Light Pink Pointer

27 Haziran 2020 Cumartesi

Kar Küresi | Kitap Yorumu


Hepinize selamlar! Bugün sizlere Beyza Alkoç’un yazdığı “Kar Küresi” adlı kitabı inceleyeceğim. Giriş bölümünde düşüncelerimi çok uzatmayacağım daha çok tüm içimdekileri “Benim Düşüncelerim Neler?” kısmında size aktaracağım. Sizlerin huzurunda incelememe geçiyorum!

Ne anlatıyor?

Eylül Arsal, yaşadığı depresyon ve sosyal anksiyete sebebiyle Kar Küresi Psikolojik Destek Merkezi’nde bir anda kendini bulur. Kar Küresi Psikolojik Destek Merkezi’nin işleyişi şöyledir: 50 tane genç bu destek merkezinde yatılı olarak kalır ve burada problemlerini halledecekleri görüşmeler ve aktivitelere katılırlar.

Eylül geldiği ilk günden buraya karşı önyargılı olsa da buraya gelmek durumunda olduğu gerçeğini kabullenir. Kendisi gibi diğer problemli gençleri de görmek kendisini yalnız hissettirmese de gözü oldukça gizemli ve garip görünen Merih Uyar’da takılı kalır. Oysa habersizdir başına geleceklerden, başlarına geleceklerden… Eylül bu destek merkezine gelerek problemlerinden arınabilecek midir? Gizemli Merih Uyar hayatında ne gibi bir öneme sahip olacaktır? Dahası, bu destek merkezi göründüğü gibi midir?..

Benim düşüncelerim neler?

Beyza Alkoç’un “Karantina” isimli kitabını da okumuştum. Her ne kadar başlarını çok beğenmesem de sonları oldukça iyiydi. “Karantina”dan sonra “Kar Küresi”ni okumak için aldığımda büyük bir umutla başladım. Ama maalesef ki büyük bir hayal kırıklığı ile karşı karşıya kaldım. Üzülerek söylemem gerekir ki kitap bana amatörce geldi. Yani amatörceden kastım bana kalırsa fazla çocukçaydı. Eylül’ün sürekli yardıma muhtaç ve kırılgan bir kız olarak gösterilmesi ve Merih’in sürekli Eylül’ü kendi başının çaresine bakamayan, yardıma muhtaç biri olarak görmesiydi rahatsız olduğum şeylerden bir tanesi de. Eylül’ün kendi ayakları üzerinde duran, güçlü, her şeyin altından kendi emekleriyle çıkabilen bir karakter olmasını isterdim. Bir erkek olmadan varlığını sürdüremeyen bir karakter değil. Merih’in ve Eylül’ün aşkı da –kitabın arka kapağında zaten âşık olacakları hakkında neredeyse açık açık cümleler kurulmuş yani spoiler vermiyorum- bana fazlasıyla saçma geldi. Merih ise çok ayrı bir konu. Eylül’le yemekhanede sohbet ederken –şimdi spoiler veriyorum eğer görmek istemiyorsanız bu cümleyi atlayın- Eylül’e her kötü davrananı “dövmesi” bana o kadar saçma ve çocukça geldi ki gülmeden edemedim doğrusu. Tamam anlıyorum bu bir genç yetişkin romanı aşklar yüce ve sevimli olur genelde ama bana kalırsa bu sevimlilik değil tam tersi o kadar bayat bir aşktı ki okurken ne zaman bitecek diye sayfa saydım. Eylül’ün daha 1- 2 haftalık tanıdığı birine böylesine sanki yıllardır hasret çekiyormuşçasına bağlanması da beni şok etmedi değil doğrusu.

Anlayacağınız şu ki bana kalırsa günümüz gençlik romanları böyle olmamalı. Eylül’ler Merih’lerden bağımsız yaşayabilmeli. Kadınlar kendi ayakları üzerinde durabilmeli. Hiçbir kadın karakter bir erkek karakterin korumasına ihtiyaç duymamalı. Adaşım olan Eylül karakterinde bunları görmeyi çok isterdim. Her kadın karakterde görmek isteyeceğim gibi.

Diyaloglar, olay örgüsü, karakterlerin yaşlarına göre olması gereken davranışların olmayışı vb. durumlardan ötürü zayıf kalmış bir kurguydu. Her kitapta olduğu gibi bu kitapta da fazlasıyla emek olduğu aşikâr ama bana kalırsa mantıklı bir şekilde düşününce uzman bir psikiyatrist ya da psikolog olmama rağmen yanlış bulduğum birkaç olay da oldu. Ve olay örgüsü o kadar hızlıydı ki “Ne ara sen ona âşık oldun yahu!” dedim. Çok ama çok garip bir kitaptı. Beğenemedim maalesef. Depresif özlü sözler yerine bunlara odaklanılabilirdi bence.

Siz “Kar Küresi”ni okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler?
Umarım bu incelemem size faydalı olabilmiştir. İncelememi okuduğunuz için teşekkür ediyor sağlıcakla kalmanızı diliyorum!

Bu kitaba puanım: 3/10

Alıntılar

“Hayatın biz kalktıkça düşüren bir çift el olduğunu anlaması çok uzun zamanını almadı.”

