Light Pink Pointer

29 Ocak 2020 Çarşamba

Av | Kitap Yorumu


Hepinize selamlar! Bugün “Lütfen hayatımdan çaldığınız 1 saatimi geri verin.” Dediğim bir kitabın incelemesini sizlerle paylaşacağım. M. Rise isimli yazarın kaleme aldığı “Av” kitabını hadi hep beraber biraz daha derinlemesine inceleyelim.

Ne anlatıyor?

Annabelle Jefferson, eskiden ailesinin yaşadığı Hiddenfield Kasabası’na taşınır. Ailesinin ölümü üzerine elbette bu kasabaya gelmeyi ummuyordu. Bu kasabaya adımını attığı anda birçok şey çoktan ters gitmeye başlar. Kurtlar tarafından kovalanır mı dersiniz, bıçaklanan bir kız mı görür dersiniz yoksa saçma sapan soğuk davranışlarıyla “genç kızların hayali (!)” rolündeki Jay Sullivan ile mi tanışır dersiniz… Evet, hepsi iki günde olur. Ha bir de sarışın bir arkadaşımız var. Eden Kingswell. Kendisi de Jay Sullivan kadar “genç kızlarımızın hayali (!)” tipindeki bir karakter. Jay Sullivan’ın sakladığı bir sürü sır vardır. Tehlikeli bir tip olan Jay Sullivan, Annabelle’nin hayatına bir anda girmesi ile peşinden bir takım sırlar getirir. Ve böylece Annabelle’nin esrarengiz hayatı başlamaya başlar.

Benim düşüncelerim neler?

Evet, gelelim benim düşüncelerime. İlk öncelikle belirtmeliyim ki kitabın ilk 60 sayfasını okumama rağmen kitabın ne kadar saçma olduğunu kavramış bulunmaktayım. Ağaçtan atlayan ve yakışıklı çakma Edward Cullen’lar mı dersiniz, klasik Wattpad kitaplarındaki soğuk ve kaslı erkek karakterler mi dersiniz hepsi kitabın içinde vardı. Bir de çakma Bella Cullen’ımız olan Annabelle Jefferson var.

Ah hadi ama! 

“Alacakaranlık”a bayılıyorum ve kitaptaki karakterleri “Alacakaranlık” karakterleriyle kıyaslamaktan nefret ediyorum ama bana böyle hissettirdi açıkçası.

Şimdi birçok kişi “Kitabın sadece 60 sayfasını okudun, belki devamını okursan seveceksin neden ön yargılısın?” diye düşünüyor olabilir. İlk öncelikle Jay Sullivan adlı karakter ile Annabelle arasında olan konuşmalardan ve olay örgüsünün 60. Sayfada olmama rağmen ne kadar hızlı ve korkutucu derecede gülünç bir şekilde ilerlediğine bakacak olursak kitap kesinlikle tam bir fiyaskoydu. Kitaptan aşırı derecede ağır bir Wattpad kokusu yayılıyor. Yanlış anlaşılma olmasın “Gözlük”, “Nar”, “4N1K” falan kitapları gibi kaliteli Wattpad’ten çıkmış gençlik kitapları da var. Ama hani şu kendini bir şey sanan, üstünlük kurmaya çalışan erkek karakter tipleri var ya Wattpad’te. İşte kitap onun gibiydi. Masum rolündeki bir kız ve siyah kıyafetlere bürünmüş sırlar içindeki bir genç.
Ne klişe ama!

Kısacası benim düşüncelerim bunlar. Umarım bu incelememi beğenirsiniz. Kendinize çok iyi bakın değerli okuyucularım, kocaman sevgiler gönderiyorum hepinize!

16 Ocak 2020 Perşembe

Blog Yazmaya Nasıl Başladın | Mim


Hepinize selamlar! Bugün çok güzel bir mim ile karşınızdayım. Bu güzel mime beni mimleyen Deep’e çok ama çok teşekkür ediyorum. Kendisi sayesinde bu mimi fark ettim ve hastalığımı bir nebze unutup kendime geldim. İçinde bildiğim bilmediğim her bitkiyi barındıran bitki çayımla bilgisayarın karşısındayım. Umarım hızlı bir şekilde iyileşebilirim. Siz de kendinize çok dikkat edin havalar bayağı soğudu.

Bu mimi başlatan Birpembesever’e de çok teşekkür ediyorum. Sayesinde bilmediğimiz bloggerları mim sayesinde tanımış oluyoruz. Buradan ona da kocaman sevgiler gönderiyorum!

Deep’in yazdığı mime ulaşmak isterseniz diye size linkini bırakayım hemen.


Sevgili Birpembesever’in de bloğunun linkini bırakayım o halde.


O zaman daha fazla uzatmadan mime başlıyorum.

Blog Yazmaya Nasıl Başladın?

Aslında “Notalarla Yolculuk” adlı mimde ufak da olsa Blogger’a nasıl başladığımdan bahsetmiştim. Ama şimdi detaylıca bir şekilde anlatmak istiyorum.

Teyzem “Kayıp Rıhtım” adlı bir platformda kitap, dizi ve film incelemeleri yazmakta. Böyle okuduğu ve izlediği şeyleri insanlarla paylaşması bana çok havalı ve eğlenceli gelmişti. Bir gün teyzem yine bir inceleme yazacaktı ve bilgisayar klavyesinde biraz yavaş yazıyordu. Ben de ona “Sen defterine yazdığın incelemeni oku ben bilgisayara hızlı bir şekilde yazarım.” diyerek yardımda bulundum. Parmaklarım klavyenin üzerinde dans ederken nedensizce bir heyecan ve heves kaplamaya başladı vücudumu. Birkaç gün böyle devam etti. Teyzem okudu ben bilgisayara geçirdim söylediklerini. Bu işten öyle zevk alıyordum ki bir anda teyzeme öylesine şunu söyledim:

“Keşke benim de böyle okuduklarımı ve izlediklerimi aktarabileceğim bir platform olsa.” dedim. O anda teyzem şunu söyledi:

“Neden olmasın? Blogger adlı bir site var orada okuduklarını ve izlediklerini incelersin.” Deyince iyice şok oldum.

Zaten kitap okumayı ve film izlemeyi delicesine seviyordum bu fikirle iyice beni heyecan bastı. Teyzem bana yardımcı oldu ve Blogger’a resmi olarak üye oluverdim.

Hemen yazma istediğimi durduramadım elbette. Yakın zamanda Koray Yersüren’in “Gözlük” kitabını okumuştum. Yazdım bende bloğuma. İlk incelemem işte “Gözlük” olmuştu! Tabii ben ve teyzem yan yana olacağız ve Netflix’ten dizi izlemeyeceğiz öyle mi? Bu imkânsız! Bir sürü teyzemle film izledik ve günü gününe izlediğim filmleri bloğuma aktarmaya devam ettim. Teyzem bizim oturduğumuz şehirde yaşamıyor, o yüzden gitmek durumunda kaldığında Blogger’ı biraz keşfe çıktım. Birçok yerde onu arayıp sürekli rahatsız ettim işte “Şu nasıl yapılır?” “Bunun rengi nasıl ayarlanır?” “Yazı tipini nasıl değiştireceğim?” tarzı sorularla çoğu kez kafasını şişirdim. Ama sağ olsun sıkılmadan hepsine cevap verdi. Benim sürekli arkamda durdu. O yüzden ona sonsuz şey borçluyum.

Benim Blog yazmaya başlama hikâyem buydu. Peki, siz nasıl blog yazmaya başladınız?

Bu mimi gören herkes bence mime katılmalı ama ben de Deep’in yaptığı gibi birkaç kişiyi mimlemek istiyorum.






Kendinize çok iyi bakın değerli okuyucularım. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere hoşça kalın!


10 Ocak 2020 Cuma

Warcross | Kitap Yorumu


Merhabalar! Bugünkü incelememde kitaplarına bayıldığım bir yazar olan Marie Lu’nun “Warcross” kitabının incelemesini yapacağım. Aynı zamanda Marie Lu’nun “Genç Elitler” kitabının da incelemesini yapmış bulunmaktayım. Hemen linkini de vereyim.

“Genç Elitler” kitap yorumu: Buraya Tıkla!

Daha fazla uzatmadan incelememe geçeyim en iyisi!

Ne anlatıyor?

Hideo Tanaka isimli bir gencin 13 yaşındayken Warcross adlı oyunu yaratması ile bütün dünya bu sanal gerçeklik oyununu konuşur. Ama bu oyun normal bir sanal gerçeklik oyunu değildir. Sanki gerçekten oyunun içindeymişsiniz gibi fazlasıyla gerçekçi bir görüntüsü vardır. Bu kadar gerçekçi olması sebebine ise aslında illüzyon denebilir. Çünkü beyine gönderilen algılar sayesinde aslında bu kadar gerçekçidir.

Warcross’un yapımının üstünden 10 yıl geçmiştir ve Hideo Tanaka bir milyarder olmuştur. Herkes Warcross’un bir parçası olmuştur.

Emika Chen ise fakirlik içinde yaşayan, babasının ölümünden sonra ne yapacağını bilememiş, kira parasını nasıl yetiştireceğini düşünen bir genç kızdır. Aynı zamanda Emika polislerin yakalamak için zamanının olmadığı, yasadışı işler yapan Warcross oyuncularını yakalamaktadır. Bu işe de ödül avcılığı denilmektedir. Geçimini ödül avcılığından sağladığı parayla az da olsa sağlamaktadır.

Warcross aslında iki takımın birbirlerinin kafalarının üstündeki cevherleri almayı amaç güden bir çevrimiçi oyun. Warcross Şampiyonaları da milyonlarca insan tarafından izlenmekte, ünlü Warcross oyuncuları tarafından oynanmaktadır.

Bir gün Emika Chen, Warcross Şampiyonasının içine bir kod hatası ile sızar. İzleyiciler ve oyuncular bir anda arenanın içinde canlanan Emika’yı görünce Emika dünyaca konuşulan bir isim haline gelir. Emika normalde izleyici olarak Warcross Şampiyonasına girmiştir. Şampiyonada oynayan kişiler izleyicileri göremez. Ama Emika yaptığı kod hatasından dolayı görünür hale gelmiş ve oyunun ortasında canlanmıştır.

Emika dünyaca ünlü bir şampiyonayı yarıda kestiği için kendisinin başına gelecek olası kötü ihtimalleri düşünürken oyunun yapımcısı Hideo Tanaka ters köşe yapar. Emika’yı azarlamak, davalık yapmak yerine ona bir iş teklifi sunar. Ve bu iş teklifi kesinlikle reddedilemeyecek bir iş teklifidir. Böylece Emika New York sokaklarında iken kendini Japonya’da bulur. Emika’nın da macerası başlamış olur.

Benim düşüncelerim neler?

Marie Lu’nun Warcross kitabı kapağı kadar renkli ve heyecan doluydu. Adrenalin kitabın her kelimesinden içimize doğru işliyor. Lu’nun yarattığı sanal gerçeklik evreni olan Warcross iliklerine kadar mükemmel bir şekilde tasarlanmış.

Kitabın sonlarına doğru Death Note animesindeki gibi adalet anlayışını sorgulamaya başlıyoruz tıpkı ana karakterimiz Emika gibi.

Kitaba bayıldım. Zaten Marie Lu’nun “Genç Elitler” kitabından dolayı ona karşı bir hayranlık besliyordum şimdi daha da bir kendisinin kitaplarına bayılmaya başladım.

Gerçek kötünün kim olduğunu sorgulayacağınız bir eser. Kod dünyasında kaybolmaya hazır olun çünkü Marie Lu’nun Warcross’u karşımızda tüm harikalığıyla duruyor!

Umarım kitabı beğenirsiniz değerli okuyucularım. Kendinize çok iyi bakın, kucak dolusu sevgiler gönderiyorum!

Alıntılar

“Her kilitli kapının bir anahtarı vardır.”

“Herkes dünya barışını sözde destekler gibi görünür. Kendilerini iyi göstermek için anlamsız sorulara hoş bir cevap olarak kullanırlar bunu.”

“Ve güzellik insanlara binlerce zalimliği unutturabiliyordu.”

3 Ocak 2020 Cuma

Elmalı Turta | Kitap Eleştirisi



Hepinize selamlar. Normalde okuduğum serilerin sadece ilk kitabının incelemesini yaparım. Çünkü devam kitaplarını incelerken spoiler verebileceğimi düşünürüm. O yüzden diğerlerini okusam bile sadece ilk kitabın incelemesini bloğumda paylaşırım. Peki, “Ayçöreği” adlı kitabın devam kitabı olan “Elmalı Turta”nın “eleştirisini” neden mi yapıyorum? Çünkü yaptığım bir hatayı telafi etmeye çalışıyorum. Bu arada şimdiden söyleyeyim bu “Elmalı Turta” kitabının tanıtımı olmayacak. Bu benim “Elmalı Turta” kitabına karşı edindiğim düşüncelerimi içeren bir yazı olacak. Yaptığım hataya gelirsek;

Eğer okuduysanız bir önceki incelememde “Ayçöreği” kitabının karakterlerinin biraz saçma karakterler olduğunu ama kitabın okunabileceğini söylemiştim. Çok yanılmışım. “Elmalı Turta” kitabını okumaya bir veya iki gün önce başladım. Az önce de devam ediyordum. Yanılmıyorsam 276-277 ve ya 278. Sayfalar olsa gerek iyice kitap ahlak sınırlarını geçmeye başlayınca kitabı yarım bıraktım. 

Sinirden elim ayağım titriyor desem yeridir. Şimdi belki çok abarttığımı düşünebilirsiniz ama gerçekten kitapta geçen bu kötü içerik kitabı kitaplığıma koyup okumaya son vermem için yeterli bir sebepti. Zaten ana karakterimiz olan Sahra fazlasıyla beğenmediğim bir karakterdi, şimdi bir de üstüne bu eklenince iyice kitaptan soğudum. Normalde böyle bir yazı yazmayı planlamıyordum. Sanırım biraz sinirlendim diye böyle oldu. Ama sizi böyle bir şeyden haberdar etmeseydim rahatsızlık duyardım. Belki “Ayçöreği” kitabını alırsınız ve bu bahsettiğim şey sizi de rahatsız edebilecek bir şey olabileceği için. Bilgilendirmek istedim kısacası.

Olabilecek en saygılı biçimde düşündüklerimi size dile getirdim. Kitabı siz sevmiş olabilirsiniz, saygı duyarım. Ama benim tarzım bir kitap hiç değildi.

Kitaplar arası karşılaştırmayı hiç sevmem, yazarın her kitabı kendi çocuğu gibidir çünkü. Ama Zeynep Sahra maalesef bu kitabıyla değil, Broke&Light kitabıyla olumlu bir izlenim bırakacak gözümde.

Umarım sizi sıkmamışımdır. Bunu belirtmemde fayda olduğunu düşündüm benim gibi böyle kitabın içinde geçen kötü, ağza alınmayacak içeriklerden rahatsız olabilecek insanlar için. Dediğim gibi bu bir kitap incelemesi değil, "Elmalı Turta" kitabına karşı edindiğim düşüncelerdi. Umarım yararlı olabilmişimdir. 

Kendinize çok iyi bakın değerli okuyucularım. Sağlıcakla ve sevgiyle kalın!



1 Ocak 2020 Çarşamba

Ayçöreği | Kitap Yorumu


Hepinize selamlar! Yeni yıl, yeni ümitler ve yeni başlangıçlar derken aradan bir kitap daha çıkardım. Yılın ilk kitabı Zeynep Sahra’nın kaleme aldığı “Ayçöreği” olsun o halde! Umarım incelemem hoşunuza gider. “Ayçöreği” adlı kitap hakkında düşündüklerimi merak ediyorsanız incelememin en sonunda bulundurduğum “Benim düşüncelerim neler?” kısmına bakabilirsiniz. Aynı zamanda Zeynep Sahra’nın bir diğer kitabı olan Broke&Light’ın da incelemesini yapmış bulunmaktayım. Bir de yeni yıl yazıma göz atmadıysanız diye Broke&Light’ın linki ile beraber şuraya bırakayım:

Broke&Light kitabı için yaptığım incelemem: Buraya Tıkla! 

Yeni Yıl hakkındaki yazım: Buraya Tıkla!

Neyse amma uzattım. Hadi incelememe geçeyim!

Ne anlatıyor?

Sahra; ona dövüşmeyi öğreten, zarar gelmesin diye kendisini koruyan, ona kendi kardeşiymiş gibi davranan Ahmet’te âşıktır. Ama bu aşkı kendi içinde büyütmüş, kimseyle paylaşmamıştır. Çünkü Ahmet en iyi arkadaşı olan Erva’nın abisidir. Ve her ne kadar bundan hoşlanmasa da ona “Ahmet Abi” demektedir.

Karşılıksız olduğunu bildiği aşkının ona daha fazla zarar vermemesi için Çıkmaz diye adlandırdıkları mahallelerinden uzak olan bir öğrenci yurduna yerleşir. Fazlasıyla çalışkan olan Sahra, oda arkadaşlarının da gazıyla bir okul partisine katılır.

O okul partisinin onun hayatını kökünden değiştireceğini bilmeden…

Partide olabilecek en kötü şekilde tanıştığı Emir, Sahra’nın hayatına dâhil olur ve Sahra’nın baş belası olur. Aynı zamanda bir aralar katıldığı öykü yarışmasını kazanması üzerine aldığı bir tebrik mektubunun yanında çıkan mavi mektup ile de hayatı değişir. Mavi mektubun yazarı olan ve kendini Mutlu Kelebek diye tanıtan genç de Sahra ile mektuplaşırken aralarında garip bir bağ oluşur ve iyice Sahra’nın hayatı değişmeye başlar.

Aşkını unutmak için yerleştiği yurt odaları onun bu isteğini yerine getirebilecek kadar güçlü müydü? Sahra kalbinin içindeki acıyı dindirmek uğruna nelerden fedakârlık edecek? Yoksa o fedakârlık başka kalplerin kapılarını mı çalacak?

 Hepsi ve daha fazlası için Zeynep Sahra’nın yazdığı “Ayçöreği” adlı kitabı okumanız gerekiyor. Şimdiden size iyi okumalar diliyorum!

Benim düşüncelerim neler?

Kitap hakkındaki düşüncelerim biraz karışık aslında. İlk başta Sahra’yı çok sevmiştim ama sonra ilerleyen sayfalarda, daha doğrusu kitabın ortalarına doğru, Sahra bana dengesiz gelmeye başladı. Dengesizden kastım kendiyle çelişiyordu. İki dakika önce kızdığı, konuşmadığı kişiyi hemen bir anda affediyor.

Şimdi diyeceklerim biraz spoiler içerikli…

Ahmet’i deli gibi severken ve Emir’in ondan hoşlandığını bilmesine rağmen ve kendisi “Emir’le sadece arkadaşız” demesine rağmen Emir’le fazlasıyla samimi olur bundan sonra da Mutlu Kelebek ile mektuplaşmalarına daha farklı anlamlar katmaya başlar. “Hayır, yani Sahra derdin ne hayırdır?” diye düşünüyoruz belli bir yerden sonra ama kitap akıcılıktan da ödün vermiyor. Neyse okumaya devam ettim. Kitap sonlara doğru güzelleşti şükür. Yani tek sıkıntılı noktaları ortalarıydı. Genel olarak kitabı sevdim ama bazı yerleri dediğim gibi sıkıntılıydı. Aynı zamanda Emir’i pek sevdiğimi söyleyemem yaptıklarından dolayı.  

Kitabı sevdim mi sevdim. Hatta 2.sine başladım. Yani bana sorsanız kitabı önerir misin diye öneririm derim. Fena bir kitap değil. Dediğim gibi sadece bazı kısımları saçmaydı.

 Umarım incelememi beğenirsiniz sevgili okuyucularım! Kendinize iyi bakın, 2020’niz hayırlı olsun!

Alıntılar

“Ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim…”

“Gelecek sen planlar yaparken başından geçenlerdir.”

“Hayatta benliği değişenler, aynaya bakmaktan vazgeçenlerdir.”

“Yarayla alay eder, yaralanmamış olan…”

“ -Binlerce kez iyi geceler sana…
-Binlerce kez beter olsun gece, eğer senin ışığın yoksa…”

“İnsan kendi değerini fark etmediğinde hatalar yapar.”

“Sen böyle güzelken bana söz düşmez. Bakma böyle yazılar yazdığıma. Ben aslında ‘Oku!’ emrine amade SENİ okuyorum sevgili. Bir gün kızsan bana, alsan başını yüz bin yıllık yere gitsen, dönüp kavuşacağın yer benim, demedim mi sana?”

“Sen mutlu veya hüzünlü olduğunda, yazdıklarını okurken aynı hislerin bana da geçiyor. Üzgünsen benim de içim sıkılıyor. Mutluysan ben de mutlu oluyorum. Sen yeter ki konuş, ben her şeyi sustururum…”

“Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret etmedikçe, insan yeni okyanuslar keşfedemez.”

“Bazen ölmek isteyecek bir neden değil de, yaşamanı gerektirecek bir sebep bulamazsın.”

“Birini sevmek için bir nedene ihtiyacın yok ki. Bazen sadece seversin. Sebepsiz…”

“Herkes aptallıklarına bahane olacak saçma sebepler bulur.”