Light Pink Pointer

23 Eylül 2021 Perşembe

Vakıf | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Asimov’un yazdığı “Vakıf” serisinin ilk kitabı olan “Vakıf”ı inceliyorum. Umarım bu incelememden hoşnut kalırsınız. O halde sizleri daha fazla bekletmeden incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?
Galaktik İmparatorluk, akla hayale sığmayacak kadar büyük bir imparatorluktu. Gelişmiş bir teknolojisi vardı ve refah seviyesi yüksekti.

Ancak günün birinde Hari Seldon isimli psikotarihçi bir bilim insanı, İmparatorluk’un çökeceğini hesaplamaları sonucu tahmin eder hatta kesin gözüyle bakar. Bunun üzerine ilk başta Seldon’ı susturmaya çalışsalar da daha sonrasında Seldon ve yandaşlarını duymazdan gelemezler. 

Seldon bu çöküşün kaçınılmaz olacağını ama çöküşün sonucunda
başlayacak olan karanlık çağı en az sürecek şekilde yönetmek için bir şeylerin yapılabileceğini söyler. Bu da Ansiklopedi fikrini insanlara açmasını sağlar.

Tüm bilgi birikimini yapılacak olan bu Ansiklopedi’ye aktarırlarsa karanlık çağ en fazla bin yıl kadar sürecektir. İnsanlar Ansiklopedi sayesinde önceden edinilen deneyimleri öğrenecek ve buna göre önlemler alacaklardı.

Bunun üzerine Seldon ve yandaşlarını İmparatorluk’un en ücra köşesindeki bir gezegene yerleştirirler ve çalışmalarını burada yapmalarını söylerler. Seldon ve yandaşları -yani diğer bilim adamları- Ansiklopedi üzerine çalışmaya başlarlar ama elbette ki bu Ansiklopedi kısa sürede bitmeyecektir. Bunun için gelecek kuşakların da emek harcaması gerekiyordu.

Bu Ansiklopedi işi için açtıkları kuruma ise “Vakıf” ismini verirler. Ancak Seldon öldükten yaklaşık 50 yıl sonra insanlar Ansiklopedi fikrinden uzaklaşırlar. Kendi çıkarlarıyla ve daha farklı şeylerle ilgilenmeye başlarlar. Ama Seldon’ın Vakıf dışında başka amaçları olduğundan habersizlerdir…

Benim düşüncelerim neler?

Bilim ve geleceğe yardım amacıyla açılan Vakıf zamanla amacını yitirir. Öyle ki Vakıf artık bir siyaset aracı olur.

Bu kitaptan şahsen ben insan topluluğunun olduğu her yerde siyasetin, üçkâğıdın ve sosyal tabakanın olacağını çıkardım. İnsanlar hükmetmeyi severler, lider olmak için ellerinden geleni artlarına koymazlar. Bu tüm tarih sahneleri boyunca böyledir ve Vakıf’ın da amacından sapıp her toplumda olduğu gibi siyasete karıştığını görüyoruz.

Aynı zamanda insanların yüce bir varlığa inanma ihtiyaçlarının da Tanrı kavramını oluşturduğunu görüyoruz. Tabii din, siyasetin oyuncağı oluyor. İnsanları vicdani olguları üzerinden korkutarak hükmetmek, daha açık konuşmak gerekirse insanları korkutarak yönetmek, başka şekillerde yönetmekten daha kolay ve etkilidir. Bundan ötürü bu tarz hadiseler gerçekleşiyor ve gezegenler arası anlaşmazlıklar vb. şeyler peyda oluyor.

Okurken merak ettiğim ve “Daha sonra ne olacak?” diye sayfaları çevirdiğim bir kitaptı. Akıcıydı ve oluşturulan dünya insanı içine çekiyordu. Otostopçunun Galaksi Rehberi gibi kitapları sevenlerin Vakıf serisine de bir şans vermesini öneririm.

Siz “Vakıf” kitabını okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla ve sevgiyle kalın…

Bu kitaba puanım: 7/10

Alıntılar

“Başarıya giden yolda planlama tek başına yeterli değildir. İnsan koşullara göre tavır almayı da bilmeli.”

“Önyargı ne zamandan beri kendinden başka yasa tanır oldu?”

 

16 Eylül 2021 Perşembe

Kalp Çarpıntısı | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Alice Oseman’ın yazdığı “Kalp Çarpıntısı” isimli çizgi romanı yorumluyorum. Umarım bu incelememden hoşnut kalırsınız. Bu arada 1000Kitap hesabı açtım. Okuduğum kitapları, incelediğim kitapları, okuduğum ama incelemediğim, incelemeyi de düşünmediğim kitapları da dâhil olmak üzere ve daha nicesini oraya koyuyorum. Yeni açtım hesabı ama bundan sonra aktif olarak kullanmaya çalışacağım. 1000kitap hesabıma ulaşmak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz. O zaman daha fazla uzatmadan incelememe geçeyim.

Ne anlatıyor?

Charlie Spring, eşcinsel olduğundan dolayı okulunda zorbalığa uğramış ve dışlanmış biridir. Oldukça zor zamanlar geçirmiştir ve yeni yeni toparlanıyordur.

Charlie erkek lisesine gidiyordur. Günün birinde aynı sınıfta olduğu ve kendisinden bir yaş büyük Nick Nelson ile tanışır. İlk başta sadece sıra arkadaşıdırlar ama daha sonrasında konuşa konuşa iyice samimi olurlar. Öyle ki Nick, Charlie’yi spor takımlarına davet eder ve daha da samimi olurlar.

Charlie, Nick’in eşcinsel olmadığından neredeyse emindir ama kendini bir anda Nick’e kapılmış halde buluverir. O kadar samimidirler ki çevrelerindeki herkes şaşırıp kalır.

Nick her ne kadar herkes tarafından eşcinsel olarak bilinmese de Nick de yavaş yavaş Charlie’den hoşlanmaya başladığını fark eder. Bunun üzerine Nick, kimliğini bulmaya çalışırken hem Charlie ile daha yakın olur hem de hayatının en mutlu dönemlerini yaşadığını fark eder. Bu hissettiği çok farklı bir duyguydu. Bu duygu aşktı.

Bu ikili hem birbirlerini daha yakından tanımaya çalışırken hem de Homofobiye karşı bir savaş başlatırlar. Baş koydukları bu yolda karşılarına çıkan engelleri aşıp ne olursa olsun ilerlemeye çalışan bu çiftin sevgisini, tutkularını ve güçlü duruşlarının nasıl da diğerlerine örnek oluşturduğunu okuyoruz.

Benim düşüncelerim neler?

Kitap eşcinsel karakterler içeriyor diye D&R ve Idefix gibi birkaç kitap satan kitap satış sitesinden kaldırıldı. Bu açıkçası benim canımı çok yaktı. Bir kadının bir erkeği sevmesi ile bir erkeğin bir erkeği sevmesi veya bir kadının bir kadını sevmesi arasında bana kalırsa hiçbir fark yok. Öncelikle insanların hayatlarının bizi ilgilendirmediğini bilmemiz gerek. Kimin kimi sevdiği, kimin hangi yönelime sahip olduğu bizi hiç alakadar etmez. İnsanlara saygı duymak zorundayız.

Birçok müşteri de “Çocuklara kötü örnek oluşturuyor.” “Siz nasıl eşcinsel kitapları satarsınız!” gibi tepkiler göstermişler. Öncelikle her çizgi romanın çocuk kitabı olmadığını öğrenmemiz gerekiyor. Bu bir genç yetişkin romanı. Bu yüzden de kimse bu esere “çocuk kitabı” diyemez. Bu tamamıyla müşterinin kendi bilgisizliğidir. Araştırıp çocuklara bu şekilde kitaplar alınması gerekir. Bunun hakkında ne yayınevi, ne yazar ne de satış siteleri bir şey yapabilir. Eşcinsellik kadar da normal bir şey yok ayrıca. Bu bir kimliktir. Siz nasıl kendi kimliğinize sahipseniz onlar da kendi kimliklerine sahipler. Kimsenin kimseye kimlik bunalımı yaşatmaya hakkı yoktur.

Bana kalırsa burada müşterilerin suçlu olduğu kadar yayınevleri de suçludur. Evet, yayınevleri genelde bu işin parasına bakıyorlar ama kitabı kaldıran yayınevlerinin adam akıllı bir açıklama yapıp kitabın satışına devam etmesi bana kalırsa daha güzel ve daha doğru olurdu. Açıkçası direkt olarak kitabı kaldırmaları beni çok üzdü. Bundan dolayı da kitabı kaldıran ve Homofobiye dolaylı yoldan ya da direkt olarak destekte bulunan bu tarz yayınevlerinden kitap almama kararı aldım. Belki benim kitap almamam onları çok etkilemez ama bir kişi bir kişidir. Bu kişi sayısının çoğalmasını umuyorum. Böylece bu tarz yerlere destek olmamış oluruz.

Biraz da kitabın kendisine değinelim. Kitap sadece eşcinsellikten değil aynı zamanda yeme bozukluğu ve kendine zarar verme gibi eğilimlere de değiniyor. Kısacası birçoğumuzda olan bu tarz toplumsal problemlere değinmesi bana kalırsa kitabın kalitesini artırıyor.

Kitap şu anda 3 ciltten ibaret. Ama devamı gelecek gibi duruyor. Üç cildin üçünü de bir günde bitirdim. O kadar akıcıydı ki elimden bırakamadım açıkçası. Okurken sürekli yüzümde bir gülücük oldu. Nick ve Charlie çok tatlılardı.

Kitapta sadece öpüşme sahneleri var. Yani öyle insanların abarttığı kötü içerikler içermiyor.

Saf, temiz ve çok tatlı bir aşkı okuyoruz bütün sayfalar boyunca. Açıkçası çok severek okuduğum bir eser oldu. Klasik bir işlenişi ve tahmin edilebilir bir olay örgüsü olsa da gerçekten eğlenerek ve içim yumuş yumuş olarak okudum.

Siz “Kalp Çarpıntısı”nı okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler? Sizce “Kalp Çarpıntısı”nın Muzır Yayın ilan edilip sadece poşetlerle satılabilecek olması etik mi?

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok iyi bakın, sağlıcakla kalın…

Bu kitaba puanım: 8/10

Bir önceki incelemelerim

Dorian Gray’in Portresi kitabına yaptığım incelemeye ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.

Gurur ve Önyargı kitabına yaptığım incelemeye ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.

 


Dorian Gray’in Portresi | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Oscar Wilde’ın yazdığı “Dorian Gray’in Portresi”ni inceliyorum. Umarım bu incelememden hoşnut kalırsınız. Çok fazla uzatmak istemediğimden hemen incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Dorian Gray, tapınılası bir yakışıklılığı olan, genç ve herkesin hayran hayran baktığı biridir. Gençliğinin baharında olan Dorian; hayatı tozpembe görüyor, hayatını pek de düşünmeden yaşıyordur.

Günün birinde portrelerini çizen Ressam Basil için tekrardan bir poz verirken Ressam Basil’in arkadaşı olan Lord Henry ile tanışır.

Lord Henry de herkesin kaldığı gibi Dorian Gray’e hayran kalır. Çok güzel ve çok gençtir.

Lord Henry, Dorian Gray’e bu zamanlarının kıymetini bilmesini, yaşlanacağını ve yüzüne bakılmayacağı, bu yakışıklılığının kıymetini bilmesini söyler. Bu sırada da tablodaki Dorian’ın ne güzel çizildiğini, gençlik pırıltılarını ne güzel taşıdığından bahsederek tabloyu över.

Bunun üzerine Dorian Gray’in aklına bir anda bu korkunç fikirler yerleşir. Yaşlanacaktır. Artık yüzüne bakılmayacaktır. İyi de artık yakışıklı olmazsa elinde başka neyi kalırdı ki?

Bunun üzerine Dorian Gray “Keşke ben hiç yaşlanmasam da bu tablo yaşlansa!” diye içinden yakarır, dua eder. Ama duasının gerçekten gerçekleştiğini görene kadar bunu öylesine bir yakarış olarak düşünür…

Benim düşüncelerim neler?

Dorian Gray duasını ettikten sonra artık ruhu tamamıyla tabloya yansımaya başlar. Kendisi hiç yaşlanmaz ama tablo yaşlanır. Ne kadar günah işlerse işlesin ruhunun kirlenmediğine inanır ama tablodaki resimden günahlarının ruhunu nasıl etkilediğini görür.

Dorian bencil ve berbat bir insana dönüşür. Yaşlanmayacağının, günahların ruhunu kirletemeyeceğini düşünerek istediği gibi davranır. Oysa ruhundaki her şey tabloya yansır.

Buradan şu yorumları çıkarabiliriz:
Öncelikle bir bölümde Basil; artık Dorian’ın eski Dorian olmadığını, değiştiğini ve değişmeyen gerçek Dorian’ın tablodaki Dorian olduğundan bahseder. Buradan aslında yaşayan Dorian’ın sadece bir kılıftan başka bir şey olmadığını anlıyoruz. İçindeki, zihnindeki tüm kötülükler aslında yerli yerindedir. Bunlar ruhuna yansır ve bunları tabloda görür. Gerçek Dorian tablodakidir ve kendisi her ne kadar değişmediğini söylese de günden güne karanlığa doğru yol alıyordur.

148. sayfada Dorian tablodaki Dorian’ın kendisinin rehberi olacağını söylüyor. Aslında burada Dorian, biz insanların yapamayacağı bir şekilde ruhunu gözlemleme fırsatı buluyor. Bundan ötürü günahlarının ve hatalarının tabloya yansımasıyla aslında hatalar yaptığını fark edip kendini düzelmeye çalışıyor ama zihni bu kadar kirlenmiş ve kendi benliğini kaybetmiş bir insan için bu pek de mümkün değildir.

Dorian aynı zamanda Sybil denen bir kızdan hoşlanıyor. Sybil bir tiyatro oyuncusudur. Berbat bir yerde çalışıyordur ama harika bir oyuncudur. Juliet’i, Ophelia’yı ve daha nice tutkulu ve isimlerini tarihe kazımış kadın karakterleri canlandırıyordur.

Bana kalırsa Dorian’ın Sybil’i sevme sebebi buydu. Sybil, ölümsüz karakterleri canlandırıyordu. Kaç yüzyıl geçerse geçsin isimlerini yaşatan karakterlerdi bunlar. Dorian yaşlanmamaya ve ölümsüzlüğe fazla odaklanmış bir karakter. Sybil’i de hiçbir zaman Sybil olarak görmüyor. Sybil onun için hep canlandırdığı ölümsüz ve tutkulu karakterlerden ibaret. Bu ölümsüzlük, isimlerin tarih sahnesine kazınması ve asla unutulmaması Dorian’ı cezbediyor, Sybil’i gözünde değerleştiriyor. Bunu 155. Sayfada söylediği “Tüm dünya sana taparken sen benim ismimi taşıyabilirdin.” Demesinden anlıyoruz. Burada Sybil, Dorian’a o kadar âşıktır ki artık âşık karakterleri başkalarının yüzüne bakarak oynayamıyordur. Çünkü gerçek aşkı tiyatro sahnesinde değil Dorian’da bulduğunu düşünüyordur. Ama Dorian Sybil’in bu düşünce sonucu gerçekleştirdiği berbat oyunculuk sonrasında Sybil’in ne hayal ettiği gibi bir Juliet ya da Ophelia olduğunu görüyor. O da herkes gibi yaşlanacak, çirkinleşecek basit bir insandır. Böylece Sybil Vane’in hayatından çıkıp gidiyor ve arkasında büyük bir enkaz bırakıyor. Sybil Vane, Dorian’ı ölümsüzleştirecek isim değildir.

Dorian belli bir dönemde sanata merak salıyor. Sanata merak saldığı bu dönemde “Sanat’ın da kötü ve iğrenç canavarlara sahip olduğunu” söylüyor. Burada Dorian sanatı kendiyle özleştiriyor. Sanat, görselliktir. Estetik zevktir. Dorian da insanların gözünde sadece görünüşünden ibarettir. Sanatın da kendi içerisinde bu tarz çirkinliklere sahip olması Dorian’ı içindeki çirkinliklere karşı avutuyor.

En sonunda ise Dorian; yaşlılığın getirdiği kötülüğün, çirkinliğin aslında ruhun kendisinde olduğunu anlıyor. Aslında da anlatılmak istenen buydu zaten.

Bir sürü meteforlar barındıran “Dorian Gray’in Portresi” kitaplığımın enleri arasında girdi. En sevdiğim kitapları sayarken artık “Dorian Gray’in Portesi”ni de sayacağımdan eminim.

Alttan altta bu kadar mesaj barındıran bir kitabı okumak beni hem düşündürdü hem de heyecanlandırdı. İnsanların nasıl sadece görünüşe önem verdiğini, günahların ağırlığını taşımanın neleri etkilediğini, insanı ne hale soktuğunu okumak oldukça ilginçti. Kitabı okurken kitap karakterlerini analiz etmek ise ayrı eğlenceliydi.

Çevirmenin de çok kaliteli olduğunu düşünüyorum. Okuduğum "Tess" kitabını da Handan Ünlü Haktanır çevirmişti. Açıkçası "Tess"in o uzun ve betimlemeli cümlelerini oldukça düzgün bir şekilde çevirebilen çevirmenimizin "Dorian Gray'in Portresi"ni de oldukça başarılı bir şekilde çevirdiğini düşünüyorum.

Okurken bol bol düşündüğüm bu akıcı kitabı herkese öneririm. Siz "Dorian Gray’in Portresi"ni okudunuz mu? Okuduysanız sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok iyi bakın, sağlıcakla kalın…

Bu kitaba puanım: 10/10

NOT: Çok fazla alıntı olduğundan alıntılar bölümü boş bırakılmıştır.

 

Gurur ve Önyargı | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Jane Austen’ın yazdığı “Gurur ve Önyargı”yı inceliyorum. Umarım bu incelememden hoşnut kalırsınız. Giriş cümlelerimle sizleri boğmamak adına direkt olarak incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Bennet ailesi, bir anne baba ve 5 kız kardeşten oluşan kalabalık bir ailedir. Kızlar birbirinden güzeldir ama bu kardeşlerin tek ortak özelliği budur. Birbirlerinden çok farklıdırlar ve hepsinin farklı hayat görüşleri vardır.

Dönemlerinin getirdiği “Her bekâr kadın ve erkek evlenmeli.” anlayışını ne yazık ki bu kızlara da dayatan aile, kızlarını bir an önce evlendirme derdindedir.

Şansa ki oldukça yakınlarına zengin, yakışıklı ve ismi ile ün yapmış b
ir soylu olan Mr. Bingley taşınır. Elbette ki bu şansı kaçıramayacaklarını düşünen evin annesi Bayan Bennet beyefendi ile tanıştırıyor kızlarını.

Jane oldukça güzel bir kızdır. Tam bir melektir. Öyle ki kimse hakkında kötü düşünmez, herkesin içinde bir iyilik olduğuna inanırdı.

Mr. Bingley’in gönlünü kazanan Jane’de yavaş yavaş Mr. Bingley’e kapılırken bu iki aşığın evleneceğine herkes kesin gözüyle bakıyordu.

Ta ki aileler arasında olan kargaşalara kadar. Her iki taraf da kendilerini çok üst düzey görerek gururlu davranıyor, karşı taraf hakkında da olur olmaz şeyler düşünüp önyargılara sahip oluyorlardı.

Elizabeth, ailenin en olgun kızı, her ne kadar ablasının mutluluğunu istese de o da Mr. Bingley ve onun ailesini pek sevmemiştir. Özellikle de Mr. Bingley’in arkadaşı olan ve bir onun kadar soylu olan Mr. Darcy’i.

Mr. Darcy’e nefreti gün geçtikçe kabaran Elizabeth hem kendini hem de ablasının mutluluğunu korumaya çalışırken en nefret ettiklerinin en sevdiği, en sevdiklerinin ise en nefret ettikleri olacağından habersizdir…

Benim düşüncelerim neler?

Geçtiği dönemden ötürü maalesef kadınların önemsiz ve eşya gibi görüldüğü bir roman okuyoruz. Ama geçtiği dönemi anlamak ve bir zamanlar kadınlara nasıl davranıldığını gözlemlemek açısından oldukça etkili bir kitap. Bir roman yazıldığı ve bahsedildiği döneme göre değerlendirilmelidir. Bu yüzden bu durum üzerine çok fazla konuşmaya lüzum göremiyorum.

Bu kitapta anlaşılacağı üzere güçlü olan kadın karakterimiz Elizabeth Bennet. Ama şunu belirtmeliyim ki Elizabeth her ne kadar olgun, dönemine göre ileri düşünen bir kadın olarak tanıtılsa bile bize ben birçok hareketini oldukça eski kafalıca buldum. Tabii ki bahsettiğim gibi öykünün geçtiği döneme göre oldukça olgun bir karakter ama yine de daha olgun bir karakter olsaydı bana kalırsa gönlümüzde çok daha güzel bir yere sahip olabilirdi. Yine de Elizabeth’in birçok hareketini oldukça takdir ettim. Bunlardan biri Mr. Collins’in teklifini reddediş biçimi diğeri ise Lady Catherine ile Mr. Darcy hakkında konuşma biçimi, kurduğu cümlelerdi. Kitabı okuyunca neden bahsettiğimi anlayacağınızı düşünüyorum. Bahsettiğim yerler gerçekten de Elizabeth’in olgun tarafını gördüğümüz kısımlardı.

Bunun dışında insanlar sırf birbirleriyle şan, şöhret ve rahat bir yaşam için evleniyorlar. Başkalarının ne dediği, kimin kızının daha önce evlendiği gibi şeylerin önem taşıdığı bir toplum yapısı işlenmiş Jane Austen’ın bu romanında.

Dikkatimi çeken bir bölümden bahsetmek istiyorum. Lady Catherine’in “Kadınların tek başlarına bir yere çıkmamaları gerektiği”ni söylediği kısımda gerçekten sinir krizi geçirdim. Sanırım Mrs. Bennet’ten sonra en sevmediğim karakterlerden birisi Lady Catherine’di. Bu tarz cümlelerden dönemin toplum yapısı hakkında daha çok bilgi sahibi olabileceğinizi düşünüyorum kitabı okurken.

Özet geçmek gerekirse her iki tarafın da gururlu ve önyargılı olduğu, kimin kimle evleneceği hayatların merkez noktasına konulmuş olduğu oldukça akıcı bir roman okuyoruz. Açıkçası o kadar entrika ve dedikoduyla doluydu ki kitap, okurken bir klasik eser hızında değil de çıtır çerezlik bir kitap okuyormuşum gibi oldukça akıcı ve takılmadan okudum.

Okunabilecek hoş bir eser. Açıkçası aşırı mı harika diye sorarsanız hayır derim. Evet güzel bir kitaptı ama pek de bana hitap etmedi. Yine okumak için şans verilebilir olduğunu düşünüyorum.

Benim düşüncelerim bunlardı. Siz “Gurur ve Önyargı”yı okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize çok iyi bakın, sağlıcakla kalın…

Bu kitaba puanım: 7/10

Alıntılar

“Gurur, bence çok yaygın bir kusurdur. Okuduğum onca şeyden sonra şuna inandım ki gerçekten çok yaygın; insan doğası gurura bilhassa eğilimli; o ya da bu gerçek veya hayali biz özellikten ötürü kendinden memnuniyet duymayan pek az kişi vardır. Gurur ve gösteriş farklı şeyler, ama sık sık aynı anlamda kullanılıyorlar. İnsan gösteriş düşkünü olmadan gururlu olabilir. Gurur daha çok kendimizle ilgili görüşümüze bağlıdır, gösteriş ise bizim hakkımızda başkalarına ne düşündürtmek istediğimize.”

“Hiçbir şey alçakgönüllü bir görünümden daha yanıltıcı değildir.”

“Sanırım her yaratılışta belli bir kötülüğe doğru eğilim vardır… doğal bir kusur, en iyi eğitim bile üstesinden gelemez.”

“Gerçekten sevdiğim pek az insan var; hele saygı duyduğum daha az insan var. Dünyayı tanıdıkça hoşnutsuzluğum daha da artıyor; her geçen gün insan karakterinin tutarsızlığına ve akıllı, duygulu görünenlere bile güvenilmeyeceğine olan inancım güçleniyor.”

“Her parçası keyif vaat eden bir plan asla başarılı olamaz; büyük bir hayal kırıklığını önlemenin tek yolu ufak bir sıkıntıyı savunmaktır.”

“Gülmek zorunda kalıyordu, ağlamayı tercih ettiği halde.”