“Dünya bazen sadece yeşil, bazen rengârenk, bazen ise kapkaranlık olabilir. Her renge hazır olmalıyız; yoksa yaşam bizi içine çeker ve o an hangi renkse ona dönüştürür. Korktuğumuz neyse ona dönüşürüz, neyden kaçarsak o oluruz.”

“Zaten hayat bir bilinmeze doğru düşe kalka yürümek değil midir? Sahi ya, nedir bu hayat?”

“-Bu da ne böyle?
+Ateş…
+Isıtan, aydınlatan ve yakan…
-Hem ısıtıyor, hem aydınlatıyor, hem de yakıyor. Bir şey hem böylesine iyi hem de böylesine kötü olabilir mi anne?
+Dünyadaki her şey böyledir, seni ısıttığını sandığın her şey her an senin yangınına dönüşebilir…”

“Sen ki kasırgasın, gelmen gerek. Sen ki kar tanesisin, yağman gerek. Sen ki dalgasın, kıyıya vurman gerek. Sen ki insansın, yaşaman gerek…”

“Bir gün iç çekerek anlatacağım bunu, asırlar sonra bir yerde, diyeceğim ki: Bir ormandaydım ve yol ikiye ayrıldı ve ben, daha az geçilmişinden gitmeyi seçtim. Bütün farkı yaratan da bu oldu işte.”

 “Bizler birer küçük noktasıyız evrenin. Nasıl ki noktalar bir cümleyi bitirip yenisini başlatmak için varlar, biz de bir şeyleri bitirip yenilerini başlatmak için varız bu dünyada. Her birimiz birer noktayız bu dünyada. Geldik, başladık ve bitiyoruz işte…”

“-Hayır… Dünyanın çok büyük olması beni korkutuyor. Dünya çok büyük yaratılmış…
+Sanki içinde küçücük kalalım diye bu kadar büyük yaratılmış gibi geliyor, değil mi?”
“+Ait olmadığın bir dünyaya tutunmaya çalışmanın ne kadar gurur kırıcı bir his olduğunu tahmin edebiliyor musun?
-Belki de henüz bu dünyanın neresine ait olduğunu bulamamışsındır Merih. Öyle değil mi? Her şey kendini tanımakla başlıyor. Korkularını, hayallerini bilmekle… En büyük korkun mesela, en büyük korkun ne senin?
+Çocukken karanlıktan korkardım.
-Sonra ne oldu? Korkunu nasıl yendin?
+Sonra büyüdüm ve ben de karanlık oldum. Korktuğum ne varsa ona dönüştüm. Korkunu ancak ona dönüşerek yenersin Eylül. Bunu sakın unutma.”

“Anladı ki bir kalp çok üşüyünce yanmayı bile düşleyebiliyordu…”

“Sanki karanlık bir ormanın ortasında yolumu kaybetmiş ve ışıksız kalmıştım, kendimi yakarak yolumu aydınlatmaya çalışıyordum…”

“Gözlerini kendine kapadığın sürece dünyayı izlemen hiçbir anlam ifade etmiyor.”

“İnsan ancak kaybedebileceği hiçbir şey kalmayınca kazanmak için çabalamaya başlıyor.”

“Koşa koşa kaçtığın ne varsa bir gün peşine düşeceksin. Sakladığın her şeyi mumla arayacaksın, unutma bunları.”

“İnsan en çok kendi içindeki sessizliği duyduğunda korkuyordu hayattan. İnsanın en büyük karanlığı kendi içindeki ışıklar söndüğünde çıkıyordu ortaya.”

“Sessizlik de bazen sağır edecek derecede gürültülü olabiliyordu.”

“Gitmeye o kadar hazırdık ki hiçbir yer evimiz olamadı.”

“Misafir olduğumuz tek yer geçmişimiz. Gittik, misafir olduk ve çıkıp gittik geçmişlerimizden. Oysa şu anın sahibi biziz ve şu andan daha önemli tek bir şey daha yok.”

“O kadar yorul ki dinlenmenin değerini anla. O kadar üzül ki mutluluğun değerini anla. Ve belki bana hak vermeyeceksin ama mutsuzluğun değerini anla; çünkü mutsuzluk da bir parçan senin ve ne olursa olsun her parçanın değerini bilmelisin. Sahip olduğun tek şey kendinsin.”

“Bir yerden çıkabilmenin tek yolu, o yerin içinden geçmektir.”

“Oysa bu dünya böyle bir dünyaydı işte; birilerine izlemesi güzel olan şey bir başkasının büyük yangını olabiliyordu. Durup izlediğin her şey birilerinin felaketi olabiliyordu…”

“Burası başkasının felaketine kör olanların dünyası.”

“Bu dünyada kendi felaketinin alevleri içinde yanan milyarlarca insan vardı, kimse onları fark etmiyordu.”

“Aşk iç çekişlerimizden artakalan bir buğudur, buğu dağılınca, sevgililerin gözlerinin önünde tutuşan bir aleve dönüşür…”

“Bir kibrit bir kâğıt yakar, o kâğıt bir ağıt yakar ve tüm dünya alev alır. Ateş bazen ısıtıp yakmaz insanı, üşüttükçe üşütür. İnsan alevlerin ortasında durup donabilir bazen, kar yığıntılarının altında sıcacık hissedebilir ve karanlıkta görebilir aydınlıkta görmediği her şeyi… Hayat bu.”

“Su hiçbir zaman ateşten korkmaz.”

“Her şeyden güçlü bir başka şey vardı bu dünyada, herkesten güçlü bir başka insan vardı.”

“Hayat kim olduğunu bilmeye doğru giden bir yolculukmuş, daha fazlası değil…”

“Yaşamak akla gelen bir fikirdir yalnızca, ötesi değil. Hayat bizi bir yerlerden alıp bir yerlere götüren rüzgârın ta kendisidir aslında. Kuzeye gitmek isterken güneyde bulabiliriz kendimizi, güneye gitmek isterken kuzeyde de bulabiliriz. Rüzgâr bazılarına karşı koyarken bazılarını arkadan iter.”

“Herkesin bir şiiri vardır evrende, herkes kendi şiirini yazar.”

“Kendimizi bulabilmemiz için önce kaybolmamız gerekiyordu biraz… Çünkü insan kaybolmadığı sürece bulunamazdı hiçbir zaman…”

“İnsan hayatı boyunca ne olursa olsun, her şeyin sonunda ‘yok olacak’tı. Hepimiz var olarak başlamıştık ve yok olarak bitirecektik bu hayatı. Yok olmak yeni bir his gibi de değildi aslında. Her birimiz çoğu zaman yok olduğumuz anlar yaşıyorduk zaten.”

“Her yok oluştan bir var oluş meydana gelebilirdi…”

“Ne garip… Dünyanın bazı yerlerinde birileri acı çekerken birileri havai fişeklerle kutlama yapacak kadar mutlu olabiliyor. Hayat çok acımasız.”

“Hayatta her şey kalabalıktan yalnızlığa doğru ilerler, her şey gürültülerden sessizliğe doğru ilerler ve her şey çoğuldan tekile doğru gider. Hayat hiçbir zaman etrafımızda olup bitenlerin hikâyesini anlatmaz bize; hayat bizden ibarettir. Hayat, bizim hikâyemizdir.”

26 Haziran 2020 Cuma

02.02 Ayçiçeği Karnavalı | Kitap Yorumu



Hepinize selamlar! Bugün sizlere Nagihan Gökçe Kabal’ın, yani N.G. Kabal’ın, yazdığı “02.02 Ayçiçeği Karnavalı” adlı kitabı inceleyeceğim. Umarım bu incelememi beğenirsiniz. Daha fazla sizi bekletmeden hemen incelememe geçiyorum!

Ne anlatıyor?

Dolunay, yıllar sonra bulduğu ikiz kardeşi Çiçek ile zaman geçirip, yılların hasretini giderirlerken en sonunda Dolunay’ın sınavı için uçağa binip gitmesi gerekir. Ama işler olması gerekenden farklı bir şekilde gerçekleşir. Dolunay’ın kendisi ve Çiçek için aldığı bordo çantalar karışınca ve bu olayın sonradan fark edilmesiyle işler daha da bir çıkmaza girer. En sonunda Dolunay’ın aklına gelen fikirle işe koyulmaya başlarlar. Dolunay’ın fikri ne mi? İkizlerin yer değiştirmesi… Yani Dolunay Çiçek’in yerine, Çiçek de Dolunay’ın yerine geçecektir. Bu ikili hiç alışık olmadıkları hayat koşullarına nasıl uyum sağlayacaklar? Ya da uyum sağlayabilecekler mi?

Benim düşüncelerim neler?

Hep böyle söylüyorum ama bir daha söyleme gereği duyacağım maalesef. Kitaplar arası karşılaştırmayı hiç sevmem ama bu kitap diğer iki kitaptan çok ama çok daha güzel olmuş! Gerek verdiği mesaj olsun gerek cümleleriyle gerekse karakterleriyle, bu kitap tek kelimeyle efsane olmuş. Statü farklılıklarına değinen ve bir sürü güzel mesajla bezenmiş bu kitapta hepimizin kendi yaşamından birçok şey göreceği mükemmel bir kurgu oluşmuş. Her bir sayfasını zevkle okudum. İnsanların hayatın değerini daha çok bilmesi, yaşamı sevmesi, aslında kim ne durumda ne maddiyatta olursa olsun herkesin birtakım problemleri olduğunu ama her birimiz birbirimizle yardımlaşsak bunların üstesinden gelebileceğimize değinen her bir satır, her bir cümle ve her bir kelimesine hayran kaldım doğrusu. Çok iyiydi ama eğer eleştirmek için kendimi biraz zorlarsam sadece Çiçek ve Dolunay’ın nasıl yıllar sonra birbirini bulduğunu öğrenmek isterdim. Ama çok mühim bir şey değil bu da çünkü olaylar o kadar akıcı ki bunu öğrenme isteğim o kadar da körüklenmedi.

