Light Pink Pointer

28 Haziran 2021 Pazartesi

Siyah Gözler | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Cemil Süleyman’ın yazdığı “Siyah Gözler” isimli kitabı inceliyorum. Gün içinde başlayıp gün içerisinde bitirdiğim kısa ama oldukça etkileyici bir kitaptı.

Ne anlatıyor?

Otuzlu yaşlarında olan bir hanımefendi, sürekli kendisini izleyen ve takip eden yirmili yaşlarındaki bir beye gönlünü kaptırır. Beyin de onda gönlü olduğuna şüphe yoktur ama kadın aralarında gerçekleşebilecek potansiyel aşkı uygun bulmaz. Bu onun için namusunu lekeleyecek ve milletin dilinde dönüp dolaşacak, dedikodu yaratacak bir felakettir. Ama ne var ki gönlünü bu gence fazlasıyla kaptırmıştır.

Günün birinde gencin, hanımefendiye bu duyguları itiraf etmesiyle oldukça sıkıntılı ve karar verilmesi zor bir süreç başlar. Hanımefendi bir karar vermek zorundadır. Zihnindekilerle beraber toplumun da sesini duymazdan gelebilecek midir? Kendinden 10 yaş küçük bu beyle ne olursa olsun beraber olabilecek midir?

Benim düşüncelerim neler?
Toplumun kadınlara dayattığı normlar “Siyah Göz” isimli bu eserde o kadar belirgin bir şekilde fark ediliyor ki… Ana karakterimiz olan Hanımefendi duygularının kendisini namusunu lekeleyeceğini düşünüyor, çevrenin, toplumun ne diyeceğini, ne düşüneceğini düşünmeden edemiyor. Öyle ki bu durum bir süre sonra düşünce olmaktan çıkıp kendisini kaybetmesine yol açacak kadar ilerliyor.

Gencin de rahatlığı bu ataerkil toplum yapısından kaynaklanıyor. Öyle ki Hanımefendinin bu endişelerini ve düşüncelerini anlayamıyor, yersiz buluyor. Oysa çevrenin yarattığı ve kadınların aklına soktuğu bu “Namus” ve “Kadın böyle olmalı.” düşünce yapısının farkında bile değil. Hatta daha da kötüsü aşkına karşılık alamazsa intihar edeceğinden bahsederek bana kalırsa Hanımefendi üzerinde de baskı oluşturmaktan çekinmiyor.

Hanımefendi geçmişinde yaşadığı birtakım olayları atlatamadığından ve bu olaylar onu derinden etkilediğinden dolayı aşka olan inancını yitirmiştir diyebiliriz. Öyle ki Beyefendiyle birlikte olmaktan korkmasının bir sebebi de aldatılacağını ya da eninde sonunda bu ilişkinin biteceğini düşünmesidir.

Kadınların duyguları ve düşünceleri konusunda özgür olmadığını ve bu duygular ve düşünceler yüzünden kendilerini kaybetme derecesine gelmelerini bu kitabı okuyan herkesin anlayabileceğini düşünüyorum. Öyle ki Hanımefendi aşkının gideceğinden o kadar korkuyor ki normal bir insanın göstermeyeceği davranışlar sergiliyor, hastalanıyor.

Kitabı oldukça sevdim. Bu çıkarımları yapmak açısından yararlı ve hoş bir eser. Kadın karakterin psikolojisini oldukça güzel bir şekilde işlemiş. Dilin ağır olmaması ve akıcılığı kitabı okumayı kolaylaştırıyor.

Benim düşüncelerim bunlar. Siz “Siyah Gözler”i okudunuz mu? Okuduysanız sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle mutlulukla kalın…

Bu kitaba puanım: 8/10

Alıntılar

“Yavaş yavaş kendisinden korkmaya başladı. Ya severse?.. Bu onun için çekinilmesi gereken öyle bir tehlikeydi ki zihninden bu ihtimalin endişelerini silmek isteyerek, 'Mümkün değil…' dedi.”

“Artık onu sevdiğine şüphe yoktu. Bunu kendi kendine itiraf ediyor, ilk günlerde onu tereddüde düşüren çekinmeler yavaş yavaş yok oluyordu. Hem bu, niçin o kadar büyütülmeliydi? Sevmek bir kabahat miydi?

“Hem mademki unutabiliyordu. O halde bunların hepsi yalan. Aşk, vefa, saadet… Hep birer yalandan ibaretti. Ve o, esasen bunları bildiği halde nasıl inanmış, hakikate karşı gözlerini nasıl kapayabilmişti?”

“Onu bu hale getiren hep o değil miydi? Halbuki işte kendisi çekiliyor, bütün sevilenler gibi büyüledikten sonra kahrediyordu ve ihtimal o burada teessüründen ağlarken, diğeri vurduğu darbeden memnun seviniyordu. Zaten insanlar hep böyle değil miydi?”

“­­-Hâlbuki ben her zaman sizi düşünürdüm. Bütün yalnızlık dakikalarımda, düşüncelerime hayaliniz de yoldaşlık ederdi. Fakat siz eminim ki beni hiç düşünmediniz. Ve işte hala susuyorsunuz. Demek hissetmiyorsunuz, sevilmekteki saadet hissini duymuyorsunuz.”

“Birden gözleri, onun gözlerine ilişti ve sanki damarlarının içinden süzülerek bütün varlığını onların siyah derinliğine çekip götüren ateşli bir cezbeyle kalbi çarptı. Şimdiye kadar onların bu kadar içe işleyici olduğuna dikkat etmemişti. Ve işte onlar da bütün diğer gözlerden başka bir şey değildi. Fakat yarabbi, onlardaki bu sihir, bu kuvvet neydi ki bütün iradesini bir saniye içinde yakıyor, perişan ediyordu.”

“-Rica ederim, susunuz! dedi. Bana sadakatten, aşktan bahsetmeyiniz. Onların nasıl aldatıcı, yanıltıcı, yalanlar olduğunu anladım. Bundan sonra aldanmak istemiyorum.”

“-Anlıyor musun, kıskanıyorum. Bir deli gibi, bir çılgın gibi kıskanıyorum. Bu gözleri, beni deli eden, çıldırtan bu güzel gözleri, bu siyah gözleri kıskanıyorum. Onlardan bir başka hissin, bir başka hayalin gölgelerini görmek istemem. Onlarda yalnız ben yaşamak, yalnız ben ölmek isterim.”

 

Edebiyat ve Patates Turtası Derneği | Film Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere dün Netflix’ten izlediğim ve ismi oldukça tatlı olan bir film ile geldim. Bu film başlıktan da gördüğünüz üzere Mike Newell tarafından yönetilen ve  Don Roos ile Tom Bezucha tarafından yazılan “Edebiyat ve Patates Turtası Derneği”. Kitabından esinlenilerek yapılan bu filmin kitabının yazarları ise Marry Ann Shaffer ve Annie Barrows'tur. Umuyorum bu incelemem sizler için yararlı olabilir. O zaman sizi daha fazla giriş cümlelerimle boğmadan incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Juliet Ashton, takma ismi ile kitaplar yazan oldukça ünlü bir yazardır. Oldukça yoğundur ve çoğu yerde konuşmalar yapmaktadır.

Günün birinde kendisine Dawsey isimli bir adamdan mektup gelir. Bir şekilde zamanında Juliet’in olan bir kitap Dawsey’in eline geçmiştir ve üstünde Juliet’in ismini ve adresini görünce kendisine mektup yazmak
istemiştir. Mektubunda Juliet’ten kendisine istediği bir kitabı alıp alamayacağını sorar. Çünkü Dawsey’in kendisi bu kitabı alamamıştır, bulamamıştır. Mektubunun bir yerinde de üye olduğu Edebiyat ve Patates Turtası Derneği’nden bahsedince Juliet iyice bu adamı ve derneğini merak eder. İstediği kitabı da Dawsey’e birtakım şartlar üzerine vereceğini söyler. Bu şartlar dernek ve kendisi hakkında birtakım sorulardır. Aynı zamanda Edebiyat ve Patates Turtası Derneği’yle kendi gözleriyle görmek isteyecek kadar ilgilenir ve bu vesileyle bu derneğin olduğu yere doğru uzun bir yolculuğa çıkar

Derneğin kurulduğu adaya gittiğinde dernekten çok daha farklı şeylerle de iç içe olacağından habersizdir. Derneğin geçmişi ve Almanlar tarafından istilaya uğrayan bu ada şehrinin yaşadıkları zorlukları yavaş yavaş ve zorlu bir şekilde öğrenmeye çalışan ve bir sürü sırra ortak olan Juliet, bu yaptığı ziyaretin birçok hayatı etkileyeceğinden habersizdir.

Benim düşüncelerim neler?
Savaşın getirdiği korku, açlık ve kaos ortamı çarpıcı bir şekilde yansıtılmıştı izleyiciye. İnsanlar çocuklarından ayrılmak zorunda kalmış, bastırılmış ve ölmeye mahkûm edilmiş. Bu duyguları öyle içimde bir yerlerde hissettim ki ben olsaydım o zaman ne yapardım diye kara kara düşünmeden edemedim.

Edebiyat ve Patates Turtası Derneği’nin üyelerini çok sevdim. Hepsi çok tatlı ve birbirinden farklı karakterler. Kitap sohbetlerini dinlemek de ayrıca zevkliydi.

Aralarından bir üye bu Alman istilası sonucu yaptığı bazı şeyler yüzünden ada sınırları dışarısına gönderilmiştir. Juliet bu üye hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışırken aynı zamanda savaşın karanlık ve korkunç bir tarafına da şahitlik eder.

Dediğim gibi tatlı bir filmdi. Ama biraz durağandı. Durağan bir filme göre de filmin süresi bana biraz fazla geldi. Herkesin oturup sonuna kadar izleyebileceği bir film değildi ama bu tarz filmlerden hoşlananların ilgisini çekebileceğini düşünüyorum. Araya katılan romantizm de filme ayrı bir sevimlilik katmıştı.

Savaş zamanında gerçekleştirilen zorbalıkları ve eziyetleri görmek açısından oldukça güzel bir filmdi. Bir de edebiyata ilgiliyseniz tadından yenmez.

Dediğim gibi sadece biraz durağandı ve uzundu bundan dolayı biraz puan kıracağım maalesef.

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Siz “Edebiyat ve Patates Turtası Derneği”ni izlediniz mi? Sizin düşünceleriniz neler?

Kendinize çok iyi bakın, bol Patates Turtalı günler geçirin…

Bu filme puanım: 7/10

Oyuncular

Lily James

Michiel Huisman

Jessica Brown Findlay

Matthew Goode

Penolope Wilton

Glen Powell

Kathrin Parkinson

Tom Courtenay

Kit Connor

Bernice Stegers

Bronagh Gallagher

Andy Gathergood

Clive Merrison

Nicolo Pasetti

Marek Oravec

Florence Keen


27 Haziran 2021 Pazar

Ateş Düşüyor | Kitap Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere Elise Kova’nın “Ateş Düşüyor” isimli kitabını inceliyorum. Umarım  bu incelememden hoşnut kalırsınız. O zaman sizi daha fazla bekletmeden incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?          

Vhalla Yarl, yaşadıkları zorlukların üstüne tam bir kurtuluş kapısı bulduğunu düşünürken daha da dibe battığını fark eder. İmparator, suçlarının bağışlanması için savaşa katılması gerektiğini söyleyerek kendisini cepheye gönderir. Artık Kraliyet’in “malı”dır ve onlara bu savaşta zafer getirmesi bekleniyordur. Ama dövüşmeyi bilmeyen ve daha hem fiziksel hem de ruhsal olarak yaralarını yeni kapatabilmişken bu mümkün müdür?

Duygularından ve geçmişinden kaçmaya çalışan Vhalla, kaçanın kovalanacağından habersizdir…

Benim düşüncelerim neler?
Kitap oldukça akıcı ilerlerken araya katılan aşırı derecede vıcık vıcık aşk beni biraz sıktı açıkçası. Aynı zamanda Vhalla’nın sürekli ağlaması ve birinin varlığına ihtiyaç duyması da sinirlerimi hafiften bozmadı değil. Evet, Vhalla zor şeyler yaşadı ama bu kadarı da kendini küçük görmek ve yardıma muhtaç konuma getirmekten başka bir şey değil. Daha güçlü durmasını ve başını dik tutup emin adımlarla bu baş koyduğu yolda ilerlemesini isterdim.

Bir de “Hava Uyanıyor” kitabındaki Vhalla ile “Ateş Düşüyor” kitabındaki Vhalla arasındaki fark bu kadar kısa sürede nasıl oluştu anlayamadım. Evet, insanlar değişir ama bu kadar kısa sürede mi?

Kitabı sevmemişim gibi sadece kötü yönlerini söylemek olmaz. Olayların ilerleyişindeki akışın ve yazarın kullandığı dilin okuyanları kitaba bağladığını düşünüyorum. Yaratılan dünya oldukça başarılı. Bir de keşke prensler kendi işlerine bakabilseler. Malum kendi işleri dışında her türlü şeyi yapıyorlar.

Benim düşüncelerim bunlar. İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, koskocaman sevgiler!

Bu kitaba puanım: 7/10

Hava Uyanıyor kitabı için yaptığım incelemeye ulaşmak için tıklayınız.

 

Hava Uyanıyor | Kitap Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere bir hafta önce bitirdiğim ve Elise Kova’nın kaleme aldığı “Hava Uyanıyor” isimli kitabı inceliyorum. Umuyorum ki bu incelemem sizler için yararlı olabilir. O zaman çok fazla uzatmadan incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Vhalla Yarl hayatının büyük bir bölümünü geçirdiği sarayda sıradan bir kütüphaneci çırağıdır. Kendi kendisine inşa ettiği yakın arkadaşları ve kitaplardan oluşan bu küçük dünyasında oldukça mutludur.

Ülkesinde savaş havası hâkimken bir anda prenslerden birinin savaş alanında yaralandığı haberi Vhalla ve diğerlerine ulaşınca ortalık iyice karışır ve herkes prens için çabalamaya başlar.

Sabaha kadar çalışan Vhalla’nın her dakika aklında gönül çelen Prens
Baldair’in görüntüsü belirirken aslında diğer prens olan Prens Aldrik’e yardım ettiğinden habersizdir. Prens Aldrik, insanların korktuğu oldukça güçlü bir büyücüdür ve bundan dolayı ondan kimse hoşlanmamaktadır.

Büyücülük Bakanı teşekkür etme bahanesiyle ve konuşması gereken önemli bir konu olduğunu söyleyerek Vhalla’yı pek de hoş olmayan bir şekilde büyücülerin yaşadığı kuleye götürür. Bu tatsız ziyaretle birlikte kendisi hakkında pek çok tatsız ve hayatını kökünden değiştirecek şeyler öğrenirken Vhalla Yarl, ne yapması ve kimin yanında durması gerektiğine dair oldukça zor kararlar alacaktır.

Benim düşüncelerim neler?

Kitap ilk başlarda oldukça sade ve hafif bir amatörlük taşısa da olayların gelişmeye başlaması ile tadından yenmez oldu. Çok kaliteli ve merak uyandırıcı bir dil kullanılmıştı. Büyücülerin yatkınlıkları ve kurulan dünyanın temeli iyiydi. Karakterlerin iç dünyalarındaki çatışma hoş bir şekilde yansıtılmış, sınıf ayrımının getirdiği ayrımcılık ve dışlanma oldukça çarpıcı bir şekilde gösterilmişti.

Varlığını kitaplara adayan bir kızın içindeki büyüyü fark etmesi ve bundan dolayı başına gelecek olaylardan kurtulmaya çalışmasını okuyoruz. Elise Kova’yı böyle kaliteli bir eser yazdığı için tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum.

İncelememi okuduğunuz için teşekkürler. Kendinize çok iyi bakmanızı diliyor, sevgiyle ve saygıyla kalmanızı umuyorum…

Bu kitaba puanım: 8/10


19 Haziran 2021 Cumartesi

Wish You | Film Yorumu

 Hepinize selamlar.  Bugün sizlere Netflix’ten izlediğim, Do Joon Sung tarafından yönetilen “Wish You”yu inceleyeceğim. Umarım bu incelememden hoşnut kalırsınız. O zaman çok fazla uzatmadan incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Sang-i, şarkılarını dinlemekten hoşlandığı ve büyük bir hayranı olduğu In-soo ile tanışmayı çok istemekte ve her gördüğü yerde kendisine büyülenmiş gibi bakmaktadır.

Bir gün Sang-i yine In-soo’nun bir şarkısını dinlerken çalıştığı müzik
şirketinden Bayan Lee ne dinlediğini sorar. Bunun üzerine Sang-i In-soo’dan bahseder ve bu Bayan Lee’nin ilgisini çeker. Şirketin amacı yetenekli müzisyenleri piyasaya sürüp içlerindeki cevheri çıkartmaktır.

Bundan dolayı Bayan Lee şirket ile In-soo hakkında konuşur ve In-soo’yu şirketin bünyesine dâhil etmek için çalışırlar.

In-soo kabul edince kariyerini başlamadan bitirecek davranışlar sergilememesi için yanında kalmak üzere Sang-i’yi görevlendirirler. Bu Sang-i için de In-soo için de büyük bir değişim olur ve hayatları kökünden değişir.

