Hepinize selamlar. Yoğunluktan kaynaklı bloğumu çok aksattım. Yaklaşık 4 aydır inceleme yazmıyordum. Artık yazmam gerektiğini ve bu döngüyü bozmam gerektiğine karar verdim. Bu yüzden yine karşınızdayım. Bir an önce toplu inceleme yazıp okuduğum kitapları aradan çıkarmak istiyorum. Kısa kısa her kitaba biraz değineceğim. Seri olan kitapların ilk kitabını inceleyecek, devam kitaplarının sadece ismini yazacağım. Umarım bu incelemem sizler için yararlı olur.
Jane Eyre | Ne anlatıyor, benimdüşüncelerim neler?
Jane Eyre,
anne babasının ölümü üzerine akrabalarının evinde yaşamaya başlar. Ne var ki bu
akrabalar korkunç kişilerdir ve kendisine eziyet çektirmekten başka bir şey
yapmazlar. Bu şekilde bir süre daha yaşayan Jane, en sonunda yatılı okula
verilir. Yatılı okulda kendini oldukça geliştirir ve oradan öğretmen olarak
mezun olur. İş için ilan verdiğinde en sonunda bir ev bulur ve bu evde küçük
bir kıza öğretmenlik yapmak için görevlendirilir. Ama planda olmayan bir şey
olur. Jane, ev sahibine karşı bir şeyler hissetmeye başlar. Bu olmadık aşk ise
birçok hayatın kökünden değişmesine vesile olur…
Okuduğum en
güzel kitaplardan bir tanesiydi. Yazıldığı dönemin çok ötesindeydi. Jane’in
döneminin kadın yapısından farklı oluşu ve 21. Yüzyılda yaşamama rağmen Jane’in
davranışlarının birçoğunu şu ana göre bile oldukça olgun ve düşünceleri bulmam bence
her şeyi açıklıyor. Eksiksiz bir kütüphane ve inanılmaz bir hikaye için Jane
Eyre her okura lazım. Şimdiden iyi okumalar!
Bu kitaba
puanım: 9/10
Gölge ve
Kemik | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Alina ve
Malyen birlikte büyümüş iki yetim kişidir. Yetimhanede bir şekilde hayatta
kalan bu ikili günün birinde asker olarak orduya katılırlar. Karanlıklar
Efendisi’nin yarattığı sis bulutunun arasından geçerken saldırıya uğrarlar. Herkes
çaresizken bir anda bir mucize gerçekleşir. Alina Starkov, parıl parıl parlamaktadır.
O anda
herkes anlar ki Alina yüzyıllardır kayıp olan bir Grisha türüne aittir.
Grishalar özel güçleri olan bireylerdir.
Rüzgâr, dalga ve ateşi yönetebilmektedirler. Ama şu ana kadar hiç kimse
güneşin gücüne sahip bir Grisha görmemiştir. Bunun üzerine ortalık iyice
çalkalanır ve kimin iyi kimin kötü olduğu anlaşılmayan birtakım olaylar meydana
gelir…
Genel olarak
keyifle okuduğum bir kitaptı. Grisha evreni her ne kadar klasik de görünse
güzel ve incelikli bir şekilde oluşturulmuş ve kurgulanmıştı. Okurken herhangi
bir rahatsızlık duymadım. Fakat yine Grisha evrenini konu alan ama farklı bir
konuya sahip olan “Kargalar Meclisi” serisini çok daha fazla beğendiğimi
belirtmeliyim. Sırf “Kargalar Meclisi”ni okumak için bile Gölge ve Kemik serisi
okunabilir.
Bu kitaba
puanım: 7/10
Uğultulu
Tepeler | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Günün birinde Mr. Lockwood isimli bir beyefendi kiralık bir ev tutmak ister. Bunun
üzerine bir ev bulur ve oraya yerleşir. Buraya yerleştikten sonra evin diğer
tarafında yaşayanlarla da tanışmak ister ve oraya bir ziyarette bulunur. Evde yaşayanlar
oldukça gariptirler ve aynı zamanda asık suratlıdırlar. Bunun üzerine evin kâhyasından
durumun ne olduğunu öğrenmeye çalışır ve şoke edici bir sürü şey öğrenir.
Nesillerdir devam eden zulüm dolu bir hikâyenin izlerini taşıyan bu kişiler bir
anda Mr. Lockwood denen bu beyefendinin hayatının merkezine oturur. Zulüm,
nefret, aşk ve özlem içeren bu hikâye Lockwood’un hayatını tepetaklak eder.
Güzel
başlayan bu kitap son 100-200 sayfasında oldukça sabır gerektiriyor. İyi bir
psikolojideyken okunması gereken bir kitap. Açıkçası ciddi anlamda son
sayfalarda bunaltıyor. Kurgu güzel olsa da bana kalırsa bazı şeyler oldukça
uzatılmıştı. Karakterler de – özellikle Heathcliff- beni oldukça sıktı ve bir
kaşık suda boğdurtmak istedi. Son sayfalar dediğim gibi olsa da kitabın geneli
hoştu ve okunabilirdi. İki neslin aile içi kavgalarını konu edinen bu kitap
Jane Eyre’ı okuyunca biraz hayal kırıklığına uğrattığı. Yazarlar her ne kadar
farklı olsa da kardeş oldukları için olsa gerek Jane Eyre gibi bir kitap
bekleyip umutlanmıştım. Bu da biraz benim hatamdı. Yine de okunabilir ve güzel
bir kitaptı.
Bu kitaba
puanım: 7/10
Fırat Suyu
Kan Akıyor Baksana | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Poyraz Musa isimli
bir ağa, Lozan Antlaşması sonucu giden Rumların yaşadığı bir adaya yerleşmek
ister. Herkes bu isteğine şaşırır çünkü adada kimse yoktur. Koskoca ağa yalnız
başına ne yapacaktır? Yine de tüm işlemler halledilir ve Poyraz Musa adaya
yerleşir. Ama beklemediği bir şeyle karşılaşır. Adada yalnız değildir. Rumları almak
için gelen gemilerden saklanan Vasili isimli bir Rum, hala adadır. Ama Vasili
ile bir türlü karşılaşamaz Poyraz Musa. Sadece kendisini sürekli izleyen bir
karaltı görür. Vasili ise kendine söz vermiştir. Bu adaya çıkan ilk kişiyi
tüfeğiyle vuracaktır. Ancak her ne kadar kendine söz vermiş olursa olsun bir
türlü Poyraz Musa’yı vurmak içine sinmez. Bunun üzerine bu ikilinin kaderi
birbirine bağlanır ve oldukça duygusal bir öykü çıkar ortaya.
Çok güzel
bir kitaptı. Kelimelerle anlatılamaz. Rumların bulundukları ve ev dedