Light Pink Pointer

19 Kasım 2022 Cumartesi

Hobbit | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere J.R.R. Tolkien’in yazdığı “Hobbit” isimli kitabı inceliyorum. Umarım bu incelemem sizler için yararlı olur.

Ne anlatıyor?
Bilbo Baggins; günün her dakikası yemek yiyip çay içen, kendi halinde takılan ve küçük kovuğunda yaşayan bir Hobbittir. Sıradan yaşantısına kaldığı yerden devam ederken günün birinde büyücü Gandalf kendisini ziyarete gelir ve bir göreve katılmasını ister. Bilbo ise bu konuda gönülsüzdür ve istemediğini belirtir. Gandalf’ı gönderir ve isterse ertesi gün çaya gelebileceğini söyler. Bunun üzerine ertesi gün Gandalf’ı bekleyen Hobbit Bilbo, kapısında bir düzine kadar cüce görünce şoka uğrar.

Cücelerin ve Gandalf’ın baskısı artık dayanılmaz olunca mecburen bu maceraya katılmak durumunda kalır Bilbo. Maceranın amacı Yalnız Dağ’da yaşayan Ejderha Smaug’un yıllar önce cücelerden çaldığı hazineyi geri almak ve tekrardan o topraklardaki bağımsızlıklarını kazanabilmektir. Bunun üzerine tehlikeli ve oldukça uzun maceralarına başlamış olurlar.

Benim düşüncelerim neler?
Tolkien Mirası Seti’nde en çok Roverandom ve Hobbit’i sevdim. Hobbit kurgusuyla ve işlenişiyle bizi kendine çeken ve karakterleriyle kendisine özgünlük katan bir kitaptı. Yüzüklerin Efendisi’nin  ilk kısmının oluşması da Hobbit sayesinde olmuştur. Yani Yüzüklerin Efendisi’ni okumadan önce dünyayı anlamak açısından Hobbit okunabilir ki ben de böyle yaptım.

Elflerle, cücelerle, büyücülerle ve daha çeşit çeşit karakterle bezenmiş bu evren size doyumsuz bir okuma zevki yaratacak. Miras serisinin özel baskısı sebebiyle de her yere götürüp her yerde okuyabilirsiniz.

Zenginlik hırsı, türler arası kavga ve daha çeşitli konuların işlendiği Hobbit sizi kendisine hayran bırakacak.

Siz “Hobbit” ya da “Yüzüklerin Efendisi”ni okunuz mu? Okuduysanız sizin düşünceleriniz neler?
İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla kalın…

Bu kitaba puanım: 8/10

Alıntılar

“Daha çoğumuz yemeğe, neşeye ve şarkıya saklanan altınlardan daha fazla değer verse idi, dünya daha şen bir yer olurdu.”

“Biz! Keşke biz diye bir şey olsaydı: Yapayalnız olmak korkunç.”

Balıkçı ve Oğlu | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Ömer Zülfü Livaneli’nin yazdığı “Balıkçı ve Oğlu” isimli kitabı inceliyorum. Umarım bu incelemem sizler için yararlı olur.

Ne anlatıyor?

Mustafa, hayatını balıkçılıkla geçiren ve kendi küçük mahallesinde sıradan bir yaşama kollarını açan birisidir. Yaşamına sıradan dediğime bakmayın, oğlu denizde boğularak can verdiğinden beri kendisi ve eşi sürekli bir mutsuzluğun pençesindedirler. Bu durum onları her ne kadar yaşandığı günden beri delicesine üzse de bir şekilde yaşayıp gidiyorlardır.

Günün birinde yine denize açılan Mustafa çok garip bir şeyle karşılaşır.