Benim düşüncelerim neler?

Sang-i ve In-soo’nun aşkını izlediğimiz bu tatlı mı tatlı filmi o kadar severek izledim ki içim yumuşacık oldu, kalbim eridi adeta.

In-soo’nun içindeki yalnızlık ve paradan çok gerçek anlamda müzik yapma isteği ile Sang-i’nin büyük hayranlığını piyano tuşlarına fısıldamasıyla bu ikili oldukça başarılı bir şarkı çıkarırlar. Ama tabii önlerinde büyük engeller vardır.

Birbirlerini adeta tamamlamalarıyla gerçek sanatçıların nasıl olması gerektiğini bulundukları sektöre haykırıyor ve kanıtlıyorlar.

İkisinin arasındaki aşk, müziğe karşı olan tutkularıyla birleşince ise ortaya muazzam bir ilişki çıkıyor, beni kendilerine hayran bırakıyorlar.

Aynı zamanda filmin müzikleri çok güzeldi. Sizin için aşağıya birkaç tanesini bırakacağım. 

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım bu incelememden memnun kalmışsınızdır. Siz “Wish You”yu izlediniz mi? Sizin düşünceleriniz neler?
Kendinize çok iyi bakmanız ve çokça sevgiyle kalmanızı diliyorum…

Bu filme puanım: 10/10

Oyuncular

Baek Seo-bin

Lee Sang

Subin Park

Kang In-soo

Jung Ji Yeon

Kang Ye Na

 







12 Haziran 2021 Cumartesi

Aşk-ı Memnu | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Halid Ziya Uşaklıgil’in yazdığı “Aşk-ı Memnu” isimli kitabı inceliyorum. Umuyorum bu incelememden hoşnut kalırsınız. O zaman uzatmadan incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Bihter, babasının ölümü üzerine artık annesi Firdevs Hanım ve kardeşi Peyker ile zenginmiş gibi göründükleri ama aslında hiçbir şeyleri olmadan geçirdikleri yeni bir yaşama başlar. Bu yaşam, yaşam olmaktan çıkmıştır artık. Annesi ile aralarında anne kız ilişkisi yoktur, aile içerisinde sürekli bir rekabet havası hâkimdir. 

Günün birinde Bihter’e görücü olarak Adnan adında bir adam talip olur.
Adnan Bey oldukça varlıklı ve tanınmış bir beyefendidir. Bunun üzerine Bihter bu hayırlı işi kesin bir kurtuluş ve intikam olarak görür, hayallerindeki yaşama ulaştığını hisseder. Peki gerçekten de istediği yaşama kavuşabilecek midir?


Benim düşüncelerim neler?

İlk önce belirtmeliyim ki “Aşk-ı Memnu”nun kitabı, dizisinden oldukça farklı.

Aslında kitabın kurgusu Nihal ve onun psikolojisi üzerinden ilerlemektedir. Ama araya karışan yasak aşk oldukça dikkat çekince bu yasak aşk daha ön plana çıkmıştır.

Bihter’in hayalini kurduğu zenginliğe ulaşmasını ama asla genç kızlık hislerini tatmin edememesi üzerine Behlül ile yasak bir aşk yaşamasını ve evdeki bu yeni kadına alışmaya çalışan Nihal’in ruhundaki derin yaraları ve düşüncelerini okuyoruz.

Nihal’in annesinin yokluğunu babasıyla ve çevresindekilerin sevgisiyle bir nebze gidermesi ama daha sonrasında Bihter’in tüm elindekileri almasıyla beraber bu olaylar silsilesiyle birlikte gelen yalnızlık Nihal’in ruhunu öyle bir yaralar ki o eski minimini Nihal olmaktan çıkar.

Öyle sevgiye muhtaç, öyle bir dosta ihtiyaç duyar ki… Kendisi de Bihter’i çok sevmiyormuş gibi duran Behlül’e gönlünü kaptırır.

Ama bilmiyordur ki Behlül’ün gönlü nerelerdedir, kimdedir.

Bihter’in Adnan Bey’de aradığını bulamaması üzerine kendisi gibi genç ve aşka susamış, gerçek aşkı arayan Behlül ile birlikte bir yasak aşk yaşaması yalı içerisindeki büyük bir sırdır. Bu aşk; öyle kutsal, öyle gizli ve öyle tehlikelidir ki ikisi için de yeni bir heyecan ve tutku haline gelir. İkisi de aşkta beklentilerini karşıladıklarını düşünürler.

Oysa Behlül aradığını bulamamıştır. Zaman ilerledikçe Bihter’le olan ilişkisi eskisi gibi heyecanlı ve tehlikeli gelmemeye başlar. Tutkusunu kaybeder. Bihter’i de diğer birlikte olduğu kadınlar gibi görmeye başlar. Diğer herkes gibi boyun eğen biri olarak görür.

Bunun üzerine yalının içerisindeki hava değişir ve bu olaylar silsilesi çok daha büyük olayların sebebi olur…

Ben kitabı biraz uzatarak okumak durumunda kaldım. Biraz yoğundum ve bundan dolayı uzun bir süre elimde beklettim. En sonunda bitirmeye karar verdim ve bugün “Aşk-ı Memnu”yu bitirmiş bulunuyorum.

Kitabı kesinlikle dizisinden çok farklıydı. Geçtiği dönemiyle olsun, karakterlerin psikolojik ve ruhsal durumlarıyla olsun bir sürü farklılık barındırıyordu.

Dizisine her yaz tekrardan başlayan biri olarak kitabını da severek okudum. Özellikle Bihter’in aynadaki kendi görüntüsüyle bakışıp birlikte olduğu bölümde aslında içindeki genç kızın günahlarıyla birlikte oluşunu okuyoruz adeta.

Severek okudum ama sadeleştirilmiş basımını okumama rağmen bazı betimlemeleri iki kere okumak zorunda kaldım. Yine de dediğim gibi güzel bir kitaptı.

Siz “Aşk-ı Memnu”yu okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok iyi bakın, sağlıcakla kalın.

Bu kitaba puanım: 7/10

Alıntılar

“Oh! Halka bakarsanız hiçbir şey yapmamak lazım gelir; bence insan halk için değil kendi için yaşamalıdır!”

“Evet, evet, biliyorum, sizin mantığınızla çözeceksiniz; sonunda öyle bir sonuç çıkaracaksınız ki ben dünyanın en mutlu kızı hükmünde olacağım değil mi? Bunu biliyorum. Hiç zahmet etmeyiniz… Ama mademki ben işte bir seneden beri ölmek istiyorum, sizin mantığınızla ispat olunacak mutluluktan ne çıkar? Hem ben size bir şey söyleyeyim mi matmazel? Bana gücenmeyeceksiniz ya… Siz yalan söylüyorsunuz matmazel, yalan! Beni yine seviyorsunuz, onun için yalan söylemeye gerek görüyorsunuz, bütün söyledikleriniz, söylemek istedikleriniz yalan… Sizde gerçek, ciddi ne var biliyor musunuz? Demin gözlerinizden akan o iki damla yaş yok muydu? İşte onlar, yalnız onlar doğruydu.”

“Öyle zamanlar olur ki gözyaşları mantıktan fazla esenlik verir.”

“Sevmek, sevmek istiyordu. Hayatında yalnız bu eksikti fakat hayatta her şey bundan ibaretti: Sevmek, evet bütün mutluluk yalnız bununla elde edilebilirdi. Küçük, sefil, çıplak bir oda, demir bir yatak, beyaz perdeler, iki hasır iskemle, işte yalnız bu kadarcıkla fakir bir sevişme hücresi; fakat sevmek, Yarabbi, sevmek istiyordu, hummalar içinde delice bir aşkla sevecek ve mutlu olacaktı. İşte şimdi bu gösterişli odanın servetleri içinde siyah mermerlerle örülmüş bir mezarda diri diri gömülmüş gibiydi. Nefes alamıyor, boğuluyordu; bu mezardan çıkmak, yaşamak, sevmek istiyordu.”

“Gülmek! Ama o bizde kuraldır, bir her şeye gülerek başlarız. Fakat bu, bizi gizli gizli, ta içimizden, hatta genel olarak kendimizden bile saklayarak yapanları kıskanmaktan, yapılan şeyleri beğenmekten alıkoymaz. Güleriz, gülmekle yapamamak hüsranının öcünü alırız; sonra yavaş yavaş biz de yaparız, artık gülünüp eğlenmekten usanç doğduktan sonra yapmakta bir sakınca görmeyiz; fakat vakit geçmiş, o şey adileşmiş, bayağılaşmıştır.”

“Aşkta kalp susmaya başlayıp da zihin, yetilerini kullanmaya başlarsa o aşk damarlarında taze bir kan yerine zehirleyici ilaçlar dolaşan bir hasta çocuğa benzer.

“İşte erkekler,” derdi, “asla memnun değildirler, artık sevmemek isterlerse bütün düşüşün, bıkkınlığın kabahatlerini kadınlara yükletmek için çare bulduktan sonra sevmemek kabahatini de onlara bırakmak için zavallıları aşağılayacak şeyler ararlar.”

“Bilseniz bize bu sahillerin pencerelerinden atılmış ne gizli sırlar, ne kırık hülyalar, ne solgun çiçekler, ne yıpranmış emeller, ne ölmüş ümitler var! Bilseniz bu çaresiz hazin ölüleri, biz ne ruhu okşayan yas şarkılarıyla sallayarak ne duyarlı ve yumuşak köpüklerden kefenlere sararak, birer nazlı cenaze biçiminde yavaş yavaş, samanyollarının üzüntüsünden damlayan ağıt damlaları altında, yuvarlaya yuvarlaya götürürüz. Bilseniz bize katılarak akıp giden ne kadar ıstırap gözyaşları vardır. Sizin de bize verilecek ölmüş bir hülyanız, arkasından dökülecek birkaç damla matem yaşınız mı var? Siz ki o kadar şen, o kadar şatır, ağlamaktan o kadar uzaktınız. Demek hepsi bitti, hepsi, hepsi…”

6 Haziran 2021 Pazar

Five Feet Apart | Film Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Justin Baldoni tarafından yönetilen Mikki Daughtry ve Tobias Iaconis tarafından yazılan Netflix'ten izlediğim bir filmi inceleyeceğim. Filmin ismi ise başlıkta gördüğünüz üzere “Five Feet Apart”. Sizi daha fazla giriş cümlelerimle boğmak istemiyorum. “Benim düşüncelerim neler?” bölümünde bol bol sohbet edeceğiz zaten.

Ne anlatıyor?

Kistik Fibrozis hastası olan Stella, neredeyse yaşamının çoğunu geçirdiği hastanede klasik bir gün geçirirken B Cepacia hastası olan Will isimli bir çocukla tanışır. Kendisi gibi akciğerlerinde sorun olan Will ile kısa sürede
dostluk kurarlar. Ama bu dostluk birbirlerine dokunamadan ve sadece aralarında 4 adım mesafe olması zorunluluğuyla yürüyecek midir? Peki bu dostluk ya daha farklı duygular beslemelerine sebep olursa? O zaman da birbirlerinden uzak durabilecekler midir?

Benim düşüncelerim neler?

En son ne zaman bu kadar içten ve hissederek ağladığımı hatırlamıyorum. Az önce bitirdim filmi. Hala etkisindeyken sıcağı sıcağına yazayım dedim.

O kadar tatlı o kadar iç acıtıcı bir filmdi ki… İzlerken iliklerime kadar acıyı ve dramı hissettim.

Dokunmanın önemini, sevdiklerimize dokunabildiğimiz için ne kadar şanslı olduğumuzu fark ettim. Bunun değerini bilmemiz gerektiğini ve mümkün olduğunca sarılmayı unutmamamız gerektiğini öğrendim.

Aynı zamanda Stella’nın hastalığına rağmen sürekli gülümsemesi, hayatı sevmesi ve tüm olumsuzluklara karşı dik durup ilerlemesi o kadar güzeldi ki kendisine hayran olmadan edemedim. Stella gibi insanlarla gurur duyuyorum.

Stella ve Will’in aşkı o kadar naif, kırılgan ve sevimliydi ki kalbim ısınarak izledim tüm filmi.

Oyuncuların duyguyu izleyiciye yansıtmada oldukça başarılı olduğunu düşünüyorum. Öyle ki birkaç gün filmin etkisinden çıkamayacağım büyük bir ihtimalle.

Filmin kurgusu gerçeğe dayanıyormuş. Kistik Fibrozdan muzdarip Claire Wineland'dan ilham alınmış.

Halimize şükretmemiz ve gülümsemeyi asla unutmamamızı bizlere en güzel ve en acılı şekilde anlatan bu film benim kalbimde en güzel köşelere yerleşti bile. Peki sizce “Five Feet Apart” nasıl, sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla, sevgiyle, bol sarılmalı ve gülümsemeli kalın…

Bu filme puanım: 10/10

Oyuncular

Cole Sprouse

Haley Lu Richardson

Moisés Arias

Claire Forlani

Parminder Nagra

Kimberly Hebert Gregory

Emily Baldoni

Gary Weeks

Cynthia Evans

Sophia Bernard



Google'dan bulduğum birkaç alıntıyı da bırakıp gidiyorum. Resimlerin hiçbiri bana ait değildir. Google'dan bulunmuştur. Resimler Spoiler içerebilir.






5 Haziran 2021 Cumartesi

Moxie | Film Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere tatlı mı tatlı bir film incelemesi ile geldim. Amy Poehler tarafından yönetilen Tamara Chestna ve Dylan Meyer tarafından senaryosu yazılan ve Jennifer Mathieu’nun kitabından uyarlanan “Moxie” isimli film ile karşınızdayım. Netflix’ten bulduğum ve tam da cinsiyetçilik üzerine tartışmalar yaptığım şu günlerin üzerine izlediğim bu filmi sizler için kalemim vasıtasıyla anlatacağım. Umarım bu incelememden hoşnut kalırsınız. O zaman daha fazla uzatmadan incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Vivian, 16 yaşında içine kapanık ve sakin bir yaşantısı olan normal bir kızdır. Gittiği okulun kızlar üzerine kurduğu baskı ve kızları küçük görüp onları dışlaması üzerine harekete geçmesi gerektiğini hisseder. Eskiden annesinin de asi bir kız olup böyle protestolar düzenlediğini öğrendiğinde daha da gaza gelir ve Moxie isimli bir dergi çıkarıp bunu kızların ulaşabileceği noktalara bırakır. Bunun üzerine herkes Moxie isimli, yazarı anonim olan bu dergiden edinip yavaş yavaş ayaklanmaya ve bu cinsiyetçiliğe ve ayrımcılığa dur demeye başlar.

Benim düşüncelerim neler?

Şu günlerde arkadaşlarımla çok fazla cinsiyetçilik üzerine konuşuyorduk. Tam bugün arkadaşımla ne izlesek diye Netflix’te gezinirken “Moxie” isimli filmi gördük ve ikimiz de bu filmin tam bana göre olduğunu söyleyerek “Moxie”yi izleme kararı aldık.

Doğrusu iyi ki izlemişim. O kadar tatlı bir yapımdı ki, o kadar benim düşüncelerimi yansıtıyordu ki…

Seksistlik, ırkçılık ve birçok açıdan ayrımcılığı konu alan bu film öyle güzel yapılmıştı ki metaforlarıyla olsun yapılışı ve işlenişiyle olsun gönlümü kazandı. Netflix’e daha fazla bu ve buna benzer yapım gelmesi düşüncesindeyim. Umuyorum ki de gelir.

İnsanların örgütlenmesi, kızların birbirine destek olması, kendi doğrularının peşinden gitmesi ve birbirlerinin sesi olmaları o kadar güzel o kadar özendiriciydi ki… Keşke gerçekten de böyle bir direniş gösterebilsek diye düşünmeden edemedim.

Şimdi anlatacaklarım biraz spoiler içerebilir. Bunları okumak istemiyorsanız lütfen atlayın.

Filmin sonunda bir kız tecavüze uğradığını söyleyip çığlık atıyordu. Diğer insanlar da ona destek olup sanki seslerini herkes duysun diye çığlığına eşlik ediyorlardı. Orda içime bir şey oturdu. O kadar mantıklı o kadar hoş o kadar destek olucu bir çığlıktı ki o çığlıklar…

Bir de Vivian ve Seth yemek masasında kavga ediyorlardı. Vivian ataerkilliğe karşı olduğunu ve erkeklerin ismini dövme yaptırıp sanki o erkeğe aitmiş gibi gezen kişileri eleştiriyordu. Filmin sonunda ise Seth Vivian’ın ismini koluna yazıyordu. O kadar şirin o kadar ince bir düşünceydi ki…

Herkesin ölmeden önce izlemesi gerektiği bir yapım olduğunu düşünüyorum. Kitabı da varmış. İzlemeli, izlettirmeliyiz “Moxie”yi.

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok iyi bakmanızı diliyor, bir gün hepimizin ayrımcılıklara karşı bilinçlenmesini diliyorum…

Bu filme puanım: 10/10


 Oyuncular

Josephine Langford

Nico Hiraga

Hadley Robinson

Patrick Schwarzenegger

Amy Poehler

Sydney Park

Alycia Pascual-Pena

Lauren Tsai

Ike Barinholtz

Marcia Gay Harden

Anjelika Washington

Clark Gregg