Light Pink Pointer

28 Ağustos 2022 Pazar

Küçük Şeyler & Oz Büyücüsü | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Samipaşazade Sezai’nin yazdığı “Küçük Şeyler” ve L. Frank Baum'un yazdığı "Oz Büyücü" isimli kitapları inceliyorum. Umarım incelemelerim sizler için yararlı olur.

Küçük Şeyler

Ne anlatıyor? / Benim düşüncelerim neler?

Küçük küçük öykülerden oluşan “Küçük Şeyler” ; aşkı, üzüntüyü, acıyı ve mutluluğu bize iliklerimize kadar hissettiriyor. Her ne kadar kısa bir kitap olsa da okurken kimi yerlerde gözlerimin dolmasına engel olamadım.
Özellikle Pandomima isimli öyküsü en sevdiğim ve en duygulandığım öyküsüydü.

İnsan ruhunun derinliklerine inmeyi başarmış, gözlem yeteneğiyle bize insanların karakterlerini en açık ve saf haliyle gösterebilmiş başarılı bir yazar Samipaşazade Sezai. Beğenerek okuduğum kısa ama etkileyici bir kitaptı.

Bu kitaba puanım: 8/10

Alıntılar

“Ah ne alçak gönüllerimiz var. Nefrete neden olması gereken olayların sevgiyi öldürememesi ne acıdır!”

Oz Büyücüsü

Ne anlatıyor?
Dorothy, teyzesi ve amcasıyla beraber Kansas adında kırsal bir yerde yaşıyordur. Küçük çiftliklerinde köpeği Toto ile mutlu mesut bir şekilde yaşamaktadır. Günün birinde büyük bir fırtına kopar. Amcası ve teyzesi hemen evin altındaki mahzene saklanır ama Dorothy ve Toto mahzene yetişemez ve evle birlikte kasırgaya kapılırlar.

Kasırga bittiğinde kendilerine gelen Dorothy ve Toto kendilerini oldukça farklı bir yerde bulurlar. Bunun üzerine şaşırıp kalan bu ikili biraz sonra ise geldikleri diyarın sihirli olduğunu öğrenirler. Eve geri dönmek isteyen bu ikili yardım istediklerinde kendilerine sadece büyük bir büyücü olan Oz’un yardımcı olabileceğini öğrenirler. Bunun üzerine Oz’un yaşadığı diyara doğru yol alırlar ve bu yolculukta peşlerine daha farklı bir sürü varlık katılır. Yeni arkadaşlıklar başlar ve bu arkadaşları zorlu bir sürü görev bekler.

Benim düşüncelerim neler?
Çocuklar için daha çok görülse de aslında alttan alta verilen mesajlar ve birçok alıntısı sayesinde her yaş kitlesine hitap ediyor “Oz Büyücüsü”.

Özellikle Korkuluk ve Teneke Adam arasında geçen “Kalp mi Beyin mi?” sohbetinden bunu iyice hissediyoruz. Beyni olmazsa kalbinin hiçbir işe yaramayacağını düşünen Korkuluğa cevaben zihnin insana üzüntüden başka bir şey getirmeyeceğine, bunun yerine her şeyi sevebilme gücü veren kalbin olmasının daha mantıklı olduğunu söylüyor.

Dorothy ve Toto’nun maceralarına ortak olan Korkuluk, Teneke Adam ve Korkak Aslan’ın da Oz’dan birtakım istekleri vardır. Ama bu yolculuk boyunca aslında istedikleri şeylerin kendi içlerinde olduklarını anlıyorlar. Buradan biz de okura düşen mesajı alıyoruz. Sevgili okur, ne olursa olsun belki de istediğin şeye zaten kendi içinde sahipsindir. Kendine acımasız davranma ve sahip olduklarının farkına var. Çünkü sen, sen olduğun için çok ama çok güzelsin! :)

Okurken ilk başta klasik ögelerle bezenmiş bir masal olduğunu düşünsem de daha sonrasında hikâyeye karışan diğer yaratıklarla beraber bu fikrim değişti. Özellikle Kaya Adamları çok ilgi çekici buldum.

Genel olarak okuması zevkli ve yüze gülücükler konduran bir masaldı. Özellikle kötü bir dönemden geçiyorsanız kalbinizi yumuşatacak ve iç huzurunuzu bulmanızı sağlayacak bir öykü.

Bu kitaba puanım: 8/10

Siz “Küçük Şeyler” ve “Oz Büyücüsü” kitaplarını okudunuz mu? Okuduysanız sizin düşünceleriniz neler?
İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla kalın…

Alıntılar

“Başıma gelen korkunç bir şeydi; ama orada dikilip durduğum bir yıl boyunca düşünecek zamanım oldu ve en büyük kaybımın kalbimi yitirmek olduğunu anladım. Âşıkken dünyadaki en mutlu insan bendim, ama kalbi olmayan biri âşık olamaz; bu yüzden Oz'dan bir kalp istemeye karar verdim.”

“ ‘Ne olursa olsun,’ dedi Korkuluk, ‘ben kalp değil beyin istemeliyim; çünkü aptal biri kalbi olsa bile onunla ne yapacağını bilemez.’

‘Ben kalp almalıyım,’ diye karşılık verdi Teneke Adam, ‘çünkü beyin insanı mutlu etmez, oysa mutluluk dünyadaki en güzel şeydir.’ ”

“ ‘Bana beyin veremez misin?’ diye sordu Korkuluk.

‘Buna ihtiyacın yok. Her gün yeni bir şey öğreniyorsun. Bir bebeğin beyni vardır, ama fazla şey bilmez. Bilgiyi sağlayan tek şey deneyimdir ve dünyada ne kadar uzun kalırsan o kadar deneyim elde edersin.’ “

Kargalar Meclisi | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Leigh Bardugo’nun yazdığı “Kargalar Meclisi” isimli kitabını inceliyorum. Umarım bu incelemem sizler için yararlı olur.

Ne anlatıyor?

İnej, Nina, Matthias, Wylan, Jesper ve bu ekibin başı olan Kaz… Birbirinden tehlikeli 6 ismi tek bir görev bir araya getiriyor. Kendilerinden büyük bir meblağ karşılığında daha önce hiç kimsenin giremediği bir saraya girmeleri ve o saraydan ülkenin büyük çoğunluğu tarafından aranan bir bilim insanını kaçırmaları istenir. Sokakta yetişen ve çetelerin içinde büyüye büyüye bu işlerde uzmanlaşan bu ekip para karşılığında her şeyi yapmaya hazırdır. Bunun üzerine Kaz’ın önderliğinde saraya girmek için yol almaya başlarlar. Kimin iyi kimin kötü olduğu anlaşılmayan, kandırmacalarla ve zorluklarla bezenmiş bir hikâye…

Benim düşüncelerim neler?

Bu kitabı okumanız için önce “Gölge ve Kemik” serisini okumanız gerekiyor. Onu okuduktan sonra “Kargalar Meclisi” serisini okuyabilirsiniz.

Açıkçası ben bu seriyi “Gölge ve Kemik” serisinden daha çok sevdim. Gerek akıcılığıyla gerekse kurgusuyla elimden düşüremediğim bir kitaptı. Karakterlerin ve olayların kurgulanışı incelikle yapılmıştı. Öyle ki kitabı okurken karakterler sanki bizim arkadaşlarımızmış gibi hissediyor ve ekibin bir parçasıymış gibi okuyoruz kitabı.

Güvensizlik duygusuyla yetişen, kimisi terk edilmiş kimisi ise zorunluluktan sokak hayatına atılmak durumunda kalmış bu 6 farklı hayat hikâyesini okurken kimi yerde hüzünleniyor kimi yerde ise onlarla beraber kahkaha atıyoruz. İlk başta para için bir araya gelen ekibin daha sonrasında aralarında gelişen ilişki çok ayrı bir boyuta ulaşıyor.

Geriye dönüş yöntemiyle yazılması akıcılığa bir artı katmış. Fantastik ögeler yerinde kullanılmıştı. Her ne kadar bazı yerlerde genç-yetişkin tarzı bir kitap olduğunu bangır bangır bağırsa da okurken herhangi bir yeri saçma ya da gereksiz bulmadım. Gayet hoş ve güzel bir kitaptı.

Fantastik kitap ihtiyacınızı karşılamak ya da kitap okuyamadığınız dönemlerde okuma isteğinizi geri getirmek için araya sıkıştırmalık oldukça kaliteli bir eserdi. Benim beğenimi kazandı.

Ciltli baskısının kapağına bayıldığımı da söylemeden geçmeyeyim. Gerçekten çok şık ve kaliteli bir şekilde yapılmış. Sayfaların dış kısmının siyaha boyanması da ayrı hoş göstermiş kitabı. Tek kelimeyle ba-yıl-dım!

Siz “Kargalar Meclisi”ni ya da “Grisha Verse” serisinden herhangi bir kitabı okudunuz mu? Okuduysanız sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim kendinize çok iyi bakın, sağlıcakla kalın…

Bu kitaba puanım: 8/10

Alıntılar

“İnsanoğlu ihtiyaç duyana kadar Tanrılarla alay eder.”

“Kalp bir oktur. Doğru yere gitmek için bir hedefe ihtiyacı vardır.”

“Gerçekler hayal gücü olmayanlar içindir.”

 

23 Ağustos 2022 Salı

Budala | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin yazdığı “Budala” isimli kitabı inceliyorum. Umarım bu incelemem sizler için yararlı olur.

Ne anlatıyor?
Prens Mışkin, rahatsızlığı sebebiyle uzun süre tedavi görmüş, soylu bir aileden gelen bir yetimdir. İsviçre’de yanında kaldığı doktor sonunda yeterince iyileştiğine kanaat getirince kendisinin Rusya’ya dönebileceğini söyler. Bunun üzerine Prens Mışkin Rusya’ya dönmek için trene biner. Trende aynı kompartımanda kaldığı kişilerin hayatını kökünden
değiştireceğinden habersiz bir şekilde Rusya’ya yol alır ve burada farklı sosyal statülerde ve farklı karakter yapısında çeşitli insanlarla tanışır. Hayatı ilk defa bu insanlar üzerinden deneyimleyecek olan Prens Mışkin, kendisini zorlu günlerin beklediğinden habersiz bir şekilde bu insan topluluğunun arasına direkt olarak dalar…

Benim düşüncelerim neler?

Zenginliğin ve sosyal statünün insanlar üzerindeki izlerine ve sosyal statünün keskin çizgilerinin insanlar üzerindeki ayrımı nasıl belirginleştirdiğini net bir şekilde bize gösteren “Budala”, aynı zamanda bize ölümle hayat arasındaki ince çizginin nasıl bir görünüp bir kaybolduğunu ve şimdi hayattaysak yarın bir gün olmayacağımızı acı bir şekilde haykırıyor.

Prens o kadar masum, o kadar iyi niyetlidir ki içerisine girdiği insan topluluğunu çözümlemekte tarafsız olamıyordur. Hep iyi niyetli düşünüyor, yaptıkları kötülükleri göremiyordur.

İlk başta Prens, oldukça fakir ve gereksiz biri olarak görülürken bir anda akrabalarından birinden yüklü bir servet kaldığını duyunca herkes kendisini bir anda yüceltmeye ve aralarına almaya başlar.  Bunun üzerine Prens, hangi sosyal tabakaya ait olduğunu bilmeden sürekli olarak bu insanların arasına girer çıkar.

Bir çok zengin olan Yepançinlerle, bir fakir olan Lebedev ve Ardalionoviçlerle, bir de sonradan görme olan Rogojin ve Nastasya arasında adeta bir pinpon topu olan Prens; her tabakanın kendine ait sorunlarını ve entrikalarını ilk elden deneyimlerken aynı zamanda kendisini birtakım duygulara kaptırmaktan geri durmaz. Aşık olur, ama bu aşkı kendisine büyük bir bela açar.

Eskiden olan hastalığından ötürü kendisine “Budala” denilen Prens aslında oldukça yanlış tanımlanıyor. Oldukça zeki, hoşgörülü ve kibardır. Ama insanlar kendi doğrularına ve bildiklerine göre hareket etmeyi sevdiklerinden ötürü Prens’in kendilerine göre olağandışı görünen bir hareketine rastladıklarında hemen kendisine “Budala” sıfatını yapıştırıyorlar. Burada aslında budala olan onlardır ama bunun farkında değildirler.

SPOİLER İÇERİR:
Kitapta beni en çok etkileyen kısım İpollit’in kendini vuracağı sırada herkesin beklemesi ama daha sonrasında kurşun patlamayınca herkesin İpollit’i gösterişçi olarak nitelendirmesiydi. İpollit gerçekten intihar etmeye çalışmış ama kurşun patlamamıştır. Buna inanmayıp herkes İpollit’in korkaklığından ötürü intihar etmediğini söyleyip kendisine gülerler. Sanki gözlerinin önünde birisi intihar etmeye çalışmamış gibidirler. Buradan bile insanların bir başkasının yaşamına, hatta ölümüne bile saygı duymadığı; herkesin birbirine sadece gösteriş yapmak için toplandığı bu ortamda birinin yaptığı herhangi bir eylemin başka şekilde nitelendirilemeyeceğini görmüş oluyoruz. İpollit onlar için boş bir canlı yaşamından başka bir şey değildir. Onların gözünde bir insan değerinde değildir. Bu bana çok çarpıcı geldi.

SPOİLER BİTİMİ

İnsanların birbirinin arkasında konuşup sonra yüzlerine güldüğü; hırsızlık, kumar, içki gibi şeylerle hayata tutunup hayatlarını boşa geçirmelerini okuyor ve bu boşa geçen yaşam çıkarımını özellikle Prens’in anlattığı İdam Mahkûmu hikâyesinde daha net bir şekilde görüyoruz. Her şeyiyle sevdiğim, uzun soluklu ama oldukça etkileyici bir kitaptı.

Siz “Budala”yı okudunuz mu? Okuduysanız sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla kalın!

Bu kitaba puanım: 8/10

Alıntılar

“Bu tür ukala insanlara toplumun belli kesimlerinde kimi zaman, hatta çoğu zaman rastlanır. Her şeyi bilirler. Zamanımızın bir düşünürünün dediği gibi, yaşamda ilgi duydukları daha önemli şeyler ve görüşleri olmadığından, zekâlarının, yeteneklerinin tüm ilgisi tek bir yöndedir. Gelgelelim, “her şeyi bilirler” derken burada oldukça sınırlı bir alanın kastedildiğini bilmek gerek: Falanca nerede çalışıyor, kimleri tanır, malı mülkü ne kadardır, vali olarak nerelerde görev yapmıştır, karısı kimlerdendir, ne kadar drahoma getirmiştir, kuzeni kimdir, uzak akrabaları kimlerdir, vb. vb… Hep bu çeşit şeylerle ilgilenirler.”

“Ayrıca anladığım kadarıyla, birçok bakımdan oldukça farklı insanlarız da… ortak yanımız belki de hiç yok. Ama biliyor musunuz, bu son söylediğime kendim de inanmıyorum. Çünkü çok sık böyle gelir insanlara, ortak yanlarının olmadığını sanırlar. Oysa çok ortak yanları vardır… İnsanların tembelliğinden, bir de birbirlerini nasıl görünüyorlarsa öyle değerlendirdiklerinden, onlarda başka bir şeyler bulamadıkları için oluyor bu…”

“Peki ama, neden korkuyorlardı o kadar? Her şey anlatılabilir çocuklara, her şey... Büyüklerin çocukları hiç tanımlamaları her zaman şaşırtmıştır beni. Anne babalar kendi çocuklarını bile doğru dürüst tanımıyor. Küçük oldukları, bazı şeyleri öğrenmelerinin zamanı henüz gelmediği gerekçesiyle çocuklardan hiçbir şeyin gizlenmemesi gerekir.”

“Ama bir konuda haklıydı Şneyder: Gerçekten de yetişkinlerle, insanlarla, büyüklerle bir arada olmayı sevmiyordum. Uzun zaman önce fark etmiştim bunu. Sevmiyordum, çünkü beceremiyordum onlarla bir arada olmayı. Benimle ne konuşurlarsa konuşsunlar, bana ne kadar iyi davranırlarsa davransınlar yine de nedense sıkılıyorum onların yanında. Arkadaşlarımın yanına gidebileceğim zaman çok mutlu oluyordum. Arkadaşlarım ise hep çocuklardı...”

