Light Pink Pointer

22 Ağustos 2021 Pazar

Kelime Oyunu #38

Hepinize selamlar. Bugün bir kelime oyunu ile daha karşınızdayım. Bu haftanın kelimeleri sevgili DeepTone’dan. Onun yazısına ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.

Kelimeler: Orman, Vahşi, Gözyaşı, Su ve Mavi.

GÖKYÜZÜNDEKİ KADINLAR

Joy ormanın derinliklerinde geziye çıktığından ve kaybolduğundan beri aradan 1 hafta geçmişti.

Bu kadar uzun süre dayanabileceğini düşünmemişti. Açıkçası bu kadar uzun süre kendisinden haber alınamamasına rağmen yine de kendisini arayan bir ekip bile olduğundan şüphelenmeye başlamıştı.

Bu bir haftalık süre boyunca çantasında bulunan atıştırmalıkları az az yiyerek idare etmişti. Kamp yapmak, biraz kafa dinlemek istemişti ama olaylar pek de istediği şekilde gelişmemişti. Telefonu çekmiyordu ve bir süre sonra da şarjı bitmişti.

Atıştırmalıkları onu ne kadar süre hayatta tutardı bilmiyordu ama gittikçe daha da korkmaya başlıyordu. Durumu kabullenmişti ama bu korkusunu dindirmiyordu.

Suya ihtiyacı vardı. Yemek bulmak bu kadar zor değildi ama su bulmak bu ormanın derinliklerinde nedense imkânsız gibi bir şeydi. Joy 1 haftadır su ve doğru yolu bulmaya uğraşmıştı ama ne yolu ne de suyu bulabilmişti.

Ormanın birçok vahşi ve zehirli hayvana ev sahipliği yaptığını biliyordu. Ama şu bir haftada öyle tükenmişti ki artık ölmeyi bile umursamıyordu. Öyle ki ölmek bir kurtuluş olurdu şu durumda.

Artık iyice umudu tükenmişti ta ki karşısına bir anda bir Su Göleti çıkana kadar. Joy bacakları tutmayana kadar suya doğru koştu. Avuçlarını birleştirdiği gibi sudan en az 8 avuç kadar içti. O kadar rahatladı ki istemsizce gülmeye başladı. Aynı zamanda gözlerinden mutluluk gözyaşları akıyordu. Kendini yere attı ve gökyüzünü seyretmeye başladı. Öyle huzurluydu ki uyuyakaldı ve bu, ormanın derinliklerinde yapması gereken en son şeydi.

Uyandığında olduğu yerden daha farklı bir yerde olduğunu fark etti. Bunun üzerine şaşkınlıkla gözlerini kocaman açtı. Hayal mi kurmuştu? O su hayal miydi?

Ama hayır, susuzluğu gitmişti. Öyleyse buraya nasıl gelmişti?

“Uyandı.”

Joy korkuyla sese doğru döndü. Korkmakta da haklıydı.

Ses, vücudunu tamamen mavi boyalarla boyamış ve alnına garip bir yıldız simgesi çizmiş kadından geliyordu.

Kadının seslenmesi üzerine yanına bir düzine kadar daha insan geldi. Bunların hepsi de kadındı. Ve hiçbirinin üstü yoktu. Sadece altlarını örtecek uzun etekler yapmışlardı kendilerine.

Joy şaşkınlıkla bu kadınları inceledi. 1 haftadır bu ormandaydı ama hiç kimselere rastlamamıştı. Neredeydi böyle?

“Ben zararsızım. Beni bırakırsanız söz veriyorum hiç kimseye hiçbir şey söylemem de size yaklaşmayız da.”

Korkudan doğru dürüst cümle kuramıyordu. Şimdi işi bitmişti. Bu kadınlar onu çiğ çiğ yiyeceklerdi.

Ama hiç beklemediği bir tepki ile karşılaştı. Kadınlar bir anda kahkahalar atmaya başladılar.

İlk başta konuşan kadın tekrar konuştu.

“Sana zarar vereceğimizi de nereden çıkardın? Biz kadınlar hemcinslerimize zarar vermeyiz.”

Joy anlayışla başını salladı.

“Peki siz de kimsiniz?”

Aynı kadın “Biz Gökyüzündeki Kadınlar’ız. Bizler ülkemizde ırkçılıktan, inanışımızdan ve daha türlü sebeplerden yargılanmış ve hor görülmüş kadınlarız. Birbirimize bir şekilde ulaştık ve gittikçe daha çok kişiyle tanıştık. Hepimiz özgürlük istiyorduk. Ama her anlamda. Din, dil, ırk hiç fark etmeksizin eşit sayılmalıydık. Ama bunu ülkemizde yapmamız imkânsızdı. İnsanlar bunların normal düşünceler değil de şov ve duyar için yapıldığını çoktan kabullenmişti. Biz ise sürekli hayal kurardık. ‘Ya sadece bize özel bir ülkemiz olsaydı?’.

Bunun üzerine yaşamın kısalığını düşündük ve neden kendimize ait bir ülkemiz olmasındı ki? Neden hayallerimizi gerçekleştirmeseydik ki? Bunun üzerine bu ormana geldik. Hepimiz eşit olmalıydık. İlk öncelikle derilerimizden başladık. Aramızda böyle bir ayrımın yapılmayacağını zaten biliyorduk ama yine de derilerimizi maviye boyadık. Ortak bir dil yarattık. Böylece kimse konuşmakta zorluk çekmiyordu. Tabii hala gelişme aşamasında. Bu ve bunun gibi birçok önemli değişiklik yaptık. Bu küçük ülkemizin başkanı da benim.

Bir tek din konusunda ortak bir inanış biçimi belirlemedik. İsteyen istediği şeye inanabilir. Buna karışamayız.

Ölen binlerce ve milyonlarca kadını da temsil etmesi için gökyüzünün rengi olan maviyi tercih ettik. Böylece Gökyüzündeki Kadınlar olduk. Orada doğduk oraya döneceğiz. Orada doğduk çünkü kadınlar cennetten gelmiştir bu dünyaya. Kadınlar yaratır, toparlar ve birleştirir. Bu bana kalırsa kadınların cennetten geldiğinin en büyük kanıtıdır. Böyle bir varlık ancak oradan gelebilir. Oraya döneceğiz çünkü cennetin kapıları, yuvamızın kapıları bizlere her zaman açıktır.

Böyle 9 yıldır burada yaşıyoruz. Avlanıyoruz, daha çok kadını ağırlıyoruz, onlara yardım ediyoruz, ticaret yapıyoruz… Kısacası geçinip gidiyoruz ama en önemlisi de mutlu geçiniyoruz.” Dedi.

Joy şaşkınlıkla kalakaldı. Bu kadınlar kendi ülkelerini, düzenlerini “yaratmışlardı.”.

“Vay canına.”

Kadın kocaman gülümsedi.

“Bizlere katılmak ister miydin?”

Joy duraksadı. Evini çok özlemişti. Düzenli gittiği bir işi vardı ve bütün zorluklara rağmen çok mutluydu. Burası onun için uygun değildi.

“Çok isterdim ama burada zaten kaybolmuş olduğumdan dolayı bulunuyorum. Ama yaptıklarınızı çok takdir ediyorum. Umarım hayatta istediğiniz mutluluğu yakalarsınız.”

“Anlıyorum. Kaybolduysan sana yardımcı olalım o halde.”

Böylece uzun orman yolunu arşınladılar. Joy onlara nerede yaşadığını söyledi. Böylece aslında 1 haftadır bulamadığı yolun kolayca bulunabileceğini gördü. Yolun sonuna geldiklerinde durdular. Joy bir anda mavili kadına sarıldı.

“Çok teşekkür ederim! Sizleri asla unutmayacağım Bayan..?”

“Morganne”

“Morganne. Sizleri asla unutmayacağım!”

Böylece tüm kadınlara vedalaşıp evinin yolunu tuttu Joy. Eve geldiğinde büyük bir kargaşayla karşılaştı. Tüm herkes onu aramış, ailesi harap olmuş, her yer polislerle dolup taşmıştı.

Joy Gökyüzündeki Kadınlar’ı atlayarak her şeyi anlattı. Bunun üzerine olay çözülmüş oldu.

Gökyüzündeki Kadınlar’ı neden anlatmadığını bilmiyordu. Belki de ormanda geçirdiği 1 haftanın onu delirttiğini düşüneceklerini düşünmüştü. Ya da belki de bu inanılmaz kadınları kendine saklamayı istiyordu. Bilemiyordu.

SON

Okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok iyi bakın, sağlıcakla kalın…

19 Ağustos 2021 Perşembe

Tess | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Thomas Hardy’nin yazdığı “Tess” isimli kitabı inceliyorum. Umarım bu incelememden hoşnut kalırsınız. O zaman uzatmadan incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Tess, eğitimini belli bir seviyeye kadar ilerletebilmiş oldukça güzel bir köylü kızıdır. Yaşadığı yerde mutludur ve kıt kanaat geçinebiliyor olsalar dahi halinden memnundur.

Ta ki günün birinde yaşadıkları yerin papazının Tess’in babası olan Bay Durbeyfield’e aslında soylu bir aileden geldiklerini söyleyene kadar. Bu haber üzerine havalara uçan Bay Durbeyfield, haberi herkese yayar.

Bayan Durbeyfield’ın araştırması üzerine yakınlarda bir yerde soylu ailelerinin ismi olan d’Urberville ismini taşıyan başka bir kişi daha
bulunuyordu.

Tess’i bu kişinin yanına gönderen ailesi, onu belki de sonsuza kadar takip edecek bir lanetin kollarına attıklarından habersizlerdi.

Bu kişinin evine giden Tess, akrabaları olduğu düşünülen kişi olan Alec d’Urberville ile tanışır.

Ne var ki Alec’in bu soy ismi sonradan aldığı ortaya çıkar ama olay çoktan akrabalıktan çıkmış ve kötü bir niyete dönüşmüştür…

Tess başına gelen bu korkunç facia sonucu ne yapacağından habersiz bir şekilde bir yaprak gibi oradan oraya savrulur. Peki, ne yapacaktır? Toplumun dayattığı normlar ne kadar doğrudur? Tess kendi doğrularının peşinden mi gidecektir yoksa dayatılanlara boyun mu eğecektir?

Benim düşüncelerim neler?

Kitabı biraz yavaş okudum. Yoğun bir zamanıma denk geldi açıkçası.

Kitabın ilk 50 sayfası oldukça yavaş ve durağan bir şekilde ilerliyor. Öyle bunaldım ki bu dönemde bunu okumasam sanırım benim için daha iyi olur diye düşündüm ama yarım bırakmaya da içim el vermedi. Her kitabın okunacak bir zamanı olduğunu düşünüyorum ve içimden bir ses de “Tess”i okumak için uygun zamanın şu an olduğunu söylüyordu.

Öncelikle Tess’in başına gelen bu korkunç olay ve bu olayın sonuçları üzerine konuşalım.

Alec, Tess’in istememesine rağmen ona zorla sahip oluyor ve bu olayın herkes tarafından duyulması da kaçınılmaz oluyor.

Ama şaşırmayacağınız üzere burada suçlu Alec yerine daha çok Tess oluyor. Çünkü toplumda her şey kadının üzerine atılıyor. Ataerkilliğin buram buram koktuğu bu kokuşmuş toplum düzeninde başı yanan Tess oluyor kısacası ve bunun sonucu olarak ahlaksız ve daha birçok kötü sıfatlarla anılıyor sevgili Tess.

Aynı zamanda dindarlık o kadar yaygın ki insanlar kaçınılmaz bir şekilde ilerlemeleri gerekirken daha da geriliyorlar. Kısacası Tess’in üzerinde kurulan bu baskı da biraz dindarların yarattığı ve topluma dayattığı algıdan kaynaklanıyor.

Bakireliğin namus olarak, bir kimlik olarak görüldüğü bu geri kafalı toplumun görüşlerine daha fazla dayanamayan Tess yaşadığı yeri terk ediyor ve kendine yeni bir hayat kurmaya çalışıyor.

Tess geçmişinden kaçmaya çalışırken geçmişinin hem şimdiki hem de gelecek zamana sıçrayarak onları da lekelediğinden habersizdir.

Hiçbir suçu olmamasına rağmen ahlaksız olarak görülen Tess, geçmişinden utanıyor ve kimseyle paylaşamıyordur. Çalışmaya gittiği mandırada samimi dostluklar kursa da tam bir kapalı kutudur. Öyle ki âşık olacak en son insan olarak kendini gören Tess, mandırada tanıştığı Angel Clare’in hayatını değiştireceğinden habersizdir.

Tess’in Angel’ı sevmesinin bir sebebinin de Angel’ın Tess’i diğerleri gibi sadece güzelliği için sevmemesi olduğunu düşünüyorum. Tabii ki sadece bu sebepten değil. Angel diğer erkekler gibi saldırganca ve vahşice sevmiyordur. Aynı zamanda oldukça dine bağlı bir papazın oğlu olmasına rağmen dine ait görüşleri çok farklıdır. Dindar değildir ve daha açık görüşlüdür.

Bu ikilinin aşkı tahmin edilemez bir şekilde gelişir. Ama geçmiş, kader ya da siz ne olarak adlandırmak isterseniz öyle adlandırın, peşlerini yine bırakmaz.

Zorluklara göğüs geren Tess, kadınların bir eşya gibi görülüp ikinci plana
atıldığı bu toplumda ayakta kalmaya çalışan ve gururunu önemseyen bir kadındır. Ama elbette ki Tess’in yetiştiği ortamdan kaynaklanan batıl inançları vardır. Hatta öyle ki çok da bağımsız bir karakter değildir. Öyle ki Angel ile aşklarını okuduğunuzda Tess’in Angel’ı nasıl ilahlaştırdığını anlayabilirsiniz. Ki burada Tess bu sefer kendisine bir eşya gibi davranmaya başlıyor. Bunun yerine keşke Tess’in bir kadın olarak nasıl da bağımsız ve güçlü olduğunu okuduğumuz bir roman çıksaymış karşımıza.

424. sayfada dikkatimi çeken bir olaydan bahsedeyim bir de size. Burası biraz spoiler içerebilir. Bundan dolayı eğer kitabı okumadıysanız ya da okumayı düşünüyorsanız “Spoiler Bitimi” yazan yere kadar yazdıklarımı okumanızı önermem.

424. sayfada Alec ve Tess tekrardan karşılaşıyorlar ve Alec, Tess’in bir yoldan çıkarıcı olduğunu söylüyor. Öyle ki Tess’e yüzünü başına taktığı örtü ile örtmesini çünkü ona bakarsa tekrar yoldan çıkacağını söylüyor. Burada Alec’in kendini sanki suçsuzmuş ve kendisinin değilmiş gibi kabahati Tess’e atarak onu yüzünü kapatmaya zorlaması sinirlerimi gerdi. İşte yine kadınlar her şeyin sorumlusu ilan edildi, işte yine kadınlar baştan çıkarıcı oldu… Keşke erkekler de biraz nefislerine hâkim olmayı bilseler de böyle boş konuşmak yerine gerçekten de dedikleri gibi “suçsuz” olsalar… Buradan Alec'in ve genel olarak diğer kişilerin zihniyetlerinin nasıl olduğunu da anlamış oluyoruz.

Spoiler bitimi.

Kısacası kitap hakkındaki görüşlerim bunlardı. Okurken çoğu yerde sinir krizi geçireceğiniz ama küçük ayrıntıları görerek dönemin toplum yapısını gözlemleyeceğiniz güzel bir eserdi.

Eseri geçtiği döneme göre değerlendirmemiz gerektiğinden bazı yerlerden bahsetmeye gerek görmüyorum. O zamanın toplum yapısı ve kişilerin doğruları bunlardı. Bundan dolayı lafı çok da uzatmanın bir gereği olduğunu sanmıyorum.

Betimlemenin ağırlıkta olduğu, süslü ve uzun cümleler içeren bir kitaptı “Tess”. Okurken bazen derin bir nefes almamıza bazen ise bunalmamıza sebep olduysa da bu cümleler yine de okurken merakta kaldığım bir kitaptı. Bol acı ve bol hayal kırıklığı içeren bu sayfalarda Tess’İn ruhuna dokunacak, oralarda ne gibi yaraların saklı olduğunu öğreneceksiniz…

Çevirmenin de kaliteli olduğunu düşünüyorum. O uzun ve süslü cümleleri çevirmek her yiğidin harcı değildir. Dipnotlarıyla da bana kalırsa bunu kanıtlıyor aynı zamanda.

Koridor yayınlarının bez kapaklarına bayılıyorum!!! Bundan dolayı kitap kapağı hakkında çok da bir yorumda bulunmadan hemen kitabı puanlamaya geçiyorum. 

Bu kitaba puanım: 7/10

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Siz “Tess”i okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler? Kendinize çok iyi bakın, sağlıcakla ve sevgiyle kalın…

Alıntılar

“Çırpınan ve ıstırap çeken yüreğini, ceremesini tek başına çektiği deneyimsizliğin açtığı en güçlü pişmanlıklarla yıprattıktan sonra sağduyusu galip gelmiş ve gerçeği görmesini sağlamıştı. Tekrar bir işe yarayacağını ve ne pahasına olursa olsun özgürlüğün tadını bir kez daha tadabileceğini düşünmek ona kendisini iyi hissettirmişti. Olan olmuştu, geçmiş geçmişte kalmıştı. Sonuçlar ne olursa olsun, zaman her şeyin üstünü örtecekti. Birkaç sene içinde her şey maziye gömülecek ve insanlar onu da, onun başına gelenleri de unutacaklardı. Hem ağaçlar eskiden olduğu gibi yemyeşil değil miydi? Kuşlar cıvıldaşıyor ve güneş de her zamanki gibi parıldıyordu. Çevredeki hiçbir şey onun kederi nedeniyle kararmamış, onun çektiği acıdan etkilenmemişti.”

“Başını öne eğmesine neden olan cümle âlemin onu ayıpladığı düşüncesinin bir yanılsamadan ibaret olduğunu da düşünüyordu. Varlığı, deneyimleri, tutkuları ve tüm duyumsamalarını içeren vücudu, sadece kendisine aitti. ‘Bir insan olarak başkaları için gelip geçici bir düşünceyim,’ diye geçirdi içinden. Dostları bile onu sadece arada bir akıllarına getiriyorlardı hiç kuşkusuz. Tüm hayatı boyunca, gece gündüz hiç durmadan kendisini harap etse bile olsa olsa, ‘Ah, ah! Bu kız kendi kendini yiyip bitiriyor,’ derler, başka da bir şey demezlerdi. Biraz neşelense, sıkıntılarından az da olsa sıyrılsa, gün ışığının, çiçeklerin ve bebeğinin keyfini çıkarsa bu sefer de ‘Amma da dayanıklıymış, ha!’ derlerdi.”

“Kişi ne kadar akıllıysa çevresinde o kadar çok sayıda özgün insan olduğunu görür; sıradan kişiler insanlar arasındaki farklılıkların ayırdına varamazlar.”

“Hayaletleri bilmem ama ruhlarımızın bizler canlıyken bile bedenlerimizden çıkabildiğini biliyorum.”

“Bence mantıklı bireyler olarak atalarımızın ne ölçüde safkan olduğuna değil, onların bilgelik ve erdemlilik gibi manevi özelliklerine değer vermeyi bilmemiz gerekir.”

“Sevgi sabırlıdır, sevgi şefkatlidir. Sevgi kıskanmaz, övünmez, böbürlenmez. Sevgi kaba saba davranmaz, kendi çıkarını aramaz, kolayca öfkelenmez, kötülüğün hesabını tutmaz. Sevgi haksızlığa sevinmez ama gerçek olanla sevinir. Sevgi her şeye katlanır, her şeye inanır, her şeyi ümit eder, her şeye dayanır.”

“Duygulu olan herkes gibi o da güzelliğin nesnenin içinde olan değil, onun temsil ettiği şey olduğunu düşünüyordu.”

“Yeter, sus artık! Böyle bir anda oluveren şeylere inanmıyorum ben! Beni nasıl mahvettiğini bile bile bu şekilde konuşman beni çok öfkelendiriyor! Sen ve senin gibiler, bu hayatta benim gibilerin hayatını kederle gark etmekten zevk alıyorsunuz ve bundan bıktığınızda da cennetteki yerinizi garantiye almak için iman tazelemekle her şeyi hallettiğinizi sanıyorsunuz! Oh, ne güzel!”

“Sorunlar insana çok şey öğretebiliyor.”

“İyi de dogma diye tanımladığın o şeye inanmasan da sevgi, şefkat ve saflık dinini benimseyebilirsin.”

“Artık sadece geçmişi değil, bugünü de düşündüğümde içim yanıyor.”

“Ahlaklı adam kime denirdi? Bundan daha yerinde olan bir soru da kime ahlaklı kadın deneceğiydi. Bir kişinin güzelliği ya da çirkinliği sadece yaptığı işle değil amaçları ve dürtüleri açısından da değerlendirilmeliydi. Bir insanın gerçek hayat öyküsü, yaptıklarıyla değil özgür iradesiyle yapmayı amaçladığı işlerle ölçülmeliydi.”

“Zaman kendi romantik öykülerini acımasızca öğüten bir makineydi.”

 

13 Ağustos 2021 Cuma

Kelime Oyunu #37

Hepinize selamlar. Bu haftanın Kelime Oyunu yazısı için kelimeler sevgili Duygu Emanet’ten geldi. Onun yazısına ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz. Peki kelimelerimiz neler?

Kelimeler: İnci, Merdiven, Çiçek, Ses, Sonsuzluk.

O halde hemen bu kelimeleri kullanarak öykümü yazmaya başlayayım.

Donovan’ın İncisi

Renee, bakışları hissediyordu. Konuşulanları da duyuyordu. İnsanların bakışları her daim üstündeydi. Onun hakkında konuşuyor, onu küçük görüyor ve sanki kimse hata yapamazmış gibi davranıyorlardı. Renee, herkesin gözünde aşağılık biriydi.

Gözlerinden yorgunluk akıyordu. Kambur yürüyor ve kimseye mutsuz olduğunu çaktırmamaya çalışıyordu. İyi de Renee mutsuz olmayacaktı da kim olacaktı?

Renee eski halini çok özlüyordu. Eskiden kimsenin dediklerini takmaz, kendini kendi olduğu için severdi. Şimdi ise Renee, kendi değerini kendisinin değil yabancıların belirlemesine izin veriyordu. Renee, aşağılıktı.

Ormanın derinliklerinde yürüyor, ölümü aklından geçiriyordu. Tam şurada, şuracıkta ölse, kim üzülürdü? Ya da birileri fark eder miydi?

Renee ölümü bile kendisine layık görmüyordu. Ölümden korkuyordu. Ölümden korkan biri ölüme layık değildir. Renee kimseye layık değildi.

Biraz daha ilerledikten sonra karşısına dikenli ve solmuş bir çiçek çıktı. Büyük ve uzun bir ayçiçeğini andırıyordu. Ama yaprakları ayçiçeği gibi değildi de daha çok genişlemesine açılıyor, uçlara doğru daralıyordu.

Çiçek solgunluğundan mı yoksa enerjisinden dolayı mı bilinmez Renee’nin ilgisini çekmişti. Ona dokunma dürtüsüne engel olamadı ve yavaşça, parmaklarının ucuyla çiçeğin yapraklarına dokundu.

Her şey bir anda gerçekleşti.

Çiçek bir anda sanki hiç solmamış gibi dik konuma geldi, etrafa ışıklar saçtı ve yaprakları renk renk parlamaya başladı.

Çiçeğin içinden bir inci çıktı. İnci, çok parlaktı. Sanki cilalatılmış gibiydi. Ama bu sıradan bir inci değildi. Kıpkırmızıydı. Koyuydu ve ilgi çekiciydi.

Renee ne yapacağını şaşırdı. İnciyi almalı mıydı?

Ellerini uzatırken bir anda bir ses duydu.

“İnciye sadece Yüce Donovon'un lanetlediği kimseler dokunabilir.”

Renee bu ormandan koşarak kaçmak istiyordu. Kalbi adeta göğüs kafesini dövüyor, boğazında atıyordu.

“Siz de kimsiniz?”

“Asıl sen kimsin?”

Bir anlık bir tereddütten sonra “Ben Renee” dedi.

“Ne cüretle inciye dokunursun. Bu ne gaflet böyle!”

“Özür dilerim incinin bu kadar değerli olduğunu ya da ne işe yaradığını bilmiyordum. Sadece bakmak istemiştim.”

“Kutsal Donovan’ın İncisi’ni herkes bilir, bana yalan söyleme!”

“Kutsal Donovan mı?”

Ses bir an duraksadı. Sanırım Renee’nin ses tonundan gerçekten de bir şey bilmediğini anlamıştı.

“O halde sana anlatayım.

Donovan, oldukça güçlü ve yiğit biriydi. İnsanlar onun sihirli güçleri olduğunu iddia ediyor, onun ilahi bir yaratık olduğunu, insan olmadığını söylüyorlardı. Dedikodular öyle başını alıp gitmişti ki artık herkes bunun bir teori olmaktan çok bir gerçek olduğunu düşünüyordu.

Öyleydi de. Donovan’ın sihirli güçleri vardı.

10 parmağına özel 10 adet farklı gücü vardı. Sağ elinin başparmağı dokunduğu şeylerin geçmişini görme olanağı sağlıyordu. Sağ elinin işaret parmağı ise zamanda yolculuk yapmasına. Orta parmağa gelince, çok da bir özelliği yoktu. Yemekleri daha lezzetli yapıyordu. Yüzük parmağı aşkı sağlıyordu. Yani kimlere doğrultsa o iki kişiyi birbirine âşık edebilirdi. Serçe parmağı ise dünyada olan biteni bir hologramla görmesine yardımcı oluyordu.

Sol başparmağı mutluluk salgılıyordu. Kime dokunsa o kişiyi mutlu ediyordu. İşaret parmağından ise şarap akıyordu. Ama sıradan bir şarap değildi bu. Dünyanın bir ucundan insanlar sırf Donovan’ın şarabından içmek için gelirlerdi. Öyle bir lezzetti bu şarabınki.

Orta parmağı şifa sağlıyordu. Yüzük parmağı istediği gibi görünmesini sağlıyordu. Öyle ki halkın hepsi Donovan’ın çok yakışıklı olduğunu düşünüyor, ona adeta tapıyorlardı. Donovan, parmaklarındaki özellikleri kendisi için kullanamıyordu. Mesela kimseyi parmağı yardımıyla kendine aşık edemiyor, kendini parmağı vesilesiyle mutlu edemiyordu. Onu etkileyen tek bir parmağı vardı.

Donovan’ın lanetli olarak adlandırdığı parmağından, sadece kendisine karşı kullanabildiği tek parmağından kimsenin haberi yoktu.

Sol serçe parmağı Donovan’ın en nefret ettiği parmağıydı. Hiçbir şeyi unutmamasını sağlıyordu. Anılarını hep aklında tekrar tekrar oynatıyordu ve Donovan’ın kontrol edemediği tek parmağıydı. Hiçbir şeyi unutmuyordu unutmamasına ama belli bir süreden sonra ise her şeyi unutmasını sağlıyordu insanın. Ama Donovan yeni yeni unutmaya başlamışken dayanamadı.

Bilirsin belki, unutamamak insanı delirtir. Yavaş yavaş ve acıyla. Her gün yaptığı hatalarla yüzleşiyor, çığlık atıyor ve insanların onun için endişelenmesine sebep oluyordu. Donovan halk tarafından sevilirdi, çok yardım severdi. Bu hareketleri normal olarak diğerlerini endişelendirmişti.

Günün birinde Donovan dediğim gibi dayanamadı, dayanamayacağını anladı. Çıldırmıştı. Bir şeyler yapması gerekiyordu.

Sağ elinin parmaklarından başlayarak tüm parmaklarını kesti. Ta ki sol elinin serçe parmağına gelene kadar. Acı dayanılmazdı ama sonunda rahatlayacaktı.

Donovan aylardır üzerinde çalıştığı bir inciyi çıkardı. Masaya yavaşça yerleştirdi. Son parmağını da kesti ve parmaklarındaki kanı inciye akıttı. Böylece yeteneklerini bu inciye aktarmış oldu. Donovan son bir not bırakarak dünyaya gözlerini kapadı.

En sadık hizmetkârından bu inciyi Dolores Ormanı’nın içindeki büyülü bir çiçeğin yapraklarının arasına koymasını istedi. Hizmetkâr Donovan’ın bu son arzunu yerine getirmek için Dolores Ormanı’na geldi ve şu an gördüğün bu çiçeğe bu inciyi bıraktı.

Donovan, bu inciden kimsenin haberinin olmaması gerektiğini notta yazmıştı. Bunun üzerine hizmetkâr kimseye hiçbir şey söylemedi. Donovan’a hak ettiği şekilde bir cenaze düzenlendi, halk onu son yolculuğuna doğru ağlayarak uğurladı.

O gün bu gündür bu inci bu çiçeğe ait. Bu inciye dokunan kimse, Donovan’ın güçlerine sahip olur. Ama bu güçler tıpkı Donavan’a yaptığı gibi dokunan kişiye de uğursuzluk getirir.

Sen sevgili Renee, bu inciye dokunarak başına neler gelebileceğinin farkına vardın mı şimdi?”

Renee durdu. Doğrusu korkmuştu. Ama bir şeyi de merak etmişti.

“Bu inciyi alırsam bir şeyleri unuturum, değil mi?”

“Tanrı aşkına kafana takılan tek şey bu mu oldu bu hikâyeden. Sana anlattıklarımı duymadın mı?”

“Duydum. Ama lütfen bana cevap verin. Unuturum, değil mi?”

“Donovan’ın sol serçe parmağı daha çok anılarla ilgilidir. Sana önce tüm anılarını delirinceye kadar tekrardan yaşatır. Ardından tüm anıları senden alır.”

Renee kafasında bir münakaşaya girişmişti. Bu inciye dokunsa, tüm sorunları bir çözüm bulmaz mıydı? Unutacaktı sonuç olarak. Yani önce hatırlayacaktı, acı çekecekti. Ama sonra ödülüne kavuşacaktı.

“Aklından ne geçtiğini biliyorum. Sakın böyle bir şey yapma.”

“Ama kurtulacağım.”

“Eziyet çekeceksin.”

“Zaten çekiyorum.”

“Ölebilirsin.”

“Eninde sonunda öleceğim.”

Ses duraksadı. Renee bu duraksamayı fayda bilip inciye dokundu.

İnci tekrardan eski rengi olan beyaza büründü. Kırmızı şeritler Renee’nin etrafında dolaşıyor, onu çepeçevre sarıyorlardı.

En sonunda Renee kendine geldi.

“Buranın biraz ilerisinde bir ağaç kavuğunun içinden yer altına bir merdiven uzanıyor. Orada bir ev var. Orada anılarını unutana kadar konakla. Tabii dayanabilirsen. Anıların senden alındığında eski yaşamına dönersin.”

Renee başını salladı. Kalbi hala şiddetli bir şekilde atıyordu. Sesin tarif ettiği ağacı buldu ve odaya girdi. Küçük bir mutfak, yatak ve şömine vardı. Yerde bir halı, şöminenin önünde de tekli bir koltuk vardı. Şöminenin üstünde raflar var, raflardaysa bir dolu kitap vardı.

Renee 10 yıl boyunca bu evde konakladı. Her dakika eziyet çekti. Çığlıklar attı. Yardım dilendi. Ölmeyi denedi.

Ama dediğim gibi, ölümden korkan biri ölüme layık değildir.

Kendini şömineye atarak ölmeye çalışan Renee’nin vücudunun her yerinde yanıklar vardı. Doktora görünmesi gerekiyordu. Ama görünmedi. Bu mabetten çıkmadı.

10 yılın sonunda unutmaya başladı. Unuttu, unuttu ve unuttu. Sadece ismini ve soy ismini hatırlıyordu.

Mabetten çıktı. Artık 30 yaşındaydı. Kıyafetleri dar geliyordu. Saçları yıpranmış ve çok uzamıştı. Yolunmuşlardı. 10 yıl boyunca Renee kendisiyle beraber onlara da eziyet çektirmişti.

En sonunda eskiden yaşadığı kasabaya vardı. Sokaktan geçerken buraları hatırlamadığını fark etti. İnsanlar ona acıyarak bakıyor, bu garibana yardımcı olmaya korkuyorlardı.

Renee 2 saatlik gezintisi sonunda evini hatırlamadığını fark etti. Hava çok soğuktu ve deli gibi kar yağıyordu.

Renee iki evin arasında kalan dar sokağa girdi. Çöp kovasının yanına, dizlerini karnına çekerek oturdu. En sonunda soğuk olmasını umursamadan kafasını kara dayadı ve o şekilde uyudu. Bir daha da uyanmadı.

Renee hemen yanındaki evin kendisinin olduğunu hiçbir zaman hatırlayamadı, bilemedi.

Cesedi kaldırılırken kimse ölümüne üzülmedi. Çünkü kimse onu hatırlamıyordu. Kimse onu tanıyamadı. Sadece acıdılar. Bu evsize çok acıdılar.

Renee sonunda toprağa karışmış olmasına rağmen istediğini elde etmişti. Kimse ona bakmıyordu. Kimse onu tanımıyordu. Kimse onu hatırlamıyordu…

Renee sonsuzluğa karıştı. Renee sonsuz oldu.

 SON

Okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok iyi bakın, sağlıcakla kalın.


11 Ağustos 2021 Çarşamba

Simyacı | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Paulo Coelho’nun yazdığı “Simyacı” isimli kitabı inceliyorum. Umarım bu incelememden hoşnut kalırsınız. Sizleri bekletmeden hemen incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Santiago, Endülüslü bir çobandır. Koyunlarını otlatır, onlarla sohbet eder, gezer, şarap içer ve kitap okur. Hayatı sıradan ve gezerek geçiyordur yani. Çoban olmaktan mutluluk duyan Santiago günün birinde içinde firavunağacı bitmiş yıkık dökük bir kilisede uyuma kararı alır ve o gece daha önce bir kez daha gördüğü bir rüyayı bir daha görür.

Rüyasında, Mısır Piramitlerinin dibine gömülmüş bir hazine olduğunu ve on
a ulaşması gerektiğini görür. Santiago iyice meraklanır ve bir rüya yorumcusuna görünür. Rüya yorumcusundan çok da umduğunu bulamayana Santiago bu sefer yaşlı bir adamla karşılaşır. Ama bu adam sıradan bir adam değildir. Bu adam bir Şalem Kralıdır. Böğrü parıl parıl parlayan bu adamın sıradan bir insan olmadığını Santiago hemen anlar. Şalem Kralı, Santiago’ya Kişisel Menkıbeden bahseder. Evrenin Dili, yaşam iksiri ve hayatın anlamıyla ilgili öğreneceklerinden habersiz bir şekilde bu uzun soluklu yolculuğa atılan Santiago, kendini hiç olmadığı kadar hazır hissediyordur.

Benim düşüncelerim neler?

“Simyacı” okurken hayatı seveceğiniz, hayatın anlamını çözümleyeceğiniz, içinizi umutla ve amaç duygusuyla dolduran bir kitap. Öyle ki okurken dünya, yaratılış ve Evrenin bize anlatmaya çalıştığı şeyler hakkında bilgi sahibi oluyoruz.

Santiago, asla pes etmeden amacı doğrultusunda ilerledi de ilerledi. Birçok hayat dersi edindi, yüreğiyle konuşmayı öğrendi, aşkı tattı ve birçok kere de parasız pulsuz kaldı. Ama asla pes etmedi ve Kişisel Menkıbesinin peşine düştü. Birçok insanın Kişisel Menkıbesini takip edemeden ölmesi o kadar acıdır ki Santiago bu yaptığından gurur duyuyor, ölse bile gözünün açık gitmeyeceğini biliyordur.

Bu yolda karşısına çıkan kişilerin yazgısının bir parçası olduğunun bilincindedir. Yazgısı ve kalbi onunlayken Santiago, bu yoldaşlarının da önderliğinde amacına ulaşabilecek midir? Hazine gerçek midir?
Bayılarak ve çok severek okuduğum bir kitap oldu. Tam köşe başı kitabı dediğimiz tarzda bir kitaptı. Bize ilham veren ve yanımızdan ayırmayacağımız türdeki bu kitabı hepinizin okumasını şiddetle tavsiye ediyorum.

Benim düşüncelerim bunlardı. Siz “Simyacı” kitabını okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, Kişisel Menkıbenizin peşinden gitmekten korkmayın…

Bu kitaba puanım: 10/10

Alıntılar

“Bir düşü gerçekleştirme olasılığı yaşamı ilginçleştiriyor.”

“Her gün birlikte olmak gereksinimi duymaksızın, her zaman yeni dostlar ediniriz. Papaz okulunda olduğu gibi her zaman aynı insanları görürsek onları yaşamımızın bir parçası saymaya başlarız. Yaşamımızın bir parçası saydıkça da onlar bizim yaşamımızı değiştirmeye kalkışırlar. Bizi görmek istedikleri gibi değilsek hoşnut olmazlar, canları sıkılır. Çünkü, efendim, herkes bizim nasıl yaşamamız gerektiğini elifi elifine bildiğine inanır. Ne var ki, hiç kimse kendisinin kendi hayatını nasıl yaşaması gerektiğini kesinlikle bilmez.”

“Çünkü dünyada bir büyük gerçek vardır: Kim olursan ol, ne yaparsan yap, büyün yüreğinle gerçekten bir şey istediğin zaman, Evren’in Ruhu’nda bu istek oluşur. Bu senin yeryüzündeki özel görevindir.”

“Ve bir şey istediğin zaman, bütün Evren arzunun gerçekleşmesi için işbirliği yapar.”

“İnsanlar yaşama nedenlerini pek çabuk öğreniyorlar. Belki de gene aynı nedenle hemen pes ediyorlar. Ama, dünyanın hali böyle işte.”

“Ben de herkes gibiyim. Dünya gerçeklerine oldukları gibi değil de olmalarını istediğim gibi bakıyorum.”

“Düşümü gerçekleştirmekten korkuyorum, çünkü o zaman yaşamak için bir sebebim olmayacak.”

“Ama, büyük bir hayal kırıklığına uğramaktan korkuyorum; bu yüzden hayal kurmakla yetinmeye çalışıyorum.”

“Herkes kendi düşlerini aynı şekilde göremez; kendince görür”

“Öyle zamanlar vardır ki, insan hayat ırmağının akış yönünü değiştiremez.”

“Yaşıyorum. Ve bir şey yerken yemekten başka bir şey düşünmem. Yürüdüğüm zaman da yürüyeceğim, hepsi bu. Savaşmak zorunda kalırsam, ölüm şu gün ya da bugün gelmiş vız gelir tırıs gider. Çünkü ben ne geçmişte ne de gelecekte yaşıyorum. Benim yalnızca şimdim var ve beni sadece o ilgilendirir. Her zaman şimdide yaşamayı başarabilirsen mutlu bir insan olursun. Çölde hayat olduğunu, gökyüzünde yıldızlar olduğunu ve insan hayatının özünde bulunduğu için kabile muhariplerinin savaştıklarını anlayacaksın. O zaman hayat bir bayram, bir şenlik olacak; çünkü hayat, yaşamakta olduğumuz andan ibarettir ve sadece budur.”

“İnsan sevince, nesneler daha çok anlam kazanıyor.”

“Kötülük, insanın ağzından giren şeyde değildir. Kötülük oradan çıkandadır.”

“İnsan sevdiği için sever. Aşk’ın hiçbir gerekçesi yoktur.”

“Seni seviyorum, çünkü bütün Evren sana ulaşmam için işbirliği yaptı.”

“-Yüreğim bir hain. Devam etmemi istemiyor.

+Ne ala. Bu da yüreğinin diri olduğunu gösteriyor. Şimdiye kadar elde etmeyi başardığın şeyleri bir düşle değiştokuş etmekten korkması korkması kadar doğal ne var.

-Öyleyse neden yüreğimi dinlemek zorundayım?

+Çünkü onu susturmayı hiçbir zaman başaramazsın. Hatta onu dinlemiyormuş gibi yapsan da o gene oradadır, göğsündedir; hayat ve dünya hakkında ne düşündüğünü sana tekrarlamayı sürdürecektir.

-Bir hain olsa da mı?

+İhanet, senin beklemediğin bir darbedir. Ama sen yüreğini tanıyacak olursan, sana baskın yapmayı hiçbir zaman başaramayacaktır. Çünkü onun düşlerini ve arzularını tanıyacaksın ve onları hesaba katacaksın. Hiç kimse kendi yüreğinden kaçamaz. Bu nedenle en iyisi onun söylediklerini dinlemek. Böylece, kendisinden beklemediğin bir darbe indirmeyecektir kesinlikle sana.”

“-Yüreğim acı çekmekten korkuyor.

+Yüreğine, acı korkusunun, acının kendisinden de kötü bir şey olduğunu söyle. Düşlerin peşinde olduğu sürece hiçbir yürek kesinlikle acı çekmez.”

“En karanlık an, şafak sökmeden önceki andır.”

“Gözler ruhun gücünü gösterir.”

“Bir düşün gerçekleşmesini bir tek şey olanaksız kılar: başarısızlığa uğrama korkusu.”


9 Ağustos 2021 Pazartesi

Hayvan Çiftliği | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Eric Arthur Blair’in ya da takma ismiyle George Orwell’ın yazdığı “Hayvan Çiftliği” isimli kitabı inceliyorum. Umarım bu incelemem sizler için yararlı olabilir. O zaman çok da uzatmadan incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Bay Jones, Beylik Çiftlik isimli bir çiftliğin sahibidir. Kaba saba ve alkole vurmuş biridir. Hayvanlara kötü davranır, hiçbir iyi özelliği yoktur.

Günün birinde Koca Reis isimli yaşlıca ve hayvanlar tarafından saygı gören bir domuz, öleceği günün yakın olduğunu hissettiğini bundan dolayı da çiftlikteki hayvanlarla gördüğü bir rüya hakkında konuşmak istediğini söyler.

Bu saygıdeğer domuzun ne söyleyeceğini merak eden diğer çiftlik hayvanları Koca Reis’in etrafına toplanırlar. Bunun üzerine Koca Reis gördüğü rüyadan bahseder ve bu rüyanın sonucu olarak çiftlikteki hayvanların insanlara karşı ayaklanmaları gerektiğini söyler.

İnsanların onlara yıllar boyu çektirdiği zulümden kurtulmak ve özgürlüklerini kazanmak için ayaklanmaları gerektiğini belirten Koca Reis bu sözlerinden birkaç gün sonra beklenildiği üzere ölür.  Hayvanlar ayaklanmanın nasıl ve ne zaman olacağını bilmiyorlardır.

Ama çok da beklemeleri gerekmedi. İlk başta Bay Jones’a karşı ayaklanan hayvanlar daha sonra diğer tüm insanlara karşı ayaklandılar.

Özgürlüklerini kazanan hayvanlar kendi aralarında kurallar belirlerler. İnsanlara benzemeyeceklerdir, insanların kullandığı hiçbir şeyi kullanmayacaklardır. Kardeşçe, dostça ve adaletle yaşayacaklardır.

Böyle başlayan hayvan egemenliği, çok da beklendiği gibi sürmez. Diğer hayvanlardan daha zeki olan domuzlar, kendilerini bu topluluğun lideri belirlerler ve yavaş yavaş bu liderlik tiranlığa dönüşür…

Benim düşüncelerim neler?

Kitap bilindiği ve anlaşılacağı üzere siyasilere ve politikaya taşlama yapmak amacıyla yazılmıştır. Hayvanlar üzerinden siyaset anlatılmıştır.

İnsanlara benzememeye çalışan Hayvanların, nasıl da insanlara dönüştüğünü daha doğrusu birer canavar olduklarını okuyoruz. Belirledikleri kurallarda oynamalar yapıyor, diğer hayvanları korkuyla sindirmeye çalışıyor ve kendi çıkarları doğrultusunda diğer hayvanları kullanıyorlar.

Öyle ki hayvanlar arasında sosyal statü açısından farklar da meydana geliyor. Domuzlar ilk sıradayken köpekler ve daha sonrasında bu şekilde başka hayvanlarla devam eden bir sosyal tabaka vardır.

 Öyle ki Bay Jones’un zamanında daha beter halde olan hayvanlar, domuzların başa geçtiği bu durumda bile daha iyi olduklarını düşünüyorlar. Hatta özgür oldukları için kendilerini mutlu hissediyorlardı. Peki düşünce özgürlüğü yoksa bir korku tiranlığı kurulmuşsa orada yaşayanlar gerçekten de özgür müdür?
Domuzlar yaptıkları veya başa gelen tüm kötü olaylarda kendi düşüncelerine karşı olan ve yakın zamanda çiftlikten kaçan başka bir siyasi olan domuza suç atıyorlar. Kısacası Muhalefeti kötü gösteriyor, insanların gözlerini boyuyorlar.

Başlarına gelen tüm güzel olayların başlarındaki domuz Napoleon sayesinde olduğunu da diğer hayvanların kafasına sokuyorlar ve bunda başarılı da oluyorlar. Mesela gölün suyu tatlıysa bunun sebebi Napoleon. Bu ve bunun benzeri asla Napoleon ile ilgisi olmayan olayları sanki Napoleon yapmış gibi gösterip Napoleon’nun yönetiminin iyi olduğuna ikna ediyorlar diğerlerini.

Kısacası tatlı dille ve korkuyla yönetilen bir çiftlik çıkıyor ortaya. Zamanla domuzlar o çok nefret ettikleri insanlara dönüşüyor ve insanlarla dost bile olmaya başlıyorlar.

Aynı zamanda Moses isimli bir karakter vardı. Moses sürekli göklerin arkasındaki bir diyardan bahsediyor ve orada sonsuz buğday, arpa şekeri ve benzeri hayvanların sevdiği birçok şeyin olduğunu savunuyordu. Moses karakterinin burada dindarlığı daha doğrusu her ülkede olan din adamlarını temsil ettiğini düşünüyorum. Sürekli olarak bu ülkeden bahsetmesi ve hiçbir şey yapmamasına rağmen domuzlar tarafından önemli görülmesi ise bu görüşüme katkı sağladı.

Hepimize tanıdık gelen bu olaylar, tüm ülkelerin siyasetinin ne halde olduğunu gözler önüne seriyor. Özgürlük kavramını sorgulayacağımız bu kitapta herkesin bulunduğu durumdan birer parça bulacağı oldukça çarpıcı olaylar yaşanıyor ve George Orwell’in cümleleriyle bunları çok daha iç acıtıcı bir şekilde anlıyoruz.

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, çokça sevgiyle kalın…

Bu kitaba puanım: 10/10

Alıntılar

“Benjamin’e göre, açlık, zorluk ve hayal kırıklığı hayatın değişmez yasalarıydı.”

Son Yazılarım

Romeo ve Juliet kitabına yaptığım incelemeye ulaşmak için tıklayınız.

Kimse Gerçek Değil kitabına yaptığım incelemeye ulaşmak için tıklayınız.

Kelime Oyunu #36 isimli yazıma ulaşmak için tıklayınız.

 

Romeo ve Juliet | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere William Shakespeare’in yazdığı çok ünlü bir oyun olan “Romeo ve Juliet”i inceliyorum. Umarım bu incelememden hoşnut kalırsınız. O zaman sizleri bekletmeden incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Capuletler ve Montaguelar birbirine düşman iki ailedir. Her gün kavga eder, her gün laf dalaşına girerler. Öyle ki halk hatta prens bile bu iki soylu ailenin kavgalarından bıkmıştır.

Romeo, Montague’nun oğludur. Umutsuz bir âşıktır kendisi. Öyle âşıktır ki Rosaline’e Romeo, arkadaş ortamında bu aşkı şakaya bile vurulur.

Günün birinde verilen parti tarzı bir etkinlikte Capulet’lerin bulunduğu
mekâna giren Romeo, Capulet’in kızı Juliet’i görür ve kendisine vurulur. Juliet öyle güzel öyle narindir ki onu görenin ona vurulmaması olanaksızdır.

Romeo’nun duyguları karşılıksız değildir bu sefer. Juliet de Romeo gibi hissediyor, onunla olmak istiyordur.

Bunun üzerine bu iki düşman ailenin çocukları olan bu gençler aşklarının peşinden gizlice ve büyük bir tutkuyla gitmeye çalışırlar. Peki, başarılı olabilecekler midir? Yoksa düşmanlık daha mı ağır basacaktır?