Siz “02.02 Ayçiçeği Karnavalı” kitabını okudunuz mu? Okuduysanız beğendiniz mi? Umarım bu incelememden hoşnut kalmışsınızdır. Kendinize iyi bakmanız ve sevgiyle kalmanız dileğiyle!

00.00 Biri Sizi Düşünüyor kitabına yaptığım inceleme: Tıklayınız  
01.01 Bugün  Adımı Sen Koy kitabına yaptığım inceleme: Tıklayınız

Bu arada GoodReads adlı platforma üye oldum. GoodReads hesabıma ulaşmak için tıklayınız.

Bu kitaba puanım: 9/10

Alıntılar

“Kaybetme olasılığın olmadığı sürece kazanmanın bir anlamı olmadığını bu masada öğreniyordum, her ne için olursa olsun…”

“Kaç kişi şimdi durduğu yerde, böylece yatarken ya da otururken bir pencerenin ardında, otobüs koltuğunda, başka bir hayatın hayalini kurmuyordu? İyi ya da kötü, zengin ya da yoksul, hiçbirimiz hayatlarımızdan memnun değildik ama belki de bunun asıl sebebi, kendimizden memnun olmamamızdı.”

“Ama bencillik iyidir, benciller her zaman ilerler, durup yardım edenler her zaman geri kalır.”

“Parayla mutluluğu satın alabilirsin. İnsanların sana kibar davranmasını, sana gülümsemesini ya da seni dinlemesini sağlayabilirsin, öte yandan paran yoksa kendinden vermek zorundasın. Alamadığın, sahip olamadığın her şey için kendinden veriyorsun. Hayalleriniz, umudunuz, ruhunuz, insanlığınız… elde edemedikleriniz arasında yok oluyor bunlar.”

“Asıl sorun insanların hayatta kalma çabası ve birbirine karşı sabırsızlığıydı. Sadece yaşamak için çabalıyorlardı ama hiçbiri, gerçekten yaşamıyordu. Yüzlerinde gram hayat belirtisi ya da tebessüm yoktu. Mutsuzluk içinde, sadece para kazanmaya odaklanmışlardı.”

“O zaman da merak ederdim, tüm bu koşturan insanlar, acaba gerçekten bir yere varabiliyorlar mıydı?”

“İnsan, bir sürü şeyle baş edebiliyordu ama ulaşamadıkları, bir çıkmaz sokak gibi çaresiz bırakıyordu.”

“Hayatın, bir insandan kendisini çalması mümkün müydü?”

“Ah şu fütursuzca ölçüp biçtiğimiz adalet terazilerimiz…”

“Küçük hatta küçücük şeylerin insana kendini dev gibi hissettirmesi mümkün müydü?”

“Ne tuhaftı, hayatta kalmak için çalışıyor ama hayatı görmezden geliyorlardı.”

“Sevilmek, ikisinin de umurunda olmamıştır bence. Çünkü ikisi de yaptığı şeyden vazgeçmemiş. Oysa ben, insanların sevilmek istedikleri zaman çok fazla şeyden vazgeçtiklerine şahitlik ettim.”

“Terk eden insanlar hep böyleydi, çeker giderlerdi ama sizden aldıkları hiç bitmezdi. Yokluklarıyla bile var olmaya devam ederlerdi.”

“Keşke hatalarımıza da bakım yaptırabilsek.”

“Bazen sahip olduğunuz şeylere aslında o kadar da sahip olamıyordunuz. Bu sizin sahip olduklarınızdan çok, kendinizi neye ve nereye ait hissettiğinizle ilgiliydi.”

“İnsanlar hissettiğiniz şeyi bilebilirlerdi ve bunda sorun yoktu ama siz onların bildiğini bilmediğiniz sürece.”

“Her şeyi olan insanların aslında hiçbir şeye sahip olmadıklarını duymadın mı?” 

“Bu başarı ve başarısızlık, güzellik ya da çirkinlik, büyük küçük her şeyle ilgiliydi. Daha zengin olmak, daha güzel olmak, daha başarılı olmak… Hiçbir şey insanı artık diğerinden ayırmıyordu, insanlık hayatın içinde öyle bir boyuta evrilmişti ki herkes, kim olursa olsun, kendi mücadelesini veriyordu. Daha fazlasının insanlığı unutturduğunu görmüştüm, daha azının ise insan olmaya yetmediğini.”

“İnsan olmak kolay değil, hele ki insanca yaşanabilecek bir toplum düzeni yoksa.”

“Gece burada tek başına bir adam düşün, işte ya kitap okuyor ya da bir şeyler düşünüp öylece oturuyor. Bazen düşüncelerini birine söylemek ister doğru mu yanlış mı diye ama kimsesi yoktur işte. Bir şey görünce bile onu gördüğünden tam emin olamaz, gösterecek kimsesi olmadığından.”

“Yatakhanede kağıt oynuyorlar ama ben zenci olduğum için onlarla oturup kağıt oynayamam. Kokuyormuşum ben, öyle diyorlar. Sana bir şey söyleyeyim mi, aslında bakarsanız siz de bana kokuyorsunuz.”

“Mutsuz bir ruh mikroptan daha çabuk öldürür.”