“Kaldırımlarda sağımdan solumdan geçip duran, telaşla koşturan, her zaman aceleci, asık suratlı, endişeli insanlara katlanamıyorum. Neden hep üzgün, hep endişeli, telaşlıydılar? Her zamanki hüzünlü öfkeleri (çünkü öfkelidirler, öfkelidirler, öfkelidirler) nedendir? Mutsuzluklarının suçu kimindir? Hem önlerinde altmış yıllık koca bir ömür varken neden yaşamayı bilmiyorlar?”

“Sorun onlara, her birine tek tek sorun bakalım mutluluktan ne anlıyorlarmış? Ah inanın, Kolomb Amerika'yı keşfettiği anda değil, onu keşfederken mutluydu. İnanın, mutluluğu belki de Yeni Dünya'yı keşfetmeden üç gün önce doruğa çıkmıştı, umutsuzluğa kapılan adamlarını gemiyi Avrupa'ya döndürmek üzereyken vazgeçirdiği anda... Önemli olan Yeni Dünya değildi, yerin dibine batsındı Yeni Dünya! Neredeyse Yeni Dünya'yı görmeden, neyi keşfettiğini anlamadan ölmüştü Kolomb. Önemli olan yaşamdır, yalnızca yaşam... onun keşif süreci, sürekli ve bitmek tükenmek bilmeden yaşamı keşfetme çabası, yoksa keşfetmiş olmak değil...”

“İyilik tohumunuzu, 'sadakanızı' , hangi biçimde olursa olsun, iyiliğinizi başka birine verirken, ona benliğinizin bir bölümünü vermiş ve onunkini de bir bölümünü kendinize almış oluyorsunuz. Karşılıklı olarak kişilikleriniz birbirine karışmaktadır. Biraz daha dikkat edecek olursanız bilgiyle, hiç bilmediğiniz keşiflerle ödüllendirileceksiniz. Sonunda kesinlikle işinizi bilim olarak görmeye başlayacaksınız.  Her şeyinizi kaplayacaktır bilim, belki de bütün yaşamınızı dolduracaktır. Öte yandan, düşüncelerinizin tümü, dağıttığınız, belki de unutup gittiğiniz tohumların tümü büyüyecek, benliğinizi saracak ve sizden başkalarına geçecektir. Peki, insanlığın yazgısının belirlenmesinde ne gibi bir etkiniz olacağını nasıl bilebilirsiniz? Bilim ve bu yaşam uğraşınız sonunda sizi çok büyük bir tohum atmak, dünyaya dev bir düşünce armağan etmek düzeyine çıkaracaktır...”

“Doğmamak elimde olsaydı, bu komik koşullar altında var olmayı belki de seçmezdim. Ama ölmek, geride kalan günlerimi yaşamamak yetkim var hala. Pek büyük bir yetki, pek büyük bir başkaldırı değil bu.”

“Gururu yüzünden, ona olan aşkım için hiçbir zaman bağışlamayacaktır beni ve bu yüzden ikimiz de mahvolacağız!”

“Bana âşık olduğunu söylüyorsunuz, peki ama aşk mı bu? Bütün çektiklerimden, yaşadıklarımdan sonra aşktan söz edilebilir mi? Hayır, aşk değil, başka bir şey bu!”

“Aslında, sözgelimi, insanın zengin, iyi bir aileden gelmesi, hoş görünümlü, eğitimli, akıllı, hatta iyi niyetli olması, ama öte yandan hiçbir yeteneğinin, hiçbir özelliğinin, hatta hiçbir tuhaflığının, kendine özgü tek bir fikrinin olmaması, yani kesinlikle "herkes gibi" olmasından daha sıkıcı bir şey düşünülemez.”

“Şunu da unutmayalım, insan davranışlarını yönlendiren nedenler, genellikle zannettiğimizden daha karmaşık ve çeşitlidir, bu yüzden sonradan onları nadiren kesin olarak açıklayabiliriz.”

“Anlayabilmesi için önce kalbi olması gerekir insanın!”

“İnsanların bana saygı duymasını isterim prens. Nasıl desem, kalbimi armağan ettiğim insanlardan da beklerim bunu. Prens, ben kalbimi çok sık armağan ederim insanlara ve hemen her zaman aldatılırım.”

“- (...) Ne dersiniz, şu anda küçümsüyorsunuz beni, değil mi?

-Niçin? Bizden çok acı çektiğiniz ve çekmekte olduğunuz için mi?

-Hayır, çektiğim acılara değmediğim için.

-İnsan çekebildiği kadar acıya değer.”

“Hem sonra, gerçekten mutsuz olabilir mi bir insan? Ah, mutlu olmaya gücüm varsa, hüzün ve felaketin ne anlamı olabilir? Biliyor musunuz, bir ağacın yanından geçeceksiniz, onu göreceksiniz ve mutlu olmayacaksınız ha, işte bunu aklım almaz! Sevdiğiniz bir insanla konuşacaksınız ve mutlu olmayacaksınız! Ah, anlatamıyorum... kötü durumda bir insanın bile adım başı göreceği öylesine çok güzel şey varken mi mutlu olmayacaksınız? Bir çocuğa bakın, güneşin doğuşuna bakın, bir otun boy atışına bakın, sizi seven insanların gözlerinizin içine bakışına bakın...”

Antakya’da Üç Kadın | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Figen Doğruel Cilli’nin yazdığı “Antakya’da Üç Kadın” kitabını inceliyorum. Umarım bu incelemem sizler için yararlı olur.

Ne anlatıyor?

Düriye, Suzan ve Nesibe isimli Antakya’da yaşayan üç kadının hikâyesini okuyor ve bu hikâyelerin nasıl iç içe geçtiğine tanık oluyoruz.

Acı ve kederle dolu bir hayatı olan Düriye, zengin bir ailede büyüyen ama ne istediğini tam olarak keşfedememiş olan Suzan ve son olarak da başarılı ve oldukça masum olan Nesibe. Bu üç kadın hayata karşı verdikleri savaşta yaşadıklarını bizlere aktarıyor ve onların hikâyelerini kendimizle bütünleştirmemizi sağlıyor. Yaşamlarının birbirileriyle iç içe geçeceğinden habersiz Düriye, Suzan ve Nesibe ile siz de bir yolculuğa çıkmak ister misiniz?

Benim düşüncelerim neler?
Adından da anlaşılacağı üzere Antakya’da geçen bu öykü bizlere sadece üç farklı yaşam sunmakla kalmıyor, aynı zamanda farklı bir kültürü tanımamıza da olanak sağlıyor. Antakya kültürünü barındıran izlere kitap boyunca o kadar sık rastlıyoruz ki gerçekten farklı bir medeniyeti tanıdığımız izlenimine kapılıyor ve bundan zevk alıyoruz.

Kitabı okurken en zorlandığım kısım Düriye’nin yaşadıklarını okuduğum kısımdı. O kadar korkunç ve dayanılmaz acılar çekiyor ve bunlara katlanmak zorunda kalıyor ki… Okurken çoğu yeri hızlı hızlı ve bir anda okumak zorunda kaldım çünkü kaldırabileceğimden pek emin değildim. Tanrı kimseyi bu tarz şeyler yaşamak zorunda bırakmasın.

Düriye’nin öyküsü fazla açık yazılmıştı o yüzden rahatsız olabilecek okurlar olabilir. Psikolojik açıdan yıpranmayacağına ve kendisine sorun yaratmayacağını düşünen kişilerin okuması daha iyi olur. Herkes için uygun değil.

Suzan ise duygularından emin olmayan ve farklı şeyler deneyimlemek isteyen bir kadın. Yaşadığı çalkantılı duygular arasında doğru yolu bulmaya çalışıyor ve engebeli olan hayatında bazı şeylerin ayırdına varmakta zorlanıyor. Suzan’ın bu hayattaki sınavı duygularıyla.

Nesibe’nin hikâyesi ise aralarında en sevdiğim hikâye. Düriye’nin kısımlarından sonra özellikle nefes aldırıyor diyebiliriz. Nesibe’nin dingin ve huzurlu yaşamında ise ölümün kendisinden ayırdığı annesinin acısı, yeni yeni filizlenen aşkı ve öğretim hayatındaki başarıyı yakalama hırsı ile nasıl bir şeyleri elde etmeye çalıştığını okuyoruz.

Aslında bu üç kadın üç tip acıyı temsil ediyor diyebiliriz.

Suzan duygusal açıdan, Düriye fiziksel açıdan ve Nesibe ise psikolojik açıdan hayat tarafından sınanıyor. Acıların türü her ne kadar farklı olursa olsun insanı nasıl da yıprattığını ve bir karadelik gibi emip yok ettiğini bu üç farklı hayat hikâyesi üzerinden okuyoruz.

Okurken tek rahatsız olduğum şey Düriye’nin yaşadıklarının fazlasıyla açık bir şekilde anlatılmasıydı. Belki okuru etkilemek açısından gerekliydi ama şahsen ben hassas biri olduğum için kötü anlamda etkilendim ve Düriye’nin kısımları bir an önce bitsin diye dua ederek okudum. Suzan’ın da hikâyesinde yine rahatsız olduğum birkaç kısım oldu. Yine de genel olarak başarılı bulduğum ve bir ilk kitaba göre iyi bir başlangıç olduğunu düşünüyorum.

Aynı zamanda sonda üç kadının da hayatının tek bir noktada birleşmesi çok hoşuma gitti. Bana kalırsa kitabı güzelleştiren etkenlerden bir tanesi buydu.

Dediğim gibi bir ilk kitaba göre başarılı buldum. Daha nice yazılarıyla karşılaşmak dileğiyle Figen Doğruel Cilli’ye başarılar diliyorum…

İncelemem bu şekildeydi. Umarım hoşunuza gitmiştir. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla kalın!

Bu kitaba puanım: 5/10

Alıntılar

“Kalp daima gerçekleri gösterir. Bizden daha güçlü bir algısı vardır kalbin. Bizlerin göremediği, bilmediği ve anlamadığını, algılayıp sentezler. Ve çıkardığı sonucu bize anlatmaya çalışır.”

“İnsan bazen ancak yaşayarak öğrenebilirdi ve bu bir kabahat değildi.”

“Hâlbuki ben onun yalnızca varlığıyla bile mutlu olabiliyordum. Bütün yaşadığım işkencelere rağmen onun bir tebessümü beni güçlü kılıyordu. Gizli bahçemdi o benim. Kimsenin göremeyeceği, elimden alamayacağı bir yere, içime sığdırdığımdı...”

“Her şeyi bir varoluş amacı vardı hayatta, her varlığın bir varoluş sebebi. Peki ya insanlar neden bilmiyordu bu hayatta oluş amaçlarını, yoksa unutuyorlar mıydı sonradan? Çocukken insanoğlu ne kadar şen şakraktır, umut doludur, yapacağı çok şey vardır. Ama sonra büyüdükçe heyecanı, neşesi azalır; umutlarını, hayallerini unutur ya da ona yanlış hayalleri olduğu hatırlatılır. Gerçeklerin, yaşamın kolay olmadığı, boş hayallerle geçirilen zamanların kayıp olduğu söylenir; o hayallerin gerçekleşme umudunu da ezercesine...”

“Herhangi bir hedefi olmayıp boş kalan insan, bir meşgalesi olmadığı için kendi yarattığı, yani aslında olmayan dertleri de edinebilirdi.”

“Antakya gibi rengârenktir aşk. Antakya gibi coşkun. Antakya'nın caddelerini, sokaklarını adımlarken; evlerine, binalarına, insanına bakmak gibidir. Onlara bakarken sevdiğini düşlemektir aşk. Sokaklarda, caddelerde, binalarda, ağaçlarda, yoldan geçen bütün insanlarda var etmektir sevdiğini.”


Temmuz Ayında Okuduklarım | Toplu Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Temmuz ayının da toplu kitap incelemesini bitirip artık tek tek kitapları incelemek istiyorum. Tabii tekrardan blogdan uzun süre ayrı kalma gibi bir durumum olmazsa, umarım da olmaz. O zaman Temmuz ayında neler okuduğuma ve bunların kısa kısa incelemelerine geçelim.

Vakıf Kurulurken

“Vakıf” serisinden bir kitap. Spoiler içermemesi açısından sadece puanımı yazacağım. Seriyi merak ediyorsanız ilk kitabının incelemesini yaptım. Buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Bu kitaba puanım: 8/10

Tanrısız Gençlik | Ne anlatıyor,
benim düşüncelerim neler?

Nazilerin iktidara geldiği dönemde çocuklara saldırganlık, ırkçılık ve nefret gibi düşünceler dayatılıyordu. Bu dönemde öğretmenlik yapan bir beyefendi, tüm bu olanlara rağmen çocukları bu tarz duygulardan arındırmaya ve doğru yolu öğretmeye çalışır. Ne var ki faşizmin etkisi altında büyüyen bu çocuklar, insan öldürecek, can yakmaktan zevk alacak düzeye gelmiş ve tamamen kurtarılamayacak durumdadırlar. İşverenlerinin, velilerin ve diğer bütün baskıların altından kalkmaya ve yine de görevini yapmaya çalışan bu aydın ve idealist öğretmen bütün bu zorlukların altında tek başına kalır. Ta ki umut yavaştan görününceye kadar.

Savaş psikolojisi ve bir neslin beyninin nasıl yıkandığını çarpıcı bir şekilde yüzümüze vuran bir roman. Okurken “İnsanlar nasıl bu hale gelebilirler, nasıl bu kadar acımasız olabilirler?” diye düşündürtmekle kalmıyor, aynı zamanda tüylerimizi diken diken ediyor. Her ne kadar kısa bir kitap da olsa yüzümüze tokat gibi iniyor. Kesinlikle okunmasını öneririm.

Bu kitaba puanım: 7/10

Serbest Düşüş | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Sammy Mountjoy, nasıl bu hale geldiğini bilmiyordu. Onu bu kadar yıpratan, hayatta soğutan ve kendini sorgulamaya iten ne olmuştu? Kendini boşlukta hissediyor, hatta o boşluğun içine düşüyormuş gibi hissediyordu…

Sammy’nin küçüklük yıllarından şimdiki zamana kadar yaşadığı olayları okuyor ve bunların üstünde bıraktığı etki üzerinden kendini çözümleme çabasını okuyoruz. Derin bir psikoloji işlenmiş her sayfa ayrı bir duygu barındırıyor. Fakirlik dönemleri, babasız büyüyüşü sebebiyle annesiyle tek başına yaşayışı, ilk cinsel deneyimi ve ilk aşkı, savaşta esir düşmesi gibi yaşadığı olayları okudukça biz de Sammy’i çözümlemeye çalışıyor aynı zamanda da kendimizi sorgulamaya başlıyoruz. Okurken zevk aldığım ve bol bol karakter analizi yaptığım bir kitaptı. Okuması zevkli ve düşündürtücü.

Bu kitaba puanım: 7/10

Babil’in En Zengin Adamı | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Babil’de yaşayan en zengin adam olan Arkad’ın diğer orta halli ya da fakir olan kişilere nasıl zengin olacaklarını ve para biriktireceklerini öğrettiği ders niteliğindeki bir kitap. Okudukça para biriktirmeye olan bakış açınız değişiyor ve para biriktirmenin inceliklerini öğreniyorsunuz. İlgi çekici ve ister istemez “Ben de artık para biriktirmeye başlamalıyım.” diyeceğiniz bir kitap.

Bu kitaba puanım: 8/10

Morgue Sokağı Cinayetleri | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

İlk dedektiflik öyküsü olarak geçen Morgue Sokağı Cinayeti, oldukça dikkatli ve olaylar arasında bağlantı kurmakta usta olan bir beyefendinin şehirde işlenen suçları çözmesi ve polise yardım etmesini konu alıyor. Polisin tıkandığı yerde tüm olayları çözüyor ve tüm suçluları buluyor. Günümüzdeki birçok dedektiflik öyküsüne ve filmlerine ilham kaynağı olmuştur.

Spoiler içerir: İlk öyküde katilin goril çıkması çok saçmaydı. Sonunu okuduğumda “Nasıl yani?” diyerek gülmeye başladım. Gerçekten çok saçma geldi. Ne okudum şimdi böyle diye sorguladım. Allahtan diğer öyküler daha güzeldi. 

Bu kitaba puanım: 6/10

Sen Varsın Gecede | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Cemal Süreya’nın çeviri şiirlerinden oluşan derleme. En sevdiğim şiiri ise kitaba adını veren şiirdi.

Bu kitaba puanım: 7/10

Empedokles’in Dostları | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Alec, gazetelerde karikatür bölümünden sorumlu bir çizerdir. Yaşadığı adada bir tek kendisi ve yazar komşusu Eve vardır. Günün birinde radyo dinlerken bir anda bütün yayınların kesilmesi üzerine sonlarının geldiğini düşünür. O sıralar ülkenin birçok yerinde bombalar patlatılıyor ve çeşitli sorunlar çıkıyordu. Bunlar da radyo kanallarının aksamasına sebep oluyordu. Bu sefer radyolar olması gerekenden uzun süre çalışmadı, ortalık iyice paniğe kapıldı. Ta ki bu kesikliğin sebebinin bombalar olmadığı öğrenilene kadar. Kendilerine Empedokles’in Dostları diyen bir topluluk dünyaya geldiklerini ve ellerindeki tüm zararlı şeyleri imha edene kadar gitmeyeklerini bu süre içerisinde de halka ve devlete yardımcı olacaklarını ileri sürüyorlardır.

Nereden geldiği belli olmayan bu Empedokles’in Dostları, ülkede ve dünya çapında bir kargaşaya sebep olur ve insanlar tarih kitaplarında daha önce görmedikleri birtakım olaylarla karşı karşıya kalırlar…

Oldukça iyi, gelişmiş ve yardımsever bir topluluğun günümüzün yobaz ve çıkarcı topluluğuna karşısında yaşadıkları ve bu iki topluluk arasındaki ilişkiyi okuduğumuzda nasıl da iyiliği kullanmasını bilen ve bu iyiliklerin değerini asla bilmeyen yaratıklar olduğumuzu anlıyoruz. Sosyal karmaşa ve iç isyanın siyaseti ve devleti nasıl etkilediğini de gözlemliyoruz. Okuması zevkli ve akıcı bir kitaptı. Genel olarak beğendim.

Bu kitaba puanım: 7/10

Mutlu Olma Sanatı | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Arthur Schopenhauer isimli filozofumuz aslında bu kitabı daha çok “Nasıl mutsuz olmayız.” mantığını güderek yazmış. Bende böyle bir izlenim yarattı. 45 adet hayat kuralı yazmış, bu kuralları nasıl uygulayacağımızı bizlere anlatmış. Aman aman bir kitap değildi benim için, okunmasa da olurdu. Diğer kitapların arasına çıtır çerezlik başka bir kitap koymuşum gibi oldu. Yine de okuduğum için pişman olduğumu söyleyemem. Merak edenler okuyabilir.

Bu kitaba puanım: 5/10

Yaratılış | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Sivrisineklerin yaydığı bir virüs sonucu tüm dünya bu virüsle çalkalanır ve ölüm oranları oldukça artar. Sosyal statüler keskinleşir, insanlar birbirlerini küçük görmeye başlar.

Alt tabakadan olan Rosie Black ve okul arkadaşı günün birinde eski bir şehre gider ve gizemli bir kutu bulurlar. Bu kutuyu kurcalarlar ve yanlışlıkla bir mekanizmayı çalıştırırlar. Bunun üzerine çeşitli kişiler peşlerine düşer ve ne kadar büyük bir şey yaptıklarını anlamalarına sebep olurlar. Tüm dünyanın kaderi Rosie ve kutudaki o bilgiye bağlıdır. Bunun üzerine kedi ve fare arasındaki gibi bir kovalamaca başlar ve kimin iyi kimin kötü olduğu bilinmeyen olaylar yaşanmaya başlar.

Karakterler, olaylar, karakterler arasındaki aşk, virüs vb. her şeyiyle oldukça klasik bir kitaptı. Herhangi bir bilimkurgu kitabından farksızdı. Özgün olduğunu, diğer kitaplardan kendisini ayıran herhangi bir şey olduğunu düşünmüyorum. Kitap okuma düzeninizde bir aksama olduğunda sırf araya çıtır çerez olsun diye alınabilecek ve okuma düzenini geri sağlayabilecek bir kitap. Akıcılığı da bu yönden bir artı sağlıyor. Onun dışında herhangi bir farklılık ya da “Vay canına!” dedirtecek bir yönüne rastlayamadım maalesef.

Bu kitaba puanım: 6/10

Tom Bombadil’in Maceraları | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Yüzüklerin Efendisi’nde geçen Tom Bombadil karakterinin maceralarını şiirle anlatıyor ve bu şiirlerin temasına ters düşmeyecek diğer birçok şiirle de kitabı devam ettiriyor Tolkien. Okurken çokça gülümsediğim ve çizimleriyle bayıldığım bir kitap oldu. Yüzüklerin Efendisi’ni okumadan önce aradan çıkarmış oldum.

Bu kitaba puanım: 8/10

Hamli Çiftçi Giles | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
İlk başta Roverandom gibi  bir çocuk kitabı olması beklenen “Hamli Çiftçi Giles” daha sonrasında birtakım düzeltmeler ve eklemeler sonucu yetişkinler için basılmıştır. Tabii ki bu çocukların da okuyamayacağı anlamına gelmiyor.

Çiftçi Giles, evinde huzurlu bir uyku çeker ve sıradan yaşantısına devam ederken birden tarlasına doğru yolunu kaybetmiş bir ejderhanın gelmekte olduğunu görür. Bunun üzerine tamamen tarlasını korumak amacıyla harekete geçer ve ejderhaya saldırır. Ejderha kaçar. Bunun üzerine tüm köy Giles’ı görür ve cesurluğundan ötürü kendisini kutlamaya gelir. Bir anda şöhret sahibi olur Giles. Öyle ki bu şöhretten kralın bile haberi olur. Daha sonralarında ise olaylar çok daha fazla karışır ve zorlu bir görev için kral Cesur Giles’ı zorla gönderir. Böylece Giles’ın gerçek becerileri de ortaya çıkacaktır.

Açgözlülüğün ve para hırsının ne gibi sonuçlar verdiğini, gerçek büyüklüğün insanın içindeki cesaret ve amaç duygusu olduğunu okuduğumuz hoş ve ilgi çekici bir öyküydü. Hiç yoktan birinin nasıl yükseldiğini ve şöhret sahibi olduğunu, bu şöhretin onu nasıl etkilediğini de canlı canlı okuyoruz.

Bu kitaba puanım: 7/10

Yalnız Sıkıcı İnsanlar Kahvaltıda Parıldar

Oscar Wilde’ın aforizmalarından oluşan bir kitap.

Bu kitaba puanım: 6/10

Kızıl Kahkaha | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Rus- Japon savaşı sırasına genç bir subayın tuttuğu günlüğü okuyor, yavaş yavaş nasıl akıl sağlığının sınırlarında gezdiğine şahit oluyoruz. Savaş psikolojisi o kadar ağır, o kadar korkunçtur ki savaşa gitmemesine rağmen öldükten sonra ağabeyinin günlüğüne devam eden kardeş de yavaş yavaş akıl sağlığını yitirmeye başlıyor.

Savaşın çarpıcılığı, gereksizliği ve hiçbir tarafın bir kazanç elde etmediği tam tersi iki tarafın da nasıl çokça şeyler kaybettiğini okuduğumuz çarpıcı bir kitaptı. Okurken savaş atmosferini sanki siz de o kitabın içindeymişsiniz gibi hissedeceksiniz. Okunmalı, okutulmalı.

Bu kitaba puanım: 8/10

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Umarım sizler için yararlı olabilmiştir. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla kalın…

 

20 Ağustos 2022 Cumartesi

Nisan, Mayıs ve Haziran Ayında Okuduklarım | Toplu Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Yoğunluktan kaynaklı bloğumu çok aksattım. Yaklaşık 4 aydır inceleme yazmıyordum. Artık yazmam gerektiğini ve bu döngüyü bozmam gerektiğine karar verdim. Bu yüzden yine karşınızdayım. Bir an önce toplu inceleme yazıp okuduğum kitapları aradan çıkarmak istiyorum. Kısa kısa her kitaba biraz değineceğim. Seri olan kitapların ilk kitabını inceleyecek, devam kitaplarının sadece ismini yazacağım. Umarım bu incelemem sizler için yararlı olur.

Jane Eyre | Ne anlatıyor, benim
düşüncelerim neler?

Jane Eyre, anne babasının ölümü üzerine akrabalarının evinde yaşamaya başlar. Ne var ki bu akrabalar korkunç kişilerdir ve kendisine eziyet çektirmekten başka bir şey yapmazlar. Bu şekilde bir süre daha yaşayan Jane, en sonunda yatılı okula verilir. Yatılı okulda kendini oldukça geliştirir ve oradan öğretmen olarak mezun olur. İş için ilan verdiğinde en sonunda bir ev bulur ve bu evde küçük bir kıza öğretmenlik yapmak için görevlendirilir. Ama planda olmayan bir şey olur. Jane, ev sahibine karşı bir şeyler hissetmeye başlar. Bu olmadık aşk ise birçok hayatın kökünden değişmesine vesile olur…

Okuduğum en güzel kitaplardan bir tanesiydi. Yazıldığı dönemin çok ötesindeydi. Jane’in döneminin kadın yapısından farklı oluşu ve 21. Yüzyılda yaşamama rağmen Jane’in davranışlarının birçoğunu şu ana göre bile oldukça olgun ve düşünceleri bulmam bence her şeyi açıklıyor. Eksiksiz bir kütüphane ve inanılmaz bir hikaye için Jane Eyre her okura lazım. Şimdiden iyi okumalar!

Bu kitaba puanım: 9/10

Gölge ve Kemik | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Alina ve Malyen birlikte büyümüş iki yetim kişidir. Yetimhanede bir şekilde hayatta kalan bu ikili günün birinde asker olarak orduya katılırlar. Karanlıklar Efendisi’nin yarattığı sis bulutunun arasından geçerken saldırıya uğrarlar. Herkes çaresizken bir anda bir mucize gerçekleşir. Alina Starkov, parıl parıl parlamaktadır.

O anda herkes anlar ki Alina yüzyıllardır kayıp olan bir Grisha türüne aittir. Grishalar özel güçleri olan bireylerdir.  Rüzgâr, dalga ve ateşi yönetebilmektedirler. Ama şu ana kadar hiç kimse güneşin gücüne sahip bir Grisha görmemiştir. Bunun üzerine ortalık iyice çalkalanır ve kimin iyi kimin kötü olduğu anlaşılmayan birtakım olaylar meydana gelir…

Genel olarak keyifle okuduğum bir kitaptı. Grisha evreni her ne kadar klasik de görünse güzel ve incelikli bir şekilde oluşturulmuş ve kurgulanmıştı. Okurken herhangi bir rahatsızlık duymadım. Fakat yine Grisha evrenini konu alan ama farklı bir konuya sahip olan “Kargalar Meclisi” serisini çok daha fazla beğendiğimi belirtmeliyim. Sırf “Kargalar Meclisi”ni okumak için bile Gölge ve Kemik serisi okunabilir.

Bu kitaba puanım: 7/10

Uğultulu Tepeler | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Günün birinde Mr. Lockwood isimli bir beyefendi kiralık bir ev tutmak ister. Bunun üzerine bir ev bulur ve oraya yerleşir. Buraya yerleştikten sonra evin diğer tarafında yaşayanlarla da tanışmak ister ve oraya bir ziyarette bulunur. Evde yaşayanlar oldukça gariptirler ve aynı zamanda asık suratlıdırlar. Bunun üzerine evin kâhyasından durumun ne olduğunu öğrenmeye çalışır ve şoke edici bir sürü şey öğrenir. Nesillerdir devam eden zulüm dolu bir hikâyenin izlerini taşıyan bu kişiler bir anda Mr. Lockwood denen bu beyefendinin hayatının merkezine oturur. Zulüm, nefret, aşk ve özlem içeren bu hikâye Lockwood’un hayatını tepetaklak eder.

Güzel başlayan bu kitap son 100-200 sayfasında oldukça sabır gerektiriyor. İyi bir psikolojideyken okunması gereken bir kitap. Açıkçası ciddi anlamda son sayfalarda bunaltıyor. Kurgu güzel olsa da bana kalırsa bazı şeyler oldukça uzatılmıştı. Karakterler de – özellikle Heathcliff- beni oldukça sıktı ve bir kaşık suda boğdurtmak istedi. Son sayfalar dediğim gibi olsa da kitabın geneli hoştu ve okunabilirdi. İki neslin aile içi kavgalarını konu edinen bu kitap Jane Eyre’ı okuyunca biraz hayal kırıklığına uğrattığı. Yazarlar her ne kadar farklı olsa da kardeş oldukları için olsa gerek Jane Eyre gibi bir kitap bekleyip umutlanmıştım. Bu da biraz benim hatamdı. Yine de okunabilir ve güzel bir kitaptı.

Bu kitaba puanım: 7/10

Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Poyraz Musa isimli bir ağa, Lozan Antlaşması sonucu giden Rumların yaşadığı bir adaya yerleşmek ister. Herkes bu isteğine şaşırır çünkü adada kimse yoktur. Koskoca ağa yalnız başına ne yapacaktır? Yine de tüm işlemler halledilir ve Poyraz Musa adaya yerleşir. Ama beklemediği bir şeyle karşılaşır. Adada yalnız değildir. Rumları almak için gelen gemilerden saklanan Vasili isimli bir Rum, hala adadır. Ama Vasili ile bir türlü karşılaşamaz Poyraz Musa. Sadece kendisini sürekli izleyen bir karaltı görür. Vasili ise kendine söz vermiştir. Bu adaya çıkan ilk kişiyi tüfeğiyle vuracaktır. Ancak her ne kadar kendine söz vermiş olursa olsun bir türlü Poyraz Musa’yı vurmak içine sinmez. Bunun üzerine bu ikilinin kaderi birbirine bağlanır ve oldukça duygusal bir öykü çıkar ortaya.

Çok güzel bir kitaptı. Kelimelerle anlatılamaz. Rumların bulundukları ve ev dedikleri bu topraklardan ayrılırken hissettikleri o üzüntü, acı ve evlerini bırakmanın getirdiği kederi okuyan herkes ister istemez duygulanır. Ciddi anlamda insanı sarsan bir romandı. Savaştan sizi nefret ettirmenin de ötesine taşıyacak, bol bol millet sevgisiyle sarılacağınız mükemmel bir kitap. İlk başlarda yavaş ilerlese de ortalarda oldukça açılıyor. Herkese önerimdir. Tarih bilginize bilgi katmak için de birebir.

Bu kitaba puanım: 8/10

Kitapçı Mendel | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Mendel işi gücü sadece kitap okumak olan ve dış dünyayla tamamen bağlarını kesmiş bir sahaftır. Öyle bir bağlarını kesmiştir ki dünyayla ülkede yaşanan savaştan habersizdir. Bu şekilde yaşayıp giderken günün birinde istediği bir derginin gelmemesi sonucu yayınevine mektup yazar ve gönderir. Savaş zamanında gönderilen bu mektubu yadırgayan yetkililer ise mektubun herhangi bir suç unsuru olabileceğini düşünüp Mendel’i tutuklarlar. Savaş kamplarından birine gönderilen Mendel ise kendisini kitaplardan oluşan kendi dünyasından çok daha farklı bir dünyada bulur.

Savaşın insan üzerindeki psikolojisi güzel bir şekilde işlenmişti işlenmesine ama bana kalırsa burada anlatılmak istenen savaş psikolojisinden ziyade bir insanın hayatının merkezine koyduğu bir şeyin bir anda ortadan kaybolması veya yok olmasının yıkıcı etkileriydi. Mendel için hayat kitaplardan emanetti. Oysa o onlardan aylarca uzak kaldı. Ve sonunda çöktü. Bu hepimiz için geçerli değil midir zaten? Bir şey ne kadar hayatımızın merkezinde olursa o şeyin yokluğu veya o şeyde istediğimiz başarıyı elde edemememiz bizi sanki hayatımız mahvolmuş veya bitmiş gibi hissettirir. Çünkü bütün bir hayatımız ondan ibaret olmuştur. Bu yönden Mendel’in psikolojisinin çok güzel bir şekilde yazıldığını düşünüyorum. “Kitapçı Mendel” içinde aynı zamanda “Kızıl” isimli başka bir öyküyü barındırıyor. Ona da bayılmıştım. Onu burada incelemeyeceğim çünkü daha önce incelemiştim. Buraya tıklayarak incelememe ulaşabilirsiniz.

Bu kitaba puanım: 10/10

Kuşatma ve Fırtına

“Gölge ve Kemik” kitabının devam kitabı. Spoiler olmasın diye sadece puanımı yazacağım.