Benim düşüncelerim neler?
Juliet’in 13 Romeo’nun ise 17 yaşında olması küçük çaplı bir şok geçirmeme sebep oldu. Ama büyük ihtimalle döneminde böyle şeyler normaldi. Bundan dolayı üzerinde çok da durduğum bir detay olmadı. Kitaplar yazıldığı döneme göre düşünülerek eleştirilmelidir bence.

Romeo ve Juliet hepimizin bildiği gibi iki aşığın birbirlerine olan tutkusunu anlatıyor, bu iki gencin birlikte olmak için nelere katlandığını gösteriyor.

Ama bana kalırsa öyle herkesin dediği gibi aman aman abartılı bir eser gibi gelmedi. Evet gayet güzel bir eserdi, sevdim. Ama öyle aman aman göklere çıkarılacak kadar bir özelliği var mıydı, bilemiyorum.

Öncellikle Romeo’nun Juliet’e olan aşkından bahsedelim. Evet Romeo, Juliet’e büyük bir tutku besliyor ama Juliet’ten hemen önce Rosaline isimli bir kıza da aynı duyguları besliyordu. Öyle ki Rosaline’e olan tutkusu kendisini umutsuzluğa bu denli kaptırmasına sebep olurken kısa bir anda nasıl Juliet’e de bu denli büyük duygular besleyebiliyordu? Rosaline’e aşkından ölürken, onu bırakamayacağını söyleyerek kedere kapılırken bir anda Juliet’e kapılması ise “Nasıl yani?” diye sormamıza sebep oluyor.

Elbette bu ve benzeri ayrıntılar aklıma takıldı ama genel olarak kelimeler aşırı abartı olmaksızın güzel bir şekilde süslenerek kullanılmıştı. Diyaloglar çok güzeldi. Olay örgüsü ise akıp gidiyor. Öyle ki bir bakmışsınız kitap bitmiş.

Genel olarak beğendiğim bir eserdi dediğim gibi. Ama öyle abartıldığı kadar göklere çıkarmaya da gerek görmüyorum.

Benim düşüncelerim bunlardı. Siz “Romeo ve Juliet”i  okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla ve bol sevgiyle kalın…

Bu kitaba puanım: 7/10

Alıntılar

“Tüm göklerin en güzel yıldızlarından ikisi,

Yalvarıyorlar onun gözlerine işleri olduğundan:
Biz dönünceye dek siz parıldayın diye.

Gözleri gökte olsaydı, yıldızlar da onun yüzünde;

Utandırırdı yıldızları yanaklarının parlaklığı,

Gün ışığının kandili utandırdığı gibi tıpkı.

Öyle parlak bir ışık çağlayanı olurdu ki gözleri gökte

Gece bitti sanarak kuşlar cıvıldaşırdı.”

----------------------------------------------------------

“Öğret bana, nasıl unutulur düşünmek?”

--------------------------------------------------------

“Terbiye ve nezaket iki kişinin eline kalırsa, üstelik bu eller bir de kirliyse, ne kötü bir şey bu.”

-------------------------------------------------------------

“Gönlüm hiç sevdi mi bugüne dek?

Sevdiyse yalanlayın gözlerim. Görmedim çünkü

Bu geceye dek gerçek güzelliği

-------------------------------------------------------------------

“Ama sevgi güç verir, zamansa imkân

Büyük engellerde bulunur, büyük hazzı insan.

------------------------------------------------------------------

“-Binlerce kez iyi geceler sana!”

“+Binlerce kez beter olsun gece, senin ışığın yoksa.

Öğrenciler nasıl ayrılırsa ders kitaplarından

Öyle koşar seven sevdiğine giderken;

Okula nasıl canı sıkkın giderse öğrenciler,

Öyle ayrılır seven sevdiğinden.”

------------------------------------------------------------------------

“Yeryüzünde yaşayan en zararlı şey bile

Özel bir yarar taşır bu yeryüzüne;

En yararlı şey bile yanlış kullanılırsa

Yok edip doğru sonucu ulaşır zarara.

Kullanmayı bilmezsen, iyi döner kötüye,

Kötü de bazen yücelir erdemmiş gibi.

Şu minik çiçeğin taze filizlerinde

Zehir de var, iyileştiren özler de:

Koklanırsa, dinçlik verir her yerine insanın

Tadılırsa, öldürür tüm duyuları, durdurur yüreği.

İnsanın içinde de, otlarda olduğu gibi,

Karargâh kurmuştur birbirine düşman iki kral;

Biri erdem, öteki gemsiz istem,

İçlerinden kötüsü egemen oldu mu bir kez

Kurt kemirip çürütür tez elden o bitkiyi.”

--------------------------------------------------------------

“Kutsal Ermiş Francis adına! Bu ne değişme!

Büyük bir aşkla sevdiğin Rosaline’i,

Öylece, çabucak bıraktın ha! Gençlerin sevgisi,

Yüreklerinde değil de gözlerindeymiş demek.

Meryem ana aşkına! Hem Rosaline için

Nice gözyaşlarıyla yıkandı solgun yanakların;

Bu tuzlu sular çeşni vermek içindi sözde aşkına,

Ama tat tuz bırakmadı ağızda.

Güneş yok etmedi henüz gökteki ahlarını,

Şu benim ihtiyar kulaklarımda

Eski iniltilerin çınlar hala.

Yanağının şurasında bak duruyor işte

Daha silinmemiş eski bir gözyaşının izi.

Sen sen olsaydın eğer, acılar da senin olsaydı,

Sen de, acıların da hep Rosaline için var olacaktınız.

Bu kadar değiştin ha! Öyleyse, unutma şu yargıyı:

Güçsüzse erkekler, kadınlar düşer.”

-----------------------------------------------------------------------

“Şiddetle başlayan hazlar, şiddetle son bulurlar,

Ölümleri olur zaferleri,

Öpüşürken yok olan ateşle barut gibi.

En tatlı bal bile tadıldıkça bıkkınlık verir,

Aynı tat isteği, iştahı köreltir.

Onun için ölçülü sev ki uzun sürsün sevgin,

Hedefe hızlı giden, yavaş kadar geç varır.”

------------------------------------------------------------------

“Hayal gücü, sözden çok tözüyle zengin olduğundan,

Özüyle övünür, sözüyle değil,

Dilencidir ancak servetini sayanlar;

Benim sevgimse öyle büyüyüp çoğalmış ki,

Varlığımın yarısını bile saymak gelmez elimden.”

---------------------------------------------------------------------------

“Al işte altınların -daha beter bir zehir insan ruhuna,

Şu satışı yasaklanan zavallı karışımlardan,

Daha çok cinayet işler şu rezil dünyada.”

--------------------------------------------------------------------

   


6 Ağustos 2021 Cuma

Kimse Gerçek Değil | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Zeynep Sey’in yazdığı “Kimse Gerçek Değil” isimli kitabı inceliyorum. Umarım bu incelememden hoşnut kalırsınız. Sizi çok bekletmemek adına hemen incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?
Işıl, çevresindeki insanlarla beraber kendisini de sorgulayınca aslında birçok kişinin zannettiği gibi olmadığını anlar. Kederin büyüsüne kapılan Işıl, çevresindeki birkaç kişiden duyduğu bir uygulamaya kayıt olur. Bu uygulamada Yaralılar ve Şifacılar vardır. İsimlerden de anlaşılacağı üzere bir nevi dertleşme uygulamasıdır bu.

Işıl da bu uygulamaya üye olur ve karşısına çıkan biri ile konuşmaya, dertleşmeye başlar. Bunun üzerine iyice sohbeti ilerletirler ve iş Işıl’ın
karşısında konuştuğu beyden yardım istemesine kadar gelir.

Beyefendinin ismi Oflaz’dır. Işıl, Oflaz’dan çevresinde gördüğü gerçekler karşısında yanında durması adına yardım ister, bunun üzerine Oflaz ve Işıl ikilisinin, sonu tahmin edilemez yolculukları başlamış olur. Sevginin ve sadakatin sorgulanacağı bu yolculukta tek yaralının kendisi olmadığını Işıl, belki de çok sonra fark edecektir…

Benim düşüncelerim neler?