“Bazen hepimizin başka yollara sapması gerekiyordu, yaşadığımız andan kopup uzaktan bakmak gerekiyordu kendimize, böylece aslında kim olduğumuzu ve kim olmadığımızı da görebilecektik.”

25 Haziran 2020 Perşembe

01.01 Bugün Adımı Sen Koy | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar! Bugün sizlere Nagihan Gökçe Kabal’ın, yani daha çok bilinen adıyla N.G. Kabal’ın yazdığı “01.01 Bugün Adımı Sen Koy” kitabını inceleyeceğim. Daha öncesinde “00.00 Biri Sizi Düşünüyor” adlı serinin 1. Kitabını incelemiştim. Seri dediysem devam kitapları olan serilerden değil bu seri. Bu serideki tüm kitaplar kendisinden önceki kitaplardan bağımsız bir kurguya ve karakterlere sahip. Yani her kitap farklı bir hikâyeyi anlatıyor. Bu yüzden seriye istediğiniz kitaptan başlayabilirsiniz. Ya da sadece serinin bir kitabını bile alabilirsiniz. Neyse ben daha fazla bir şeyler yazmadan incelemeye geçeyim en iyisi!

Ne anlatıyor?

Fazlasıyla disiplinli büyümüş bir evde boynunda görünmez ellerin bulunduğu ana karakterimiz zamanının az olduğunu ve bir şeyler yapmak için acilen harekete geçmesi gerektiğini bilmektedir. Ama ne var ki babasının katılığı, hastalığı ve diğer tüm zorluklarla karşı karıyadır. Bir de kader ortağı olarak adlandırabileceğimiz, geçmişi keder dolu olan Baran Tandemir vardır. Gönlünü gözlerinin mavisi kedere gülümseyen bu gence kaptıran ana karakterimiz hiç bilmediği serüvenlere avuçlarında Baran’ın elleriyle atılmaya fazlasıyla hazırdır. Peki ya Baran? O da hazır mıdır? Yoksa hazır olmayan tek kişi sadece Baran değil midir?


Benim düşüncelerim neler?

Kitap çok hoştu. “00.00 Biri Sizi Düşünüyor” kitabından bana kalırsa daha kaliteliydi çünkü karakterlerin daha çok hayata karşı bir amaçları olduğunu düşünüyorum. Özellikle de ana karakterimizin –ismini vermiyorum çünkü kitabı okuyunca anlayacaksınız, ya da şöyle diyelim bugün karakterimizin adını siz koyun- hayalleri, düşünceleri, hayata karşı bakış açısı bence hoştu. Bazı kötü özellikleri vardı kitabın elbette ama genel olarak baktığımızda fanus içinde büyümeye terk edilmiş iki gencin kendileri için bir şeyler yapma çabasını okuyoruz. Ne olursa olsun sevdiği şeylerin peşini bırakmayan ve hayallerini gerçekleştirmek için ne gerekiyorsa yapan ana karakterimizin bu huyunu da çok sevdim. Az zamanı kaldığının bilincinde olmasına rağmen kendini depresyonun kollarına bırakmak yerine kendine güzel anılar armağan edip bir yenilerini de eklemeye çalışması bence harikaydı. Dediğim gibi tabii ki bazı iyi olmayan yanları da vardı ama bana kalırsa diğer kitaplara göre yazarımızın yazdığı bu kitap daha kaliteliydi. Diğer kitaplarla karşılaştırmayı pek sevmem ama bunu söylemek istedim.

Siz “01.01 Bugün Adımı Sen Koy” kitabını okudunuz mu? Okuduysanız beğendiniz mi?

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok iyi bakmanızı diliyorum. Sağlıcakla kalın!

00.00 Biri Sizi Düşünüyor kitabına yaptığım inceleme: https://depresifpatates.blogspot.com/2020/05/0000-biri-sizi-dusunuyor-kitap-yorumu.html

Bu kitaba puanım: 6/10

Alıntılar

“Derler ki; bir gün beklentisiz, koşulsuz sevebilen bir âşık olursan karşındaki bilmese de o zaten senindir.”

“Ben bana en çok ihtiyacın olduğu zaman ortaya çıkacak olan kızım. Biliyorum. Ama o biri, ben olmayacağım. Biz olamayacağız. Çünkü biz, birbirimize ait kaybolmuş iki yaprak gibiyiz rüzgârda savrulan. Ben senin hayatında olmasan bile sen yine benim hayatım olacaksın.”

“O kış çok fazla çocuk öldürmüşlerdi. İnsanların ölü bedenler okul vaktinde taşan otobüsler gibi kalabalıktı. Ömürler çoğalmış, iki karış toprağa sığdıramamıştı insanlar birbirlerini. O kış çok fazla insanın hayatına musallat olmuştu ruhunu şeytana pazarlamış ve çoktan kendi hayatlarıyla birlikte başkalarından çaldıkları anları da satmış bu insanlar. Cennete arazi serip, cehenneme kefen biçmişlerdi. O kış çok fazla kızı incittiler. O kış bütün erkekler adamlıklarından utandı… Otobüste kalan son yolcu olmak istemedi hiçbiri, otobüste kalan son yolcu kızı tek başına bırakmak istemedi. O kış o kadar çok insanın masumiyetine geçirdiler ki pençelerini, o ip kiminin boynunda bir Azrail çağrısı oldu kiminin kursağında bir yumru. Ama herkes eninde sonunda kendi kesti ipini; kimi başkasının boynuna dolamak için, kimi o iskemleden aşağıya atlamak için. Ki bu insanları o kadar incittiler, darağacına astılar, ellerinde bıçaklarla, insanlar önce iplerinden kurtuldu ama yine de aşağıya atladılar. Özgürlüğün adını bu koydular, dünyanın bir cehennem kuyusu.”