Deniz cesetlerle dolmuştur. Bu durumun şokunu atlattıktan sonra cesetlerden birkaçını götürmek üzere küçük sandalına alır. Tam o sırada can simidine konulmuş bir bebek bir yunus tarafından kendisine doğru sürüklenir. Büyük bir korkuyla bebeğin yaşayıp yaşamadığını teyit ettikten sonra yaşadığını anlayan Mustafa yaşadığı güçlü duyguların tesiri ile bebeği saklar ve diğer cesetleri teslim eder. Bebeği eve götürür ve eşine gösterir. Deniz oğullarını kendilerinden almıştı. Şimdi ise yeni bir evlat vermişti onlara. Peki bu durumda ne yapmalılardır? Bebek bakmak kolay değildi, çevreleri duyarsa bu durum öğrenilirdi. Ne yapacaklardı? Ya annesi yaşıyorsa çocuğun? Ya başlarına büyük bir bela alıyorlarsa?

Benim düşüncelerim neler?

İlk defa Livaneli’den bir kitap okudum. Bu kadar geç kaldığım için üzülsem de geç olsun güç olmasın diyerekten okumaya başladım. Livaneli’nin dili o kadar akıcı, olayları birbirine bağlayışı o kadar kusursuz ki... Okurken hiç sıkıntı çekmiyor, tıpkı denizin sizi sürüklediği gibi cümlelerin de sizi sürüklemesine izin veriyorsunuz. Livaneli’nin toplumcu-gerçekçi kimliğini buram buram hissediyor, verdiği mesajlarla birtakım olayların farkına biraz daha varıyoruz. Bireyin kendi iç dünyasıyla toplumu sorunlarını bir arada kaynaştırarak sunmadaki profesyonelliği ise her sayfada kendini belli ediyor.

İnsan tiplemelerini de oldukça güzel bir şekilde okura sunuyor Livaneli. Mahalledeki dedikodu havasının yanında bir yandan da herkesin birbirini tanıyıp sevip sayması bize o eski günleri hatırlatıp içimizi sıcacık yapıyor. Farklı farklı bir sürü olaya ve hayata dahil oluyoruz Livaneli’nin kalemi sayesinde.

Bayılarak okuduğum bir kitap oldu. İyi ki tanıştım Livaneli’yle. Daha nice kitaplarını da okumak dileğiyle.

Siz “Balıkçı ve Oğlu”nu okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla kalın…

Bu kitaba puanım: 9/10

 

Dune | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Frank Herbert’ın yazdığı “Dune” isimli kitabı inceliyorum. Umarım bu incelemem sizler için yararlı olur.

Ne anlatıyor?
Arrakis, daha bilinen adıyla Dune, baharatla dolu bir çöl gezegenidir. Daha önce bu gezegeni Harkonnen Hanedanı yönetirken Padişah İmparator’un kararı ile Atreides Hanedanı yönetmeye başlar. Ama baharat açısından bu kadar zengin olan bir gezegeni elbette ki Harkonnenlar kolay kolay bırakmayı istemezler. Bunun üzerine bir sürü plan ve komplolar uygulanmaya başlar.

İç karışıklıklardan savaşlara, din ve sosyolojiye kısacası her türlü konuya değinen Dune, okurlarına evreninin kapılarını açıyor.

Benim düşüncelerim neler?

Açıkçası herkesin bu kadar övdüğü bu kitabı büyük umutlarla okumaya başladım. Ama ne yazık ki beni pek kendisine çekemedi. Ya gerçekten dediğim gibi çok övüldüğünden kaynaklı ya da bana hitap etmediğinden bilemiyorum ama öyle çok büyük bir bilimkurgu zevki veremedi bana maalesef.

Genel olarak değinilen konular hoştu. Baharatın aslında uyuşturucu oluşu, suyun sınırlı kullanımı, toplumların kendi içlerinde nasıl inançlara sahip olduğunun işlenişi, İslam ögelerinin de kitapta yer buluşu, farklı kültürlerin buluşması ve onun yarattığı çatışma, hanedanlar arasındaki ve hanedanın kendi içindeki problemler… Hepsiyle dolu dolu bir kitaptı aslında. Okuyan birçok kişi de beğenecektir büyük ihtimalle. Ama daha ilk sayfaları okurken bile zar zor ilerleyebildim. Sonlara doğru kurgu açılsa ve kendine doğru çekmeye başlasa da kitabın büyük bir çoğunluğu bana heyecandan çok normal ilerleyen bir kurgu havası verdi. İsimlerin ve terimlerin fazlalığı da cabası.