Kitabın şömizinin tasarımına bayıldım! Kapaktaki Oflaz karakterinin gözlerindeki hüzün çok iyi bir şekilde yansıtılmıştı. Daha da dikkatli bakıldığında her bir ayrıntının özenle yerleştirildiğini görebiliyoruz. Öyle ki bu ayrıntılar çizimi daha da gerçekçi kılıyor. Bu yönden kitabın kapağında emeği geçen herkesin ellerine sağlık gerçekten. Çok başarılı buldum.

Kapağını bir kenara bırakarak biraz da kitabın iç dünyası hakkında konuşalım.

Kitabın yazarının psikoloji öğrencisi olmasından kaynaklı olsa gerek ki karakterlerin psikolojileri çok iyi işlenmiş, gerekli yerlerde profesyonel açıklamalar yapılmıştı yazar tarafından. Özellikle Oflaz karakterinin hal ve hareketlerinin incelikle işlendiğini düşünüyorum.

Işıl karakteri ise sevdiğim bir karakter oldu. Özellikle ilk sayfalardaki duruşu, kendini sevişi ve hayata bakış açısı bana kalırsa diğer kitaplarda okuduğumuz karakterlerden daha olgun ve daha kendinden emindi. Belki biraz spoiler içerebilir bu cümlem. Ama söylemeden edemeyeceğim. Işıl’ın ilk başta Oflaz’la buluşmayı kabul etmemesi de bence çok olguncaydı. Bu hareketini takdir ettim açıkçası.

Ne yalan söyleyeyim gençlik kitapları genelde bize çok da bir şey katmaz. Öylesine eğlenmek için okuruz. Bu kitapta ise yazar bu kalıbın dışına çıkmaya çalışmış anlaşılan. Öyle ki birçok yerde küçük hayat dersleri ve kendini sevmek, kendinin farkına varmak gibi birçok konuda okurlara görüşlerini beyan etmiş. 203. Sayfada geçen “Nitelikli Kitap” konuşmasının da burada görüşümü etkilediğini belirtmeliyim. Yazar belli ki kitabının sadece eğlence amaçlı okunmasını istememiş, okurlarının yararlanabileceği küçük hayat dersleriyle kitabını desteklemiş.

Kitabı klasik eserlerle karşılaştırmamız yanlış olur. Lütfen bunu okuyan sevgili okur, bu bir klasik eser değil. Bu yorumlarım da bir gençlik kitabı için yapıldı, kitap bir gençlik kitabı olarak değerlendirildi. Yani demem o ki kitabın birçok yerinde “Yok daha neler!” ve “Bu kadarı da olmaz, burası da çok çocukça olmuş.” Gibi düşünceler geçebilir aklından. Çünkü benim çok geçti. Ama sana bu kitabı övüyor ve inceliyorum çünkü bana kalırsa gençlik kitapları okumayı seviyorsan okuyabileceğin diğer birçok gençlik kitabından daha kaliteliydi. Diğer kitaplarla başka kitapları karşılaştırmayı sevmem çünkü her kitap herkese hitap etmeyebilir ve her kitap kendine özeldir. Ama bunu söylemek istedim çünkü benim düşüncelerim bunlar ve bir okur olarak düşüncelerime değer vereceğini, en azından saygı göstereceğini düşünüyorum.

Demem o ki gençlik kitabı okumayı sevenlerin severek okuyabileceğini düşünüyorum. Şu sıralar biraz kötü bir dönemden geçiyorum, bundan dolayı çıtır çerezlik bir kitaba ihtiyaç duydum ve 1 yıl kadardır kitaplığımda duran “Kimse Gerçek Değil”i okudum. Doğrusu böyle durumlar için elimizin altında çıtır çerezlik bu tarz kitaplar bulunması gerektiğini düşünüyorum. Siz de böyle düşünüyorsanız “Kimse Gerçek Değil”e bir şans verebilirsiniz.

Bu arada belirtmem gerek ki içinde yetişkin içerikleri bulunuyor. Bundan dolayı yaşı daha küçük olan okurlara ve bu tarz şeyleri kaldıramayanların okumasını çok da önermem. Belli bir yaşın üstündeki bireylerin eğlence amaçlı okuyabileceğini düşünüyorum.

Benim düşüncelerim bunlardı. Siz “Kimse Gerçek Değil”i okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. “Kimse Gerçek Değil”e bir gençlik kitabı olduğunu göz önünde bulundurarak puan vermem gerekirse:

Bu kitaba puanım: 8/10

Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla ve sevgiyle kalın…

Alıntılar

“Fakat anlama duyulan bu ilgisizlik içinde, bu anlam arayışı da nedir?”

“Asıl korktuğum şey, sevildiğimi hissetme duygusunu kaybetmek miydi, yoksa kendimi kaybetmek miydi, hala bilmiyorum.”

“Onun sesinde ben, yaşama sebebimi buldum.”

“İnsanlar böyledir işte, kendi kusurlarına bakmadan başkalarınınkini ayıplar.”

“Bir insanı cezalandırmanın en iyi yolu, içinizde ona ne iyi ne de kötü hisler bırakmaktır.”

“Çok korkuyorsun sevilmemekten. O kadar korkuyorsun ki şüpheye düştüğün her sefer, kendini kandıracak bir şeyler buluyorsun.”

“Kendinizden başka hiç kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacınız yok. Artık bunu anlamalı ve kendi ışığınızın farkına varmalısınız. İçinizdeki güç kurtaracak sizi, bir başkası değil.”

“Çünkü o an bile biliyordum. Herkes giderdi. Herkes bir gün, öyle ya da böyle giderdi.”

“Eğer iyi değilseniz, iyi olduğunuzu söylemeyin kimseye. Bir şeylerin üstünü yalanla kapatmak, o şeylerin iyileşmesine sebep olmuyormuş çünkü.”

“Duyduğunuz hiçbir cümle, hayattan bağınızı koparmaya yetecek kadar güçlü olmamalı. Hiç kimseye, o kadar güçlü bir cümlenin öznesi olacak kadar değer vermemelisiniz. Aksi takdirde yitip giden yalnızca siz olursunuz.”

“Başka kimsenin değil, senin gerçek olmaman beni mahveder.”

“Kendine değer veren birey, ötekinin büyüsüne kapılsa bile dahi kendini unutmamalıdır. Zihninde, kalbinde yer edinen ötekisine rağmen kendisiyle baş başa kalmak istemeli ve kalmalıdır. Ruhuna, bedenine iyi gelen ne varsa yapmalı fakat ötekisinin hoşuna gitmek için değil, hepsini kendisinin hoşuna gittiği için yapmalıdır. Kendine değer veren birey, her ne yapıyorsa kendi için yapmalıdır.”

“Bence sen sevgiyi yanlış algılıyorsun. Bence birinin seni sevdiğini anlamanın yolu, onun gözlerine bakmaktan geçer. Gözlerinin, sana bakarken hangi duyguların ışığıyla parıldadığını görmen yeterlidir aslında. Değil baban, herhangi biri sana istediği kadar sarılsın, seni sevdiğini söylesin, senin iyiliğini sorgulasın, saçlarını öpsün, ne fark eder ki? Sana bakarken gözleri merhametle, sevgiyle, mutlulukla, endişeyle parıldamıyorsa ne fark eder?”

“Bir insanın her halini, her dönemini sevmeye hazır olmaktan daha kötü bir şey varsa o da sevmektir. Kendinize yapabileceğiniz en büyük kötülüklerden biri kesinlikle, sevdiğiniz size ne şekilde gelirse gelsin kabul etmektir.”

“İnsan kahkahalarla gülüyor, mutluluktan yerinde duramıyor diye iyi sayılmamalıydı. Biliyordum ki en çok gülenler aslında kalplerinde en çok acıyı saklayanlardı.”

“Kimi gözyaşlarıyla gülümser, kimi kahkahalarla ağlar. Öylesine büyük bir acı çekiyorlardır ki mutluluklarının hüzne karışmasına izin vermekten başka çareleri kalmaz.”

“Benim şehrimde deniz bile yokken onun gözlerinde koca bir okyanus var.”

“Nefretle değil, büyük bir kırgınlıkla bakmıştı ve ben biliyordum ki insan nefret ettiğini değil, kırgınlık duyduğunu affedemezdi.”