“Kıyıya vuran dalga, denizin intiharından başka bir şey değildi.”

“Oysa ben en çok gölgelerin özgür olduğuna inanırım bayım, gölgelere zincir vuramazsınız.”

“Yoksa bu kadar güzel olmak için önce bütün çirkinliklerin içinde büyümek mi gerekti?”

“Onun dikenleri benim avuçlarımı kanatırken gülümsüyordum.”

“Bir yerde bir son varsa, orada mutlu bir şey olmazdı.”

“İnsanlar nasıl bu kadar cansız varlıklar olabiliyorlardı, nasıl bu kadar hayattan ve yaşamaktan uzak durabiliyorlardı?”

“Hepimiz aynı satranç tahtasının üzerine birbirimizden başka kimi deviriyorduk?”

“Bazen ayılmak için yüzünüze defalarca kez soğuk su çarpmanıza gerek kalmaz, içtiğiniz her şeyi kusmanıza veya sert bir kahve içmenize. Bazen gerçeklerin soğuk duvarına tosladığınızda buz gibi bir suyun etki yapamayacağı kadar çok ayılırsınız. Gerçeklerin sertliği bir kahveden daha etkili olabilir çoğu zaman. Ama asıl önemli olan içinizde ağırlık yapan, kusmanız gereken anlardır.”

“Nefes almanın yaşamak için değil yaşatmak için olduğunu hissetmek istedim.”

“-Söylesene kimsin sen?
+Bugün de adımı sen koy.
-Rüzgâr olsun,
+Neden Rüzgâr? Bütün sıkıntılarımı üzüntülerimle birlikte alsın diye mi? Öyleyse senin de adın Deniz olsun bugün, yüksek sesle söyleyemediğin her şey bir dalganın içine karışıp kıyıya vursun artık diye.”

“Dışarıdan baktığınızda gördüğünüz hiçbir şey göründüğü gibi değildi.”

“En zor kararları hep sen vereceksin. Savaş bitti sandığın zaman kaybedeceksin mesela, savaş hiç bitmeyecek. Batmasaydı eğer Titanic, kimse sesini duymayacaktı; yanmasaydı eğer Anka, küllerinden doğmayacaktı.”

“Biliyorsun; dinleri ayırabilirsin, dilleri ayırabilirsin, renkleri ayırabilirsin ama bütün insanlar aynı dilde ağlar. Aynı dilde çekeriz acımızı, bundan kaçamazsın. İntihar etmek istersen kurtaracaklar mesela çünkü onlar herkesi öldürmek isteyecek. Yaşamak koyacaklar bunun adını, sen ne demek olduğunu belki de hiç bilemeyeceksin.”

“Savaş bitmişti. Ben kazanmıştım. Ama geriye hiçbir şey kalmamıştı. Saflarım tükenmişti. Cephaneme el koymuşlar, ordumu yerle bir etmişlerdi. Bana kazanmanın aslında daimi bir kayıp olduğunu göstermişlerdi. Ben artık biliyordum ki barış bayrağının renginin beyaz olmasının bir anlamı vardı. En küçük kusuru dahi affetmeyen bu renk, benim barut kadar kararmış kaderimi sarmalayan isli parmaklarımın arasında zafer çanları değil, kıyamet surunu üfleyebilirdi ancak.”

“Mutluluk tek renktir, oysa kederin kendi tonları vardır.”

“O an biliyordum; önemli olan, bir orduya karşı yenilmek değildi, kendine karşı edindiğin zafer kadar kazanıyordun.”

“Derler ki; kafesinden kurtulmak istiyorsan önce canın pahasına kafesi parçalamayı göze almalısın.”

“Bir insanın en büyük mücadelesinin yalnızca kendisiyle olduğunu bilecek kadar çok okumuştum bu kitabı. Savaşın yalnızca kendine yenildiğin zaman bittiğini ve zafer diye bir şeyin aslında hiç olmadığını.”

“Aşk, dünya çapındaki en sağlam uyuşturucuydu.”

“Kimsenin anlamadığı bir dildin sen ve ben seni öğrendim.”

“Herkesin hemfikir olduğu yerde farklı bir düşünceyi savunmak yalnızlıktır.”

“Ben geçmişimin kurtulması için çekip gitmeyi denedim. Ben vazgeçerim bayım, o bataklıkta sevdiğim bir şey varsa bir bacağımı orada bırakıp sürünerek oradan çıkarım. Bir parçam geçmiş kuyusunda boğulurken ben burada kendime kalp masajı yapmaya devam ederim. Yine de ben o geçmişe bağlıyım ve onun can çekişmesini duyarak hayatta kalamam.”

“Zincirlerini seven birini özgür bırakamazsın. Asıl tutsaklık onu o zincirlerden ayırmak olur.”

“Tesadüfen geldiğimiz bir dünyada şansa hayatta kalmaya çalışıyorduk. O an orada bir ağacın dibinde otururken sorguladığı tek şey buydu. Sadece şu an bile kendimi öldürmek için onlarca sebep bulabiliyordum ve sorsam herkesin bulabileceğine emindim ama yaşamak? Yaşamak için neden sebeplerimiz yoktu? Hayat bu kadar da berbat olmamalıydı. Tüm bu gökyüzü, ağaçlar ve hayvanlar hayatta kalabilirlerken biz bir çatı altında onca insan yaşayamıyorduk. Sahi, neydi istediğimiz?”

“Kitapların yası tutulur mu diye sormayın hiç bayım, bazen en çok kitapların yası tutulur.”
“Etrafımda var olan herkes bir şeylerin, birileri olmanın peşindeydi. Kimse hiçliğin ve zamanın kıymetini bilmiyordu.”

“Kaplumbağaları neden severim biliyor musun, Baran? Evlerini sırtlarında taşıdıkları için, bu bana aslında her şeyin bizde bittiğini anımsatıyor. Varımızla yoğumuzla bir bütünüz. Hani hep bir yuva aradık ya kendimize, hani evimizi hiç yuva olarak görmedik, hani hep kaçmak istedik babalarımızdan… Hani birileri hep mezarlıklarda uyudu bu yüzünden. Belki de hepimiz burada yanıldık ve kaplumbağalar haklıydı; yuvamız dört duvarı olan bir beton yığını ya da dizlerinde yatmak istediğimiz anne babalarımız değildi… Kendi zihnimizin içiydi daima ve biz de en çok bu yüzden kaçtık. Kafalarımızın içindeki düşünceler mahvetmedi mi bizi, herkesle savaşıp kendi kendimize yenilmedik mi?”

“Kim olmamı istiyorsan oyum. Daha fazla kendini mahvetme bu soruyla. Hem kim olduğumun ne önemi var Romeo? Adın ne değeri var? Şu gülün adı değişse bile kokmaz mı yanı güzellikte? Romeo, bırak, at bu adı! Senin parçan olmayan bu ada karşılık al bütün varlığımı.”

“Şiddetle başlayan hazlar, şiddetle son bulurlar. Ölümleri olur zaferleri, öpüşürken yok olan ateşle barut gibi…”

18 Haziran 2020 Perşembe

Yakut Kırmızı | Kitap Yorumu


Hepinize selamlar! Bugün sizlere Kerstin Gier isimli yazarımızın kaleme aldığı “Yakut Kırmızı” kitabının incelemesini yapacağım. Serinin diğer kitapları olan “Safir Mavi” ve “Zümrüt Yeşil” kitaplarını da bu kitabı bitirir bitirmez internetten istettim. Umarım siz de benim gibi bitir bitirmez diğer kitaplarını alacak kadar seversiniz bu kitabı. Çok uzatmadan ve sizi bekletmeden incelememe geçiyorum!

Ne anlatıyor?

Gwendolyn oldukça garip bir ailenin 10. Sınıfa giden bir ferdidir. Ailesi garip dediysem öyle bildiğimiz garipliklerden değil bu gariplik. Gwendolyn’in ailesi zaman yolculuğu yapabiliyor! Bu zaman yolculuğu özelliği, aileden bir genle aktarılmaktadır. Bu gene sahip olan kişiler ise zamanda, hiç bilmedikleri bir tarihe ansızın gidebiliyorlar.
Bu genin Gwendolyn’in kuzeni Charlotte’ta olması beklenirken bir anda Gwendolyn’in geçmişe ışınlanması ile olaylar iyice karışır. Hiç beklemediği ve hazırlıksız yakalandığı bu zaman yolculuğunda Gwendolyn oldukça zor zamanlar geçirecektir. Hiç bilmediği sırlarla dolu yeni yaşantısında kimin masum, kimin kötü olduğu gerçeği de cabası… Zamanda yolculuğa çıkan bu gencin aşka yelken açacak bir durumu yoktur. Peki aşk Gwendolyn’in kapısını çalacak mıdır?

Benim düşüncelerim neler?

O kadar hoş bir kitaptı ki yaklaşık 1 ya da 2 günde bitirdim. Akıcı ve yalın bir dili vardı. Beni az da olsa zorlayan tek şey bazen kimin kim olduğu oldu. Çünkü herkes birbirinin akrabası, kuzeni, anneannesi, dedesi gibi şeyler olduğundan “Bu kimdi?” dediğim zamanlar oldu elbette. Ama o kadar da zorlanmadım. Belli bir sayfa sayısından sonra insan alışıyor ve olay örgüsünü tam kapıyor. Gwendolyn’in ailesinde, evinde ve okulunda bulunmak benim için bir gururdu. Gwendolyn ve en iyi arkadaşı Leslie’nin sohbetleri o kadar samimiydi ki Leslie gibi bir arkadaşım olmasını istedim. Diğer kitap karakterlerinin aksine bana kalırsa Gwendolyn daha bizden biri gibiydi. Benim kalbimde yeri ayrı olan bir karakter oldu Leslie ile beraber.

Serinin diğer kitaplarını oldukça merak ediyorum. Sırlarla bezenmiş bu kitaptan daha neler çıkacağını dört gözle bekliyorum.

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok iyi bakmanızı diliyorum, sağlıcakla ve sevgiyle kalın!

Bu kitaba puanım: 10/10



16 Haziran 2020 Salı

Fısıltı | Kitap Yorumu


Hepinize selamlar! Bugün sizlere Becca Fitzpatrick’in yazdığı Hush Hush serisinin 1. Kitabı olan “Fısıltı” kitabını inceleyeceğim. Aslında sınav yılım olduğu için kitabı sınav bitene kadar okumayacaktım ama dayanamadım ve başladım. 2-3 günde de bitirdim. Çok uzatmadan incelememe geçmek istiyorum.

Ne anlatıyor?

Nora Grey; hayatı tepetaklak olmadan önce çalışkan, en yakın arkadaşı Vee Sky ile takılan, annesiyle birlikte çiftlik evinde yaşayan oldukça sıradan biriydi. Ta ki hayatına Patch isimli oldukça garip ve insanda uzak durma hissiyatı oluşturan çocukla biyoloji partneri olmak durumunda kalana kadar. Nora Grey, her ne kadar Patch’ten tehlike sinyalleri alıyor olsa da her insanı cezbedebilecek bir güce sahip olan merak duygusunu alt edemez. Aynı zamanda her ne kadar kendisine itiraf edemese de Patch’ten oldukça etkilenmiştir. Ama bilmediği şey ise kalbini Düşmüş bir Meleğe kaptırdığıdır. Cennetten kovulmuş bir melek, ne kadar masum olabilirdi?..

Benim düşüncelerim neler?

Kitabı ilk elime aldığımda ve konusunu okuduğumda ilk düşündüğüm şey “Alacakaranlık’a biraz benziyor gibi.” oldu. Pek yanıldığım da söylenemez. Yani tabii ki tıpatıp aynısı değil ama kitabın bende bu havayı çağrıştırdığını söyleyebilirim. Konusu ilgimi çekti. Düşmüş Melekler. Efsaneler. Bu ve bunun benzeri kitaplar oldukça hoşuma gidiyor. Ama bu kitapta rahatsız olduğum pek çok şey oldu.  Öncellikle ayıp olan diyaloglar ve kelimeler haricinde tam bir kötü çocuk ve kurtarılması gereken kız kokusu yayılıyordu kitaptan. Okurken ara ara bu duruma yüzümü buruşturmadım değil. Günümüz Wattpad kitaplarına oldukça benziyor. Wattpad dediysem yanlış anlaşılma olmasın lütfen oldukça hoş Wattpad kitapları da var ama bahsettiğim tarz kötü çocuk ve kırılgan kız yapısındaki kitaplar, karakterler. Karanlık ve gizemli olan havalı çocuk ile saf, savunmasız ve kurtarılmayı bekleyen narin bir kız.

Son sayfaları takdire şayan bir şekilde güzelleşmeseydi bu kitaba maksimum 5 puan verirdim ama son sayfalarda kalbimi kazanan “Fısıltı” kitabının sonu oldukça çarpıcı bir şekilde bitti. Bölüm sonlarını da heyecanlı bir şekilde bitirmelerinden dolayı her bölüm sonunda “Bir bölüm daha okuyup bırakacağım.”  dedim ama bırakamadım. Efsaneler ve düşmüş melekler olaylarını son sayfalarda daha çok görüp daha çok hissettiğimiz için son sayfalar favorimdi elbette. Heyecan ve merak duygusunu zirvelere taşıyan bir kitaptı ama bana kalırsa yaş aralığı 13-18 olanların ilgisini daha çok çekebilecek bir kitap. Yani genç yetişkin olarak adlandırdığımız gruba dâhil edilebilecek bir romandı. Genel olarak baktığımda bana kalırsa kötü bir kitap değildi. Hatta serinin diğer kitaplarını da almayı düşünüyorum. Ama artı ve eksilerini birlikte değerlendirmek durumunda olduğumdan eksik yönlerine de dikkat çekmek isterim.
Her yönüyle ayrıntılı bir şekilde incelediğimde:

Bu kitaba puanım: 6/10

Umarım bu incelememi beğenirsiniz. Siz “Fısıltı” kitabını okudunuz mu? Okuduysanız beğendiniz mi? Sizin düşünceleriniz neler?

Bu incelememi okuduğunuz için çok teşekkür ediyorum. Kendinize çok iyi bakmanız ve kucak dolusu kocaman sevgilerle kalmanız dileğiyle…

Alıntılar

“İnsanların değiştiğini, ama geçmişin değişmediğini aklından çıkarma.”

“Korkunun en ilginç yanı budur işte. İçimizdeki en kötüyü açığa çıkarır.”

“Korku mantığı gölgede bırakır.”