiyor ama aslında hem kendi benliğini kaybediyor hem de halkının kendisinden daha da korkmasını ve tiksinmesini sağlıyor. Çırpındıkça dibe batıyor. Küçükken yaşadığı korkutucu bir olay sebebiyle yüzü ve vücudu bakılamayacak halde. Ördüğü büyülü maskelerle her ne kadar bunu örtmeye çalışsa da aslında zaten söylediği ve uyguladığı yalanlarla hayatına bir maske takmıştı. Âşık olduğu adamın kendisinden hoşlanmadığını bile bile ona kendisini sevdirmek için yine büyülerini kullanmıştı. Sevilmeye açtı. Daha önce tatmadığı bu duyguya delicesine açtı. İstemediği birine dönüşüyordu ama yadırgamamaya başlamıştı kendini. Gözü dönmüştü. Peki, gerçekten de sahip olduğu bu taht ve ülke ona çocukluğunun travmalarını ve sahte ilişkiler kurduğu çevresini unutturabilecek miydi?

Sizin “Levana” hakkındaki düşünceleriniz neler? “Levana”yı daha önce okumuş muydunuz?

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize çok iyi bakın, evde kalın…

Serinin ilk kitabı olan Cinder için yaptığım incelemeye ulaşmak için tıklayınız.

Serinin ikinci kitabı olan Scarlet’a yaptığım incelemeye ulaşmak için tıklayınız.

Serinin üçüncü kitabı Cress için yaptığım incelemeye ulaşmak için tıklayınız.

Bu kitaba puanım: 8/10

 

27 Aralık 2020 Pazar

Cress | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Marissa Meyer’in yazdığı “Ay Günlükleri” serisinin üçüncü kitabı olan “Cress” kitabını inceleyeceğim. Umarım bu incelememden hoşnut kalırsınız. Serinin diğer iki kitabı olan “Cinder” ve “Scarlet”ı okumadıysanız bu incelememdeki “Ne anlatıyor?” bölümünü atlamanızı öneriyorum. Daha okuyup öğrenmediğiniz şeyleri burada öğrenip heyecanınızı kaçırmamış olursunuz. Direkt “Benim düşüncelerim neler?” kısmına atlayabilirsiniz. O zaman daha fazla uzatmadan incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Cinder, Thorne, Wolf ve Scarlet zor da olsa bir araya geldiklerinde bu sefer hedefleri daha da zorlaşmıştır. Ay Kraliçesi Levena’nın daha küçücük bir kızken bir uyduya hapsettiği ve kendi gizli işleri ile bilgisayar işleriyle ilgilenen Cress’i kurtarmak. Cress’i kurtarmak belki de basit olanıydı asıl zoru ise Levena ve İmparator Kai’nin düğününü engelleyip Levena’nın Dünya’yı istilasından korumaktı. 

İşe Cress’i kurtarmakla başlayan bu dörtlünün başına bir takım talihsizlikler gelir ve ekip galaksinin dört bir yanına dağılıp birbirlerini kaybederler. Amaçlarını gerçekleştirmek için ellerinden geleni yapan bu ekibin başı dertten kurtulmazken nasıl düğünü engelleyip dünyayı kurtaracaklardı?

Benim düşüncelerim neler?

Yine bol bol aksiyon ve adrenalin doluydu. Yeni karakterler ve yeni olaylar kitaba eklenirken diğer kitaplarda olduğu gibi hikâyeyi pek çok kişinin ağzından okuyoruz. Gözlerim ne kadar ağrısa da “Bir sonraki sayfada ne olacak?” merakıyla elimden bırakamadım, sabah 5’e kadar okudum. Malum uyku düzeni kalmadı şu karantinada, sabah uyuyup akşam kalkıyorum.

Bu arada “Ay Günlükleri” serisini karantinada okumak size daha gerçekçi bir his verecektir bence çünkü bu seride bir vebadan bahsediliyor. Çok fazla bahsetmemeye çalışacağım ki olabildiğince merak edin.

Cress sevdiğim bir karakter oldu. Kendisi hakkındaki bazı gerçeklerin ortaya çıkması ise beklenmedik oldu. Genel olarak sevimli bir karakterdi. Nasıl Cinder’da Sindirella, Scarlet’da Kırmızı Başlıklı Kız’ın hikayesi kurgulanmışsa Cress’de de Rapunzel’in hikayesi kurgulanarak uyarlanmıştı. Gayet başarılı bir romandı. Bazı şeylerin çözülmeye başlaması aslında her şeyin yeni başladığının habercisi bu yüzden asıl serinin heyecanlı kısımlarının şimdi başladığına inanıyorum. Gerçi okuduğum 3 kitap o kadar iyiydi ki daha neler olabileceğini bilemiyorum.

Cümlelerimden de anlamış olacağınız üzere serinin bu kitabını da çok beğendim. Siz “Cress” hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizin düşünceleriniz neler?
İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize çok iyi bakın, evde kalın…

Bu kitaba puanım: 10/10


Serinin ilk kitabı Cinder için yaptığım inceleme için tıklayınız.

Serinin ikinci kitabı Scarlet için yaptığım inceleme için tıklayınız.

Alıntılar

“Belki de kader diye bir şey yoktur. Belki kader dedikleri, bize sunulan imkanlar ve onlarla ne yaptığımızdır.”

 

ÇEKİLİŞ SONUCU

Hepinize selamlar. Beklenen gün geldi çattı. Bugün aramızdan bir kişi 100. Yayın özel yaptığım çekilişle “Otostopçunun Galaksi Rehberi 5 Cilt Bir Arada” isimli kitabın sahibi olacak. Bakalım kazanan kimmiş? Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim iki arkadaşımızı çekilişin şartlarından biri olan “Bloğumu takip et” şartını yerine getirmediklerinden dolayı yazamadım maalesef. Yazmayı çok isterdim ama diğer arkadaşlarımıza haksızlık olacağından yazmadım. Umarım beni anlayışla karşılarlar. 



 


Evet. Kazanan arkadaşımız Beş Senede Devriâlem! Kendisini çok tebrik ediyorum ve şimdiden iyi okumalar diliyorum. Kendisi ile email yoluyla bağlantı kuracağım ve kitabını teslim edeceğim.

Yedekte olan arkadaşımız ise Sessiz Gemi. Eğer Beş Senede Devriâlem isimli arkadaşımız 48 saat içerisinde emailime dönüş gerçekleştirmezse kitabın sahibi Sessiz Gemi olacak.

Hepinize katıldığınız için çok teşekkür ediyorum. Sizden çok ben heyecanla bekledim sonuçlanmasını. Çekilişten hoşnut kaldığınızı umuyorum. Bu kitap size yeni yıl hediyesi olmuş olsun benim bloğumdan. :))

Tekrardan teşekkür ediyorum. Sevgiyle kalın!

Fareler ve İnsanlar | Kitap Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere John Steinbeck’in yazdığı “Fareler ve İnsanlar” isimli kitabı inceleyeceğim. Umarım bu incelememden hoşnut kalırsınız. O zaman fazla oyalanmadan incelememe geçeyim.

Ne anlatıyor?

Mevsimlik tarım işçisi olan George ve Lennie uzun zamandır süregelen dostlukları sebebiyle ayrılmaz birer ikilidirler. George ne kadar zeki ise Lennie o kadar şapşaldır. Kaçtıkları çiftlik evinden çalışmak üzere başka bir çiftlik evine giderler. Hayallerindeki tek şey küçük bir toprak satın alıp başlarını sokabilecekleri kendi evleri olsun isterler bundan dolayı da çalışmak üzere çiftliğin yolunu tutmuşturlar. Peki Lennie bu kadar şapşalken ve ayak bağı olurken hayalleri gerçekleşebilecek midir?

Benim düşüncelerim neler?

Sonu beni etkileyen bir kitaptı. Irkçılığı, fakirliği, dostluğu ve benzeri şeyleri kaliteli bir kalemden okumak benim için büyük bir zevkti. Lennie’de her ne kadar zekâ geriliği olsa da o güzel yüreğiyle bir hayale tutunmanın ne kadar güzel olduğunu bize çocuksu bir masumlukla söylediği cümleleri ile hissettiriyor. İnsanların hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceklerini düşündükleri şeyleri George ve Lennie bir hedef olarak görüp didinirler. Aslında karakterleri inceleyince hepsinin bir hayale, amaca ihtiyaçları olduğunu görüyoruz. Çünkü kimin bu toprak hayalinden haberi olsa kendileri de bu hayale hevesle dahil olmaya çalışıyorlar. Ama aslında hiç kimsenin hakkını alamadığını, sadece çalışmakla kalıp hayallerin bir “hayal”den ibaret olduğunu son sayfalardaki cümlelerden ağır bir şekilde hissediyoruz.

Siz “Fareler ve İnsanlar” kitabını okudunuz mu? Okuduysanız sizin düşünceleriniz neler? Kitabın sonu nasıldı?
İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ediyorum. Kendinize çok iyi bakın, sağlıcakla kalın…

Alıntılar

Slim, George’a içini görüyormuş gibi derin derin baktı. “Artık birlikte, seyahat eden, can yoldaşlığı eden pek kimse kalmadı,” dedi. "Nedendir bilmem. Belki de herkes birbirinden korkuyordur bu dünyada."

"İnsanın iyi olmak için akla ihtiyacı yoktur. Hatta bana zaman zaman bunun tam tersi olmalı gibi gelir. Çok zeki birini ele al, hemen hiçbir zaman iyi biri olmadığını görürsün."

“-Eh, kendi odamda ışığımı yakmaya herhalde hakkım var, değil mi? Hemen çık odamdan. Beni barakada nasıl istemiyorlarsa, ben de sizi burada istemiyorum

+Neden istemiyorlar?

-Siyahım da ondan. Oturup kâğıt oynarlar, siyahım ya, beni oynatmazlar… Kokuyorsun diyorlar. Bana sorarsan, asıl siz leş gibi kokuyorsunuz.”

 

23 Aralık 2020 Çarşamba

Scarlet | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar! Bugün sizlere Marissa Meyer’in yazdığı “Ay Günlükleri” serisinin ikinci kitabı olan “Scarlet"i inceleyeceğim. Uzun zamandır elimde bulunuyordu ama okuyacak isteği kendimde bulmam biraz zaman aldı aradan uzun bir süre geçince. Ya şimdi ya hiç diyerek başladım. Bakalım benim düşüncelerim neler olmuş? Haydi, o zaman incelememe geçelim! Bu arada inceleyeceğim kitap serinin ikinci kitabı olacağından “Ne anlatıyor?” bölümünü atlamanızı öneririm çünkü daha okumadığınız için öğrenmediğiniz şeyleri bu yazımdan yanlışlıkla öğrenebilirsiniz. Kısacası spoiler yiyebilirsiniz o yüzden isterseniz “Benim düşüncelerim neler?” bölümüne atlayabilirsiniz.

“Ay Günlükleri” serisinin birinci kitabı olan “Cinder”a yaptığım incelemeye ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.

Ne anlatıyor?

Cinder, hapsolduğu hapishane hücresinden kaçmak için planlar kurarken Scarlet adındaki bir genç kız 2 haftadan uzun süredir kayıp olan babaannesini aramaktadır. Polisler, Scarlet’a göre bir “kaçırılma” mevzusu olan bu olayı askıya alınca Scarlet iyice sinirlenir ve işi kendi başına halletmeye çalışır. O sırada bir sokak dövüşçüsü olmasına rağmen oldukça naif görünen Wolf ile tanışır. Scarler’ın bulunduğu durumu öğrenen Wolf ise babaannesini bulmak üzere Scarlet’a yardım etmeye başlar. Böylece bir yandan Cinder bir yandan da Scarlet ve Wolf zorlu bir yolculuğa baş koyarlar ama düşündüklerinden de zor bir yolculuk olacağından hiçbirinin haberi yoktur…

Benim düşüncelerim neler?

Bana kalırsa “Scarlet” kitabı “Cinder” kitabından çok daha iyiydi. Burada adrenalini çok daha iyi bir şekilde hissettim ve neler olacağını merakla okudum. Mesela Cinder’ın sonunu tahmin etmiştim çünkü çok tahmin edilebilirdi ama Scarlet bu açıdan daha farklıydı. Adrenalin seviyesi düşürülmemişti, olaylar düşündüğümüzden çok daha farklı ilerledi. Bir yandan Cinder’ın maceralarını okurken bir yandan da Scarlet ve Wolf’un maceralarını okumak, yani iki farklı kahramanın gözünden olayları okumak çok güzeldi. Kitabın başına oturduğumda kalkamadım doğrusu. Bir oturuşta yarısından fazlasını okudum zaten, gözlerim ağrımasaydı da çok daha fazla okurdum çünkü kendine çeken cümleleriyle çok beğendiğim bir kurguya sahipti.

Cinder belki okuyanların ya da duyanların bildiği üzere Sindirella’nın kurgulanmış ve daha modern hale getirilmiş bir hikâyesiydi. Elbette ki tamamen Sindirella’nın kurgulanmış hali değildi, kendine özgü bir evrendi. Scarlet ise Kırmızı Başlıklı Kızın kurgulanmış hali gibi bir şeydi alt yapı olarak. Wolf isminden belki de anlamışsınızdır bilemiyorum.

Kitap kısacası çok güzeldi. Şimdi de bitirir bitirmez elime serinin 3. Kitabı olan “Cress”i aldım. Bakalım onun hakkındaki düşüncelerim neler olacak?

Bu incelememi okuduğunuz için çok teşekkür ediyorum. Siz Scarlet’ı beğendiniz mi? Sizin düşünceleriniz neler?

Kendinize çok iyi bakın sağlıcakla ve en önemlisi de evde kalın…

Bu kitaba puanım: 10/10

 

13 Aralık 2020 Pazar

100. YAYIN ÖZEL ÇEKİLİŞ | OTOSTOPÇUNUN GALAKSİ REHBERİ 5 CİLT BİR ARADA

Hepinize selamlar! Bugün sizlere 100. yayın özel bir çekiliş yapmak istedim. Bloğumu ilk açtığım andan bugüne dek gerek yazım dilim olsun gerek okuduğum kitaplar olsun kendimi her anlamda geliştirdiğime inanıyorum. Umarım bunu sizlere olabilecek en iyi şekilde yansıtmışımdır. Bu yeni yılda 2. Yılına girecek olan bloğumu her açıdan destekleyen herkese çok teşekkür ederim. Blog açmam için beni yüreklendiren teyzeme, küçük yaştan itibaren bana kitap sevgisini aşılayan ilkokul öğretmenime ve kitap konusunda beni asla sınırlamayan aileme çok çok çok teşekkürler.

Bu çekilişte “OTOSTOPÇUNUN GALAKSİ REHBERİ 5 CİLT BİR ARADA-CİLTLİ” isimli kitabı aranızdan bloğumu okuyan bir şanslı kişiye hediye edeceğim.

Çekilişin şartları

1-Bloğumu takip etmek.

2-Bu gönderinin altına “katıldım” yazmak.

3- “Katıldım” yazısıyla beraber emailinizi yazmak (eğer yorumlar kısmında emailinizin görünmesini istemiyorsanız bloğumun en alt kısmında iletişim bölümü var oraya emailinizi yazabilirsiniz.) .

4-Blog yazıyorsanız çekilişten diğer arkadaşlarımızın da haberi olması adına yayımlayacağınız bir yazınızda ufak da olsa çekilişten bahsederek ve bu gönderinin linkini paylaşarak bu güzel çekilişten başkalarının da haberdar olmasını sağlayabilirsiniz. (bloğunuz yoksa problem değil)

Çekiliş 2 hafta sürecek. Araya hile karıştı düşüncesi meydana gelmesin diye çektiğim kağıdın videosunu da paylaşacağım.

Çekilişi kazanan kişi eğer evinin adresini vermek istemezse yaşadığı şehrin PTT şubesini yazabilir ve oradan kitabını teslim alabilir. Kazanan kişi 48 saat içerisinde dönüş yapmazsa yedekte olan kişiye kitap teslim edilecektir.

Hepinize iyi şanslar diliyorum ve katılanlara şimdiden çok teşekkür ediyorum! Kendinize çok iyi bakın, sağlıcakla kalın…

Herhangi bir sorunuz varsa yorumlarda sorabilirsiniz. Ya da iletişim bölümünden benimle iletişime geçebilirsiniz.

 

12 Aralık 2020 Cumartesi

Güneşi Söndürmem Gerek 3 | Kitap Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere Emre Gül’ün yazdığı “Güneşi Söndürmem Gerek 3” isimli kitabın incelemesini yapacağım. Umarım bu incelememden hoşnut kalırsınız. O zaman sizi bekletmeden incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Umut, canından çok sevdiği Kerem hakkında ne düşüneceğini bilmiyordur son yaşananlardan sonra. Ortada büyük bir sır vardır ve ya bu sırrı çözecektir ya da aşkının peşinden koşulsuz bir şekilde koşacaktır.

Kaybettiklerini bir kere daha mı kaybedecektir yoksa kazanacaklarıyla birlikte hayatını mı yaşayacaktır?
Umut için zaman azalıyordur…

Benim düşüncelerim neler?

“Güneşi Söndürmem Gerek 1” ve Güneşi Söndürmem Gerek 2” den aldığım zevki bu kitaptan hiç alamadım. Diyaloglar sanki sayfa sayısı çoğalmış olsun diye yazılmış gibi geldi çünkü olay yerine fazlasıyla gereksiz diyalogla bezenmişti. Kerem ve Umut’un aşkı bana fazla sulu sulu geldi. Siz belki böyle aşkları seviyor olabilirsiniz ama ben her sayfayı kitap bitsin diye çevirdim. 

Sırrın öğrenilme şeklini daha entrikalı beklerdim. Oysaki şıp diye bir kişi tarafından söylenip açıklığa kavuşturuluyor.

Umut karakteri bana fazlasıyla şımarık ve çocuksu geldi. Sonu ise neredeyse zor ve filmlerden fırlamış bir şekilde gerçekleşti. Yani olması binde bir ihtimal olan bir olay gerçekleşiyor ve bu olayı hiçbir şey olmamış da sanki bir rüyadan uyanmışlar gibi atlatarak hayatlarına hızlıca devam ediyorlar.

Dediğim gibi ilk iki kitaptan aldığım zevki son kitaptan ufacık bile olsa alamadım. Yine de emek var ve serinin diğer iki kitabının hatırına:

Bu kitaba puanım: 5/10

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Siz bu kitabı sevmiş olabilirsiniz saygım sonsuz. Düşüncelerinizi saygı sınırını aşmadan belirtebilirsiniz. Kendinize çok iyi bakın, hoşça kalın…

Alıntılar

“Günün sonunda ne arkadaşların ne de sevdiğin insanla, kendinle baş başa kalıyorsun yalnızca. Bu yüzden önce kendini düşünmeli, kendine iyi bakmalısın.”

“Yaşadığın hayatı özel kılan en önemli şey, uğruna savaştıklarındır.”

“Yalnızsan ne olmuş? Dik durmaya devam et. Kimsen yoksa kendine yaslan. Yaslan ki kimsenin yıkmaya gücü yetmesin.”

“Gelecek, geçmişin kuklasıdır. İkisini birbirine bağlayan ip ise insandır. Geçmişin fısıltısıyla sarsılır ipler. Böylece gelecek ne yöne gideceğini bilir.”

“Günün sonunda aynanın karşısına geçtiğinizde kendinizden başka kimseniz olmadığını görüyorsunuz. Bu yüzden bırakın insanları ne yaptığını, ne söylediğini… Her koşulda kendinize iyi davranın ki yegâne dostunuzu, kendinizi kaybetmeyin.”

“İnsan hayatı dengesizlikle doludur. Önce felaketler peş peşe gelir ve yaşama isteğini alır elinden. Sonrasında ise hala hayattaysan mutluluk yağdırmaya başlar, başını döndürene kadar. Senin payına düşense sadece yaşamaktır.”

“Yıldızlar gökyüzünün umutlarıdır. Kayan her yıldız, gökyüzünün düş kırıklığıdır ve insanlar düş kırıklıkları üzerine hayal kurup dilek tutar.”

“Gerçekleşmeyi bekleyen umutlar, cam kırıklarına benzer. Dağıldıkça çoğalır, çoğaldıkça daha çok acıtır canını.”          

“Bir insan, başka bir insanın özgürlüğünü, hayatını yok edecek kadar sevmemeliydi asla. Bu hastalıktı çünkü.”

03.03 Dolunayda Açan Çiçek | Kitap Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere N.G. Kabal’ın yani Nagihan Gökçe Kabal’ın yazdığı “03.03 Dolunayda Açan Çiçek” isimli kitabını inceleyeceğim. Seriyi takip edenleriniz varsa N.G. Kabal’ın bu seride çıkarttığı kitapların birbirinden bağımsız olduğunu biliyorsunuzdur. Ama “Dolunayda Açan Çiçek” serinin 3. kitabı olan “Ayçiçeği Karnavalı”nın devam kitabı niteliğindeydi. Tek farkı “Ayçiçeği Karnavalı”nda ana karakterimiz Dolunay’dı. “Dolunayda Açan Çiçek”te “Ayçiçeği Karnavalı” kitabının
sonunda yaşananlardan sonra Dolunay’ın ikiz kardeşi Çiçek’in bu olaylardan sonra neler yaptığını onun bakış açısıyla okuyoruz. O zaman bu “Dolunayda Açan Çiçek” bize neler anlatıyor, konusu ne bir öğrenelim sizlerle. Buyurun hemen sizi incelememe doğru alayım.

Ne anlatıyor?

Çiçek, kendisinden umudu kesmiş ve hayata dair hiçbir umudu olmayan 23 yaşında genç bir kızdır. Her zaman etrafına bir set çekmiş ve hayatta kimsenin iyi olduğuna inanmamaktadır.

Yaşadığı zorluklardan sonra hayatına bir anda dâhil olan takı tasarımcısı Ayza Nevruz ise Çiçek’e hayatın yaşamaya değer olduğunu, dünyada iyi insanların da olduğunu kanıtlamaya çalışmaktadır. Oldukça zıt karakterdeki bu ikili bir anlaşma sebebiyle birlikte daha çok zaman geçirmeye başladıklarında Ayza, Çiçek’in geçmişinin buruk kalbinde bıraktığı yaraların aslında sandığından daha derin olduğunu öğrenir ve hayata farklı bir pencereden bakmaya başlar…

Benim düşüncelerim neler?

Heyecanla beklediğim bir kitaptı “03.03 Dolunayda Açan Çiçek”. Her ay kontrol ederdim kitap çıkmış mı diye ama okulum başladığında tamamen aklımdan çıkmıştı. Geçenlerde yine aklıma geldi. Google’da arattığımda kitabın çoktan çıktığını gördüm ve hemen sipariş ettim.

Bugün kargoyla elime ulaşan kitabı bitirmeyi planlamıyordum ama o kadar akıcıydı ki sabahında elime geçen kitabı akşamında bitirdim.

 Kitap daha çok toplumun zengin ve fakir olarak insanlar arasında keskin bir sınır çizmesini ve insanların bu sınırlara göre kategorize edilmesini anlatıyor. Bu sınıf ayrımından dolayı hayata tutunmakta zorluk çeken ve kendinden umudu kesmiş genç bir kızın oldukça varlıklı bir beyefendiyle yollarının kesişmesi üzerine bu ikili hayatlarının hiç de birbirlerinin düşündükleri gibi olmadığını birbirlerine anlatmaya çalışıyorlar. Birbirlerinin hayatına oldukça yabancı olan bu ikili birbirlerini çözmek için ne kadar çabalarsa çabalasınlar bazı şeyler çabalayarak giderilemiyor, çözülemiyordu.

Çevresi tarafından yalnızlığa ve karanlığa terk edilen Çiçek, çocukluğunda yaşadığı travmaları atlatamaz ve bu travmalar kendisinin herkese karşı sert bir duvar örmesine sebep olur. Bir zamanlar dünyayı kurtarabileceğini düşünen genç kız yaşadıklarından sonra insanların artık kurtarılamayacağını ve her kime yardım ederse etsin yardım edilecek çok kişi olduğunu, yardım edileceklerin sayısının asla bitmeyeceğini düşünüyordu. Bu yüzden kimseye yardım etmiyor ve herkesten kendini soyutluyordu.

Ayza ise Çiçek’in tam tersiydi. Hala umudun var olduğunu düşünüyor, eğer çabalarlarsa birçok kişinin ışığı olabileceklerine inanıyordu.

Birbirine hiç benzemeyen bu ikili bir anlaşma üzerine birbirlerinin hayatlarına dâhil olunca Ayza kendine bir görev edinerek Çiçek’e hayatın hiç de kötü olmadığını ve umudun hala var olduğunu inandırmaya çalışır. Çiçek ise bunun tam tersi olan görüşünü Ayza’ya edindiği tecrübelerle anlatmaya çalışır.

Birlikte baş koydukları bir yolda hayata birbirlerinin penceresinden bakmayı öğrenen bu iki genç aslında düşünemedikleri ne çok şey olduğunu anladıklarında kendi benliklerini sorgulamaya başlayacaklardı…

Sonuyla beni etkileyen bir kitap oldu çünkü sonunun böyle biteceğini asla düşünmüyordum. N.G Kabal’ın sevdiğim özelliklerinden biri bu oldu bu seride. Sonunu her zaman duygu yüklü bir şekilde bağlıyor ve bu duyguyu okurlarına başarılı bir şekilde aktarıyor. Her ne kadar “00.00 Biri Sizi Düşünüyor” ve “01.01 Bugün Adımı Sen Koy” pek benim tarzım kitaplar olmasa da sonları yine etkileyici bir şekilde bağlanmıştı.

Bir de kitapta bilerek mi yapılmış bilmiyorum ama Çiçek karakteri kendiyle çok çelişiyordu. Mesela “Ben geleceği planlamam, anı yaşarım.” Derken birkaç sayfa sonra “Benim anı yaşamaya zamanım yok geleceği planlamalıyım.” tarzı yaklaşımları vardı. Neyse ki çok dert edeceğim düzeyde değildi.

Okurken yaşamın insanlarla olan çatışmasını iliklerinize kadar hissedeceğiniz bir gençlik romanı. Siz “03.03 Dolunayda Açan Çiçek” isimli kitabı okudunuz mu? Okuduysanız sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ediyorum. Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle kalın…

Bu kitaba puanım: 9/10

00.00 Biri Sizi Düşünüyor adlı kitaba yaptığım incelemeye ulaşmak için tıklayınız.

01.01 Bugün Adımı Sen Koy adlı kitaba yaptığım incelemeye ulaşmak için tıklayınız.

02.02 Ayçiçeği Karnavalı adlı kitaba yaptığım incelemeye ulaşmak için tıklayınız.

Not: Bu kitapta beğenilen çok fazla alıntı olduğundan ve buraya sığamayacağından dolayı bu incelemede alıntılar bölümü es geçilmiştir.

9 Aralık 2020 Çarşamba

Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi | Kitap Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere F. Scott Fitzgerald’ın “Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi” isimli kitabını inceleyeceğim. Umarım bu incelememden hoşnut kalırsınız. Uzatmadan incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Roger Button ile eşi üst tabakadan önemli kişiliklerdir. Günün birinde Bayan Button hamile kalır ve doğum yapmak için hastaneye giderler. Doğum gerçekleştikten sonra çocuklarını görmeye giderler ama görmeyi umdukları şey ile gördükleri arasında dağlar kadar fark vardır. Karşılarındaki bir bebek değil sakallı, ak saçlı bir yaşlıdır. Çift, bu saçmalığın ne olduğunu anlayamaz ve daha sonradan ismini Benjamin koyacakları yeni doğan “yaşlı adamı” alıp eve giderler. Zaman geçtikçe bu durum aileye normal gelmeye başlar. Ama bu gerçekleşen tuhaf durum ortadan kalkmaz çünkü Benjamin Button ilerleyen zamanlarda normal insanlarda olacağının tersine gençleşmeye başlar. Böylece işler Benjamin için oldukça karışır. 

Benim düşüncelerim neler?

Scott Fitzgerald bu kitabında her yaşın kendine özgü düşünceleri, davranışları ve hobileri olduğunu; yaşın kişilik üzerindeki önemine vurgu yapmıştır. Başarılı bir şekilde işlediği bu hikâyesi sadece kitapla kalmayıp aynı zamanda filme de uyarlanmıştır.

Akıcı bir dili vardı oldukça da ince bir kitap. Okumanızı kesinlikle tavsiye ediyorum.

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok iyi bakın, hoşça kalın…

Bu kitaba puanım: 10/10

 

8 Aralık 2020 Salı

Kızıl | Kitap Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere Stefan Zweig’in yazmış olduğu “Kızıl” isimli kitabı inceleyeceğim. Umarım bu incelememden hoşnut kalırsınız. Uzatmadan incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Bertold Berger isimli üniversite öğrencisi tıp öğrenimini görmek üzere Viyana’ya gelir. Ama Viyana’ya gelirken kurduğu hayaller ile geldiğinde gördükleri arasında oldukça büyük bir fark vardır. Viyana’da oldukça yalnızdır ve işler hiç de istediği gibi gitmiyordur. Her şeyi koyuvermiştir hatta büyük hayallerle sıkı sıkı sarıldığı tıp eğitimine bile. Ta ki bir kız çocuğunun Kızıl isimli hastalığa yakalanana kadar. Kıza yardım etme düşüncesiyle kendine gelir ve silkelenmesi gerektiğini anlar…

Benim düşüncelerim neler?
“Kızıl” toplum tarafından dışlanmış ve karanlık tarafından yutulmuş bir kişiliğin kendi içerisindeki iç çatışmasını ve psikolojisini ele alıyor. Viyana’ya büyük hayallerle gelen ama korkularının ve endişesinin arkasına saklanan Berger’in gün geçtikçe her şeyden elini ayağını çekişini ve eski günleri özleyişini Stefan Zweig her zamanki gibi oldukça hoş bir şekilde kaleme almış. Başarılı bir şekilde karakterin psikolojisini yansıttığını düşünüyorum. Sadece Berger'in yaptığı bazı şeyler benim doğrularıma ters düştüğünden Berger karakterini pek sevemedim. Yine de işlenişi ve ele alınışıyla oldukça başarılıydı.

Siz daha önce “Kızıl” isimli kitabı okudunuz mu? Okuduysanız sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, sevgiyle kalın…

Bu kitaba puanım: 9/10

 

7 Aralık 2020 Pazartesi

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar! Bugün sizlere Stefan Zweig’in yazdığı “Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu” isimli kitabı inceleyeceğim. Umarım bu incelemem hoşunuza gider. Çok fazla uzatmadan incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Küçüklüğünden beri aynı adama âşık olan bir kadının içinde tutamadığı duyguları artık sayfalara dökmesini ve isimsiz bir şekilde, adama mektup olarak göndermesini okuyoruz.

Benim düşüncelerim neler?

Hikâye boyunca ana karakteri sadece mektubun el verdiği ölçüde tanıyoruz. Bana kalırsa kadın karakterimizin karşısındaki adama bu kadar bağlanmasının sebebi küçüklüğünde kendi sahip olamadığı şeylerin bu adamın sahip olması –örneğin kitapta bahsedildiği gibi binlerce kitap- ve kendisinde merak duygusu oluşturması. Kendisinde takıntı olarak varlığını sürdüren bu aşk; kendi içinde öyle büyümüştür ki kendi gururunu, onurunu ve benliğini yok sayarak kendini tamamen bu adama adamıştır. Ama ne var ki bu adam hiçbir zaman kadının varlığından haberdar olmamıştır. Hayatında beraber olduğu diğer kadınlar gibi bu kadınla da beraber olmuş ve onu unutmuştur, çocukluğundan itibaren kadının bakışlarının farkında olmamıştır. Bu yüzden ki kadın karakterimiz mektuba başlarken “Sana, beni asla tanımamış olan sana.” yazar.

Kadın tek taraflı aşkını yaşıyor yaşamasına ama sizce böyle bir şeye aşk denilebilir mi?

Okurken psikolojisini derinden hissettiğim için hem üzüldüğüm hem de kendisine karşı nötr olduğum bir karakter oldu. Stephen Zweig, karakterin psikolojik durumunu öyle inceliklerle işlemişti ki zaten ince olan kitap şıp diye bitti. Bundan sonra da Zweig’in diğer kitaplarını da mutlaka okuyacağım.

Siz “Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu” isimli kitabı okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler?
Umarım bu incelemem hoşunuza gitmiştir. Kendinize çok iyi bakın, huzurla kalın…

Bu kitaba puanım: 10/10

Alıntılar

“Yalnızca yalnızlık çeken çocuklar tutkularını bütünüyle, dağılmaksızın koruyabilirler, ötekiler, duygularını başkalarıyla beraberlik atmosferinde gevezeliklerle harcarlar, yakınlıklarla köreltirler, aşk hakkında çok şey okumuşlardır, duymuşlardır ve aşkın ortak bir kader olduğunu bilirler. Onunla bir oyuncakmışçasına oynarlar, tıpkı ilk sigaralarını içen erkek çocukları gibi, onunla böbürlenirler.”

4 Aralık 2020 Cuma

Rüzgâra Dokunmak | Kitap Yorumu

 Hepinize selamlar! Bugün sizlere K. Kübra Berk’in yazmış olduğu “Rüzgâra Dokunmak” isimli kitabı inceleyeceğim. Umarım bu incelememden hoşnut kalırsınız. Çok fazla uzatmadan incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Rüzgâr Ulu, asistan doktor olarak bir hastanede çalışıp hayatını oldukça disiplinli bir şekilde yaşayan, kendi ayakları üzerinde tek başına durmaya çalışan bir kadındır. Çocukluğundan beri zor zamanlar geçirmiş olan Rüzgâr, daha kötü başka bir şey yaşanamayacağını düşünürken aniden kapısına gizemli aşk notlar bırakılmaya başlar. İlk başta bunu ciddiye almasa da iş taciz boyutuna gelince ne yapacağını şaşıran kadın karakterimiz etrafına çektiği setleri düşününce bu hasta ruhlu kişinin kim olduğu hakkında bir tahmin yürütemez. Kendisiyle bir iç çatışmaya giren omuzları dik kadın karakterimiz zorlu bir psikolojik sürecin başladığından habersiz bir şekilde hapsolduğu karanlığından kurtulmak için ışık aramaya başlar. Işık, belki de hiç ummadığı birinden kendisinin avuçlarına bırakılacaktır? Kim bilir…

Benim düşüncelerim neler?

Diyecek kelime bulamıyorum. Açık ara farkla hayatımda okuduğum en kaliteli gençlik kitabıydı. Okurken hüznü, öfkeyi, korkuyu iliklerime kadar hissettim… Bir kadının tek başına büyük bir şehirde kendi ayakları üzerinde durmaya çalışırken aslında yaşadığı çevre tarafından nasıl yalnızlığa ve karanlığa terk edildiğini okudukça gözlerimin dolmasına engel olamadım. Sapık bir zihniyet her gün psikolojik olarak kendisini rahatsız ediyor, onu korkutmaya çalışıyordu. Rüzgâr her ne kadar pes edecek raddeye gelse de sürekli ayağa kalkması, her defasında daha da güçlü olmasıyla beni o kadar gururlandırdı ki içim bir garip oluyor. Beni bu kadar çok etkilemesinin nedenlerinden de biri teşekkür bölümünde bahsedilen şey oldu. Kitapta bahsedilen olay aslında gerçekten de bir kadının başına gelmiş ve yazarımız bu kadının kendinden emin bir şekilde dik durmasından etkilenip bunu kaleme almış.

Rüzgâr’ın aslında buruk çocukluğundan kalan parçaları hala taşıdığını ve bunun hayatını etkilediğini bariz bir şekilde görüyoruz. Babasından şiddet görüyor ve buna rağmen asla pes etmeyerek evden kaçıp başarılı bir asistan doktor oluyor. Kitabın sonlarına doğru insanların ne kadar ahlaksızlaşabileceğine, gururları ve onurları için ne kadar terbiyesizleşebileceklerine dikkat kesiliyoruz. Bir kadının erkekten şiddet gördüğü yetmiyormuş gibi hemcinslerinin de çıkarları doğrultusunda kendisine psikolojik şiddet uygulaması ise insan ilişkilerinin ne kadar da berbat bir duruma doğru gittiğini gözler önüne seriyor. 

Kitaptan fazlasıyla etkilendim. K. Kübra Berk’e buradan çok ama çok teşekkür ediyorum. Böyle bir romanı bizlerle paylaştığı ve bu kadar kaliteli bir iş ortaya koyduğu için kendisine minnettarım. Yüreğinin, sözcüklerinin, kaleminin diline sağlık.

Kitapta okuduklarımız maalesef sadece kitapta kalmıyor. Birçok kadın böyle şeylerin daha da beterini yaşıyor. Bunlara karşı gözümü açmamızı sağlayacak güzel romanlar olması beni gururlandırıyor.

Yazarımızın başarılarının devamını diliyorum.

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ediyorum. Umarım incelememden zevk almışsınızdır. Kendinize çok iyi bakın, sağlıcakla kalın…

Not: Bu kitap yazarın bir diğer kitabı olan “Mavi Gece”nin devam niteliğinde ama bu kitabı okumak için “Mavi Gece”yi okumanıza gerek yok. Birbirlerinden bağımsız iki kitaplar. Gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz.

Bu kitaba puanım: 10/10

Alıntılar

“Sizi anlamayacak insanlar için nefesinizi tüketmektense onları kendi kirli dünyalarında, inandıkları kör düşüncelere mahkûm etmek çok daha acı vericiydi. Onları karanlığa bırakıyordum, gerçeğin ne olduğunu bulamayacakları kadar kuytuda debeleniyorlardı, aydınlığın varlığından bile bihaberdiler. Bazı insanlar tenezzüle değmezdi.”