Bu kitaba puanım: 7/10

İçimizdeki Şeytan | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Ömer arkadaşı ile birlikte bindiği bir botta karşılarında oturan bir hanımefendi görür ve bir anda kalbini ona kaptırır. Sanki daha önceki hayatında onunla berabermiş gibi hisseder. En sonunda kızla konuşmak için yanına giderken kızın yanında bir akrabasını görür ve bu şanstan istifade kızla konuşmaya çalışır. Kızın ismi ise Macide’dir. Gittikçe Macide’ye gönlünü kaptıran Ömer, duygularının karşılıksız olmadığını öğrenir bir zaman sonra. Evlenmeye karar verirler ama bu karar ikisinin de hayatını rayından çıkaracaktır. Bir tutkuyla evlenen bu çifti korkunç olaylar beklemektedir…

İnsanın içindeki kötülüğü sürekli olarak başka birine atmaya çalışmasından doğan “İçimizdeki Şeytan” aslında içimizdeki kötülüğün kimseye atılamayacağını, kötülüğün kendisinin de “şeytan”ın da kendisinin insanın kendisi olduğunu bize sunuyor. Toplumsal problemlerle birlikte iyice şekillenen ve darbeler alan Macide ve Ömer aşkı bize Sabahattin Ali’nin toplum sorunlarıyla bireysel sorunları harmanlayıp harika bir eseri nasıl ortaya çıkardığını gösteriyor. Sabahattin Ali Türk yazarlar arasında en sevdiğim yazar. Bu kitabına da hayliyle âşık oldum. Para kazanma derdi ve hırsı, bağımlılıklar ve toplumsal diğer sorunların insan ilişkileri ve karakteri üzerindeki tesirlerini okumak, ve bunu Sabahattin Ali’nin kaleminden okumak, çok çok çok ayrıydı. Herkese tavsiyemdir “İçimizdeki Şeytan.”

Bu kitaba puanım: 9/10

Çocukluk | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Tolstoy’un kendi çocukluğunun izlerini kitabımızın ana karakteri Nikolenka üzerinden anlatıyor. Aile bağlarını, çocuk aklıyla düşündüklerini, ilk aşkı ve sayısız daha nice duyguyu küçük bir çocuğun kalbinden okuyacağımız bu bir oturuşluk kitap kalbinizi yumuşacık yapacak!

Bu kitaba puanım: 9/10

Markopaşa Yazıları ve Ötekiler | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Sabahattin Ali ve birkaç arkadaşının kurduğu Markopaşa dergisindeki yazıların yer aldığı bir kitap. Aynı zamanda Markopaşa hakkında da ayrıntılı bilgiler edinilebilecek bir kitap. Sabahattin Ali’nin düşüncelerini ve yazılarını okudukça dönemini aşmış ve kendini oldukça geliştirmiş olduğunu görüyoruz. Bir kere daha kendisine hayran kaldım. Yazıları okudukça ülkemize dair birçok şeyin hiç değişmediğini fark ettim. Gazeteciliğe getirilen sınırlamalar, özgür düşünce ortamının olmaması, ekonomik sıkıntılar, halkın bu ekonomik sıkıntılar karşısında çektikleri ve daha nicesi… Markopaşa’nın amacı ise halkı bilinçlendirmek ve kendi ve halkın düşüncelerini hükümet her ne kadar engel olmaya çalışsa da yayabilmek.

Herkesin okuması gereken yine çok güzel bir eser.

Bu kitaba puanım: 10/10

Rüzgarın On İki Köşesi | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Ursula K. Le Guin’den okuduğum ilk kitaptı. 12 adet öyküden oluşuyor. Öyküler bilim kurgu tadında. Özellikle Üstatlar ve diğer birkaç öyküsünü bayılarak okudum.

Bu kitaba puanım: 8/10

On Kişiydiler | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

On farklı kişi on farklı mektup alır. Farklı yaş grupları ve farklı meslek gruplarındaki birbirinden alakasız on kişi aldıkları bu sahte mektuplar üzerine bir malikânede bir araya gelirler. Evin sahibi evde değildir, onun yerine hizmetliler misafirleri karşılar. Yerleştikten ve yiyip içtikten sonra bir anda malikânenin bir yerinden bir ses gelmeye başlar. Bu ses hayatlarını kökünden değiştirecek o şeyi söyler: burada toplanan 10 kişinin onu da bir şekilde birilerinin hayatını sona erdirmiş yani o kişileri öldürmüşlerdir. Bunun cezası olarak her gün bu on kişiden biri masalarına bırakılan bir şiirin bahsettiği şekilde ölecektir. Mesela şiirde baltayla öldürüleceği yazıyorsa o kişi baltayla öldürülecektir. Tabii kimin nasıl öleceği belli değildir. Aynı zamanda konuklar katilin aralarından biri olduğunu öğrenince iyice paniklerler. Bunun üzerine kime güveneceğini bilmeyen bu on kişi katili bulmaya çalışırlar.

Okurken oldukça merakta kaldığım ama sonu beni pek de tatmin etmeyen bir kitaptı. Özellikle John Verdon’ın kitaplarını okuduktan sonra onunki gibi devasa bir kurgu ve son beklerdim. Maalesef bana bunu vermedi ve sonda “Ciddi misin?” dedirtti. Ama yine de büyük bir merakla okuduğumu itiraf etmeliyim. Okunabilir bir kitaptı ama sonunu aman aman beklememek gerek. Şiirle ölümlerin aynı olması fikri ise güzeldi.

Bu kitaba puanım: 8/10

Yalnızlık Paylaşılmaz

Özdemir Asaf’tan okuduğum, güzel ve kaliteli şiirlerle bezenmiş bir kitaptı. Aşk şiirleri okumayı sevenlere şiddetli önerimdir.

Bu kitaba puanım: 9/10

Outliers | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Outliers bize insanın başarılı olmasının sadece çok çalışkan olmakla alakalı olmadığını anlatıyor. Elbette ki çok çalışmak büyük bir faktör ama Outliers buna aynı zamanda “fırsatı iyi değerlendirmek” ve “kültürel, ailevi, genetik” faktörleri de ekliyor. Özellikle başarılı olan insanların karşısına her zaman bir “fırsat”ın çıktığını ve bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirdikleri için başarılı olduklarını anlatıyor Outliers. Fırsatı değerlendirmenin sonuçlarına ve aynı zamanda başarının kimi zaman doğduğunuz yıla, ırkınıza ve kültürel, ailevi değerlerinize göre nasıl değiştiğini ve bunun sonuçlarının ne olduğunu da inceliyor. Okuduğum en güzel ve kaliteli kitaplardan bir tanesi. Kendinizi geliştirmek için oldukça ideal. Sıkılmadan dolu dolu okunan bir kitap.

Bu kitaba puanım: 10/10

Çöküş ve Yükseliş

Gölge ve Kemik serisinin 3. Kitabı. Spoiler olmasın diye sadece puanımı yazacağım.

Bu kitaba puanım: 7/10

Çakıcının İlk Kurşunu | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Sabahattin Ali’nin öyküleri, şiirleri ve denemelerinden oluşan bir kitap. İsmini de içinde geçen “Çakıcının İlk Kurşunu” öyküsünden alıyor. Çakırcalı Efe günün birinde babası adaletsiz bir şekilde öldürülünce tüm kötülere ve kötülüklere karşı bir savaş açar ve gittikçe kötülerin korkulu rüyası olur. Bir nevi halkın kahramanına dönüşen Çakırcalı Efe adaletsizliğe ve kötülüğe karşı açtığı bu savaşla devletin yapması gereken sorumluluğu halkına karşı kendisi yapar.

Yine çok sevdiğim bir kitabı oldu Sabahattin Ali’nin. Toplumun sorunları ve yaşadıkları üzerine yazılarıyla onlara yol göstermeyi amaç edinen Sabahattin Ali yine bize kaleminin kalitesini ve güzelliğini kanıtlıyor. Diğer kitaplarda alıntı paylaşmadım ama bu kitap için bir alıntı paylaşmak istiyorum. Bu alıntıdan Sabahattin Ali’nin nasıl döneminin çok üstünde bir yazar olduğunu görecek, hatta 21. Yüzyılı bile aşmış bir yazar olduğunu görecek ve kadına verdiği değeri bir kez daha anlamış olacağız.