Benim açımdan pek de aman aman bir kitaptı diyemeyeceğim. Ama şans vermek isteyen olursa Dune burada sizleri bekliyor efendim.

Siz “Dune”u okunuz mu? Okuduysanız sizin düşünceleriniz neler?
İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize dikkat edin, sağlıcakla kalın…

Bu kitaba puanım: 6/10

Alıntılar

“İnsanın içi kararıyor, diye düşündü. Beklemek bir süre sonra insanı yormaya başlıyor.”

“İlerleme fikri, bizi geleceğin dehşetinden koruyan bir koruma mekanizmasıdır.”

“İnsan bilinçaltının derinliklerinde, anlamlı ve mantığa uygun bir evrene duyulan ihtiyaç yatar. Ama gerçek evren, mantığın hep bir adım ötesindedir.”

“Din ile siyaset aynı arabada gittiğinde, sürücüler karşılarında hiçbir şeyin duramayacağını sanır. Dümdüz gider, hızlandıkça hızlanırlar. Engelleri tamamen göz ardı eder, körlemesine gidenlerin uçurumu çok geç fark ettiğini unuturlar.”

“Kanunlar ve görevler din çatısı altında birleştiğinde, insan asla tamamen bilinçli olamaz, asla kendinin tamamen bilincine varamaz. Asla tam bir birey olamaz.”

“ ‘Şunu hafızana kazı evlat: Dünya dört şeyin üzerinde durur...’ İri eklemli dört parmağını kaldırmıştı. ‘Bilgelerin ilmi, yücelerin adaleti, haklıların duası ve yiğitlerin cesareti. Ama hükmetme sanatını bilen bir hükümdar olmadan...’ Parmaklarını indirip yumruğunu sıkmıştı. "Bunlar hiçbir işe yaramaz. Bunu bağlı olacağın ilim haline getir!’ ”

“Bir süreç onu durdurarak anlaşılmaz. İdrak sürecin akışıyla birlikte gerçekleşmeli, ona katılmalı ve onunla birlikte akmalıdır.”

“Bu şehir her şeyiyle soğuk geliyor.”

“Zihin bedene emredince, beden itaat eder. Ama zihin kendi kendine emredince direnişle karşılaşır.”

“ ‘Toplumumuzda insanlar alıngan olmamalıdır," dedi. "Bu genellikle intihar demektir.’ ”

“Elde etmenin de vakti vardır, yitirmenin de. Elde tutmanın da vakti vardır, bırakmanın da; sevginin de vakti vardır, nefretin de; savaşın da vakti vardır, barışın da.”

“Çünkü artık içimdeki keder, tüm denizlerin kumundan daha ağır, diye düşündü. Bu dünya içimi boşalttı, geride tek bir şey kaldı... En eski hedefim: yarını yaşamak.”

“Bir şeyin yokluğu, varlığı kadar ölümcül olabilir.”

“Hangi duyulardan yoksunuz ki, etrafımızdaki bir başka dünyayı göremiyor ve duyamıyoruz?”

“Mutluluğun durabilmek, bir anlığına da olsa durabilmek olduğunu fark etti. Durmanın mümkün olmadığı yerde mutluluk da olmazdı.”

“Taş da ağırdır, kum da; ama budalanın gazabı ikisinden de ağırdır.”

“Bir düşünce ifade edilse de edilmese de, varlığı gerçektir ve güç barındırır.”

“Evrendeki en güçlü ve kalıcı ilkeler, tesadüfler ve hatalardı.”