“Çünkü insan dibe battığı için değil, dipten kurtulamayacağını düşündüğü için çırpınarak boğulurdu. Ruhumu boğmalarına izin vermeyecektim.”

“İnsanlar zaaflarınızı kullanıp duygularınızı bin bir parçaya bölmekten çekinmeyen nankör yaratıklar olmaktan gocunmuyorlardı. Üstelik bunu öyle kolay yapıyorduk ki birinin kalbinin kırılıp kırılmadığın kimsenin zerre umurunda olmuyordu.”

“Bu dünyada zalimler vardı ve onların kalbinin kurumuş toprakları bütün kötülüklerin tohumlarına yuvaydı. Güçlüydüler. Bu dünya uçsuz bucaksız bir meydandı ve iyiler kötüleri hiçbir zaman yenemeyecekti. Çünkü kötüler bilirdi ki bir insanı yerle bir etmenin ilk yolu onu aydınlık bir umuda hapsetmekti.”

“Belki cesetler de biz nankörleri izliyordu uzaklarda bir yerlerden… Kim bilir kaç birinin yakarışını duymamıştık kendi gürültümüzden? Kim bilir kaçını unutmuştuk ardından geçen üç günde?”

“Zor olan yaşamak değil… Zor olan kaybettiklerinle yaşamak.”

“Birilerinin kıymete binmesi için önce onu kaybetmek mi gerekiyor?”

“Sevginin kendinden feda ettiklerinden değil; sana kattıklarından, hissettirdiği değerin varlığından geçtiğini anlıyordum yavaş yavaş.”

“Çünkü zannedilenin aksine sevgi, onunla mutlu günleri yaşayabilme arzusu değildi. Sevgi, onunla korkunç bir yaşam döngüsü içine hapsolup kalmışken, bütün bedenim yara bere içinde parçalanmışken bile beni acıyan yerlerimden sardığını hissetmekti. Hüzünlü çehremde sebep olduğu tebessümdü.”

“Meğer ne umarsız yaşıyormuşuz bazen. Yarın onlara sarılabileceğimizden eminmişiz gibi ne çok kırıyorduk sevdiklerimizi. Oysa ben bir kez daha güneşin doğumuna uyanmayacağımı fark ediyordum. Hayat pamuk ipliğine bağlıydı. Bugün ne kadar varsak yarın o kadar yoktuk belki de. Kimse yaşamın korkunç uğultusundan kurtulup uzun uzun gökyüzüne bakamıyordu, bunu fark edemiyorduk…”

“Sevgi öldürmez, yalnız hayat verir.”

"Birine sıkıca sarılmak canını acıtmadığında güzeldir. Kemikleri kıran sevgi, artık sevgi değil, sevgiye ihanettir."

"Sevdiklerini kaybetse bile yaşama meydan okuyan insanları kimse yenemez."

 

3 Aralık 2020 Perşembe

Sarı Puantiyeli Şemsiye | Kitap Yorumu

 Hepinize selamlar! Bugün sizlere Betül Güçlü’nün yazdığı “Sarı Puantiyeli Şemsiye” isimli kitabı inceleyeceğim. Kitap hakkındaki yorumlar genel olarak güzel olduğundan merak ederek başladım. Bakalım benim kitap hakkındaki düşüncelerim neler olacak?

Ne anlatıyor?

Defne Bilger; Sosyal Hizmetler okuyan, etrafa gülücükler saçan, deli dolu bir tiptir. Günün birinde kuzeninin çalıştığı iş yerinde Emre Sezgin isimli oldukça yakışıklı bir beyefendiyi görünce kalbinin kendisinden bağımsız bir şekilde iyi görünümlü beye doğru süzüldüğünü fark eder. Defne, Emre hakkında daha fazla bilgi edinmek için elinden geleni yapar. Hatta işi abartarak kafasında bir ajancılık oyunu başlatır ve hedefi Emre Sezgin ile sevgili olabilmektir. Peki ajan iç güdüleriyle bu hedefi gerçekleştirebilecek mi? Deli dolu kişiliğiyle, tüm renkleriyle Emre’nin karşısına çıkabilecek mi?

Benim düşüncelerim neler?
Kitabı elime aldığımda hayal kırıklığına uğradım. Çünkü pek de benim sevebileceğim bir kitap olmadığını fark ettim. Kitabın karakterleri yaşlarına oranla fazlasıyla çocuksu davranıyorlar özellikle de Defne karakteri. Aşkları bana o kadar vıcık vıcık geldi ki kitabı bitirmek için sayfa saymak zorunda kaldım. Daha birbirlerini o kadar tanımadan, sadece birbirlerini azıcık görerek bir aşka yelken açmaları ise bana kalırsa toplumun güzellik algısından kaynaklanıyor. Sarışın, oldukça alımlı bir hanım ve yüzüne bakılası, oldukça yakışıklı bir bey. Defne’nin yaptıklarının takıntı olarak nitelendirmekte bir sakınca göremiyorum, kitabı okuyunca ne dediğimi anlayacaksınız.

Tabii kitabın bazı özellikleri güzeldi. Defne karakterinin kendini melankolik havalara bırakmayıp bir başkası için kendini hırpalamaması, kendine değer vermesi takdir ettiğim bir hareket oldu –neden bahsettiğimi yine eğer kitabı okumayı düşünürseniz anlayacaksınız çok fazla bilgi vermek istemiyorum hevesiniz kaçmasın diye-.

Özellikle sonlara doğru aşktan kusacağım, sulu sulu öpücüklerle bezenmiş bir gençlik kitabıydı. Şahsen okumalı mıyım diye soracak olursanız daha kaliteli kitaplar okuyarak zamanınızı daha iyi değerlendirebilirsiniz. Kitabı okumadıysanız çok da büyük bir şey kaçırmadığınızı belirtmek isterim.

Benim düşüncelerim bunlardı. Beğenenleriniz olabilir saygım sonsuz ama benim beğendiğim bir kitap olamadı maalesef.