“Kadın bir erkeğe varmaz, kadın bir erkeğe verilmez ve bir erkek bir kızı almaz, (almak, vermek) bu tabirler kadını kıymetten düşüren, ona ahkar (en hakir) mahiyeti veren şeylerdir ve her şeyden evvel bu zihniyeti kadınlarımız kafalarından çıkarmalıdır; bilmelidirler ki iki cins birbirleriyle hayatlarını birleştirirken yuvaya getirdikleri aynı kıymette şeylerdir ve koca mal sahibi değil, ortak, hayat ortağı demektir.”

Bu kitaba puanım: 10/10

İntibah | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Ali Bey günün birinde arkadaşlarıyla pikniğe gider. Sıradan bir günün sıradan bir saatinde ne olacaksa o oluyordur. Ta ki arabayla önlerinden bir hanımefendi geçene kadar. Ali Bey kalbini bu hanıma kaptırır. O kadar güzel ve o kadar göz alıcıdır ki… Bu hanımefendinin ismi Mehpeyker’dir. Hayattan ve aşktan habersiz Ali Bey ilk defa böyle şeyler hissettiği için Mehpeyker’in de kendisine karşı gösterdiği ilgiyi gerçek sanır. Ama daha sonralarında Mehpeyker’in gerçek yüzünü görecek olan Ali Bey hatalarından dönmek için çok geç olduğunu anlayacaktır.

İyi ve kötünün ne olduğu karakterler üzerinden keskin bir şekilde anlatıldığı “İntibah” aynı zamanda Türk edebiyatının ilk romanı olma özelliğini de taşıyor. Aşktan gözü dönen Ali Bey’in aşkı yüzünden çöküşü, yaşadıklarının karakteri üzerindeki tesirleri ve Mehpeyker ile Dilaşub karakterleri üzerinden saf iyi ve saf kötünün anlatılması oldukça incelikli bir şekilde okura aktarılmıştı. Mehpeyker hakkında söylenenleri umursamayıp kendisini de çevresindekileri de yakan Ali Bey’den körü körüne bir şeylere inanmamayı ve son pişmanlığın fayda etmediğinden ötürü bir şeyleri iyice araştırıp sonsuz güven duymamayı öğreniyoruz.

Bu kitaba puanım: 8/10

İrade Eğitimi | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Jules Payot bu kitabı özellikle gençlere yol göstermesi için yazıyor. İradenin eğitilebilir oluşunu kanıtlarla destekliyor ve bunun nasıl yapılacağına alttan alta ve kısa kısa değiniyor. Son sayfalara doğru oldukça tekrara düşülmüştü ve bu bir yerden sonra okuru biraz bunaltıyor. Ama onun dışında kitap eğitici ve herkesin anlayabileceği hafif bir dille yazıldığında ötürü oldukça akıcıydı. Tabii ki yer yer döneminin dayattığı bazı düşünceler de yazarı etkilemiş ama onları da dönemi kapsamında değerlendirdiğim için çok da takılmadım.

Bu kitaba puanım: 8/10

Vakıf’ın Sınırı

Asimov’un “Vakıf” serisine ait bir kitabı. Spoiler içermemesi için sadece puanımı yazacağım ve ilk kitabına yaptığım incelemenin linkini bırakacağım. Buraya tıklayarak incelemeye ulaşabilirsiniz.

Bu kitaba puanı: 8/10

Gömülü Şamdan | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Yahudilerin yaşadıkları zorlukları ve şehirlerine yapılan baskın sırasındaki duygularını temel alan bir kitap. Baskın sırasında Yahudiler’den kutsal bildikleri bir şamdan alınıyor. Şamdanın da alınmasıyla bu durum bardaktan taşan son damla oluyor ve bir ekip toplanıp şamdanı geri almak üzere yola çıkıyor. İki neslin inançlarına olan saf sevgisini, ezilip zulüm görmelerini ve kendilerine ait olan kutsal şamdanı canları gibi korumalarını konu edinen bir kitap. Yahudilerin birbirlerine karşı kardeş gibi davranmaları ve ne olursa olsun o şamdanı bulmaya çalışmaları çok güzeldi. Ana karakterin tutumu, özellikle ahlaklı ve vicdanlı olması kitaba çok ayrı bir hava katmıştı. Zevkle okuduğum ve herkese önerdiğim akıcı bir kitaptı.

Bu kitaba puanım: 7/10

Vakıf ve Dünya

Asimov’un “Vakıf” serisinden bir kitap. Spoiler olmaması için sadece puanımı yazacağım.

Bu kitaba puanım: 8/10

Üç Kız Kardeş | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Doğdukları yer olan Moskova’dan 11 yıldır ayrı kalan Maşa, Olga ve İrina isimli üç kız kardeşin babalarının ölümü sonucu iyice çöken bu kardeşlerin insanlarla olan ilişkilerini, aşk hayatlarını ve hayata bakış açılarını okuyoruz. Her sayfadan buram buram özlem, üzüntü ve keder okunsa da aynı zamanda buruk bir umut da bizi karşılıyor bu 128 sayfalık kitapta. Kederi ve özlemi iyice hissettiğimiz bir öyküydü. Aman aman beğenmesem de okuduğum için pişmanlık da duymadım.

Bu kitaba puanım: 6/10

Martı | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Treplev genç bir tiyatro yazarı olma yolundadır. Yazdığı tiyatroyu oyuncu olan annesi ve diğer seyircilere sunmak ister ama annesi Arkadina’nın daha ilk dakikadan kendisini başarısız görmesi bu isteğini iyice söndürür ve yaptığı işe olan tutkusuna balta vurur.

Treplev aynı zamanda Nina isimli bir oyuncuya aşıktır. Nina ailesinin baskılarına rağmen yaşadığı yerden kaçar ve şöhreti bulmak için yeni bir hayata atılır. Ne var ki hayatı istediği gibi ilerlemez. Tiyatro oyunu sırasında seyirciler arasında bulunan başarılı bir yazar olan Trigorin’i görür ve kendisini ona kaptırır. Daha doğrusu onun şöhretine. Ama hayatını daha da mahvedeceğinden habersiz Nina hem kendini hem de Treplev’in ona adadığı sevgisini harcayacağından habersizdir. Treplev hem aşkta hem de yazdığı şeylerde yaşadığı başarısızlık üzerine ise iyice çöker ve hayatı yanlış bir yönde ilerlemeye başlar.

Eskiye karşı çıkıp yenilik getirmeye çalışan bir gencin karşısına döneminin basma kalıp fikirleri ve akımları çıkınca düştüğü çıkmaz yolda hissettiklerini okuyoruz. Martı sembolünden verilmeye çalışılan mesajıyla dolu dolu bir kitaptı. Tıpkı “Üç Kız Kardeş”te de olduğu gibi umutsuzluk, hüzün ve kederle bezenmiş bir kitaptı. Ama  bana kalırsa “Martı” “Üç Kız Kardeş” kitabından çok daha güzeldi.

Bu kitaba puanım: 7/10

Devlet | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Sokrates doğru ve doğru olmayanın neler olduğu üzerinden ideal devlet kavramını açıklamıştır. Devletin filozoflarca yönetilmesi gerektiği, devlette nelerin olması nelerin olmaması gerektiği, sanat ve bilimin devletteki yerinden kadın ve erkeğin devlete karşı olan sorumlulukları ve eşitlikleri incelikle ve ayrıntılarla açıklanmıştı. Demokrasi, monarşi ve aristokrasinin incelendiği, hangisinin daha uygun olduğu ve ideal bir devlette insanların nasıl karakterlere sahip olması gerektiği gibi düşüncelerle de bezenmişti. Genel olarak düşüncelerini mantıklı bulduğum ve farklı bir bakış açısı kazandırmak adına okunması düşündüğüm kaliteli bir eserdi. Sonlara doğru biraz bunaldım ve kitap bana biraz ağır geldi. İleriki zamanlarda tekrar okumayı düşünebilirim. Ağırdan kastım da o dönemin yapısını bilmeden okumam oldu. Bazı yerlere “Nasıl yani?” demememden kaynaklı diğer kişilerin de yorumlarını okuyayım dedim ve oldukça ayrıntılı ve açıklayıcı incelemelerle karşılaştım. Bundan ötürü ileriki zamanlarda tekrardan okumayı düşünebilirim ama şu anlık düşüncelerim bu şekilde.

Bu kitaba puanım: 6/10

Nisan, Mayıs ve Haziran aylarım bu şekilde geçti. İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla ve sevgiyle kalın!