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ediyorum. Kendinize çok iyi bakın, musmutlu kalın…

Bu kitaba puanım: 5/10


2 Aralık 2020 Çarşamba

Fangirl | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün size Rainbow Rowell’ın yazdığı “Fangirl” isimli kitabı inceleyeceğim. Umarım bu incelememden hoşnut kalırsınız. Giriş cümlemi çok uzatmadan incelemeye geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Cath, babası ve ikizi Wren ile yaşayan ve Simon Snow isimli bir kitaba hayran kurgusu yazan sıradan bir kızdır. Üniversiteye geçeceği ve bu işin hiç kolay olmayacağını biliyordu ama ikizi Wren ile beraber olacağından mutluydu. Yani, öyle umuyordu. Wren ile aynı odada kalacağını uman Cath, Wren’in bu teklifi reddedip farklı insanlarla görüşmeye başlamaları gerektiğini söylemesi üzerine ne yapacağını bilemez bir şekilde üniversite hayatına dalar. Yeni oda arkadaşı Reagen ve onun yanında sürekli gezip duran çocuk Levi ile karşılaşınca ise işin sandığından da zor olacağını anlar. Cath, üniversite hayatından Simon Snow’a hayran kurgu yazarak sağ çıkabilir miydi? Yoksa üniversite sandığından daha iyi bir yer miydi?

Benim düşüncelerim neler?

Kitap oldukça güzeldi. Yani beklediğimden daha güzeldi. Belki de kitabı beğenmemin sebeplerinden bir tanesi de Levi karakterini çok sevmiş olmamdır. Gülen yüzlü, etrafına iyilik dağıtan biri olması hoşuma gitti. 300. Sayfalardan sonra her ne kadar kitabı eskisi gibi zevkle değil de daha durağan okumaya başlasam da sevimli bir kitap olduğunu düşünüyorum.

Cath karakteri çok sevdiğim bir karakter olmadı. Somurtmasıyla olsun, her şeye karşı çıkması olsun, işin eğlencesine bakmaması olsun… Yine de kitabın sonlarına doğru onu da böyle kabul ettim.

Kitabın sonunda Cath’in hayran kurgusunun nasıl bittiğini görmek isterdim. Merakta kaldım doğrusu. Cath’in hayran kurgusunu okuyabilseydik kesinlikle daha güzel bir son olurdu. Genç Yetişkin kategorisindeki bu kitabı hayran kurgusu ve yazı yazmayı sevenlerin okuyabileceğini düşünüyorum. Bazı hoşuma gitmeyen yönleri, olayları, kelimeleri olan bir kitap olsa da kitabın kötü olduğunu söyleyemem.

Özetlemek gerekirse ortalama bir çıtır çerezlik kitaptı. Okuduğum için memnunum.

Siz daha önce “Fangirl”ü okudunuz mu? Okuduysanız sizin düşünceleriniz neler?

Umarım bu incelememden hoşnut kalmışsınızdır. Kendinize çok çok çok iyi bakın, hoşça kalın…

Bu kitaba puanım: 7/10

Alıntılar

“+Sadece… bazen vazgeçmek de hakkımız değil mi? Bazen ‘bu benim canımı yakıyor, bu yüzden artık onu yapmayacağım,’ diyemez miyiz?

-Bu çok tehlikeli bir örnek.

+Acıdan kaçmak anlamına geldiği için mi?

-Hayattan kaçmak anlamına geldiği için.”

 

1 Aralık 2020 Salı

Hero Mask | Anime Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere Netflix’in orijinal bir animesi olan “Hero Mask”i inceleyeceğim. Normalde Kate Chopin’in “Uyanış” kitabını incelemeyi düşünüyordum ama yaklaşık 1 ay önce bitirdiğimden nasıl inceleyeceğimi bilemedim. Bundan dolayı size daha yeni bitirdiğim bu animenin incelemesini yapmayı daha uygun gördüm. Umarım bu incelememden hoşnut kalırsınız. Daha fazla uzatmadan incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

James Blood, SSC isimli polis departmanında çalışmaktadır. Günün birinde savcılık yapan Monica’nın ölümü üzerine meslektaşı Sarah yoğun bir hüzün içerisine girer ve Monica’nın ölümünün doğal yollarla değil planlanmış bir şekilde olduğunu düşünür. İlk başta bu düşüncesine bir kanıt bulamasa da sonrasında Monica’nın odasına sakladığı birtakım gizli belgeler bulur. Bu belgeleri görmesi üzerine iyice Monica’nın kasıtlı öldürüldüğünü düşünen Sarah, SCC’deki James ve diğer yetkililere bu görüşünü belirtir. 

Monica’nın sakladığı belgeler bir laboratuvarda üretilen maskelerle alakalıydı. Zaman ilerledikçe SCC’dekilerin de göreceği üzerine bu maskelerin insana olağanüstü yetenekler ve büyük oranda bir güç verdiği görülüyordu. Daha garip olanıysa bu maskeyi uzun süre kullananlar bir anda yaşlanıyor ve ölüyordu. Bu anormal duruma karşı ne yapacağını şaşıran SCC olayın derinliklerine inmek üzere maskeler üzerinde çalışan insanlarla irtibat kurmaya çalışırlar ve başlarına aslında tahmin ettiklerinden daha çok risk alırlar. Hayatlarına karşılık belki de maskenin sırrını ve onun ardında olan şeytani insanları ortaya çıkaracaklardı. Risk almaya değer miydi?

Benim düşüncelerim neler?

Hero Mask’i bir solukta bitirdim. Heyecanı doruklarında yaşatan bir anime gerçekten. Ama daha iyi olmasını istediğim birkaç şey oldu tabii ki. Mesela James Blood’un bir türlü normal bir insan gibi yaralanamaması. O kadar kan kaybetmesine ya da daha riskli şeyler yaşamasına rağmen nasıl olduğunu anlamadığımız bir şekilde her şeyden kurtuluyor. Elbette böyle olması gerekiyor ama daha gerçekçi olması adına ağır bir yaralanma atlatmasını isterdim.

Dizinin sonu fena değildi yani “Keşke böyle olmasaydı.” diyeceğim kadar kötü değildi ama daha etkileyici bitebilirdi. Bu kurgu, bu olay örgüsüne bakıldığında daha çarpıcı bir son bekliyor insan. Bunlar dışında polisiye ve olağanüstü olayları izlemeyi sevenleriniz varsa gönül rahatlığıyla izleyebilirsiniz. Benim beğendiğim bir anime oldu açıkçası.

Söylemeden geçemeyeceğim dizinin çizimlerine gerçekten hayran kaldım. En küçük ayrıntısına kadar dikkatle ve özenle çizdiklerini düşünüyorum. Bu anlamda kalbimde kendine bir yer açmayı başardı "Hero Mask".

Benim düşüncelerim bunlar. Umarım bu incelememden hoşnut kalmışsınızdır. Sizin düşünceleriniz ne oldu? İzlemeyi düşünüyor musunuz?

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ediyorum. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla ve sevgiyle kalın…

Bu animeye puanım: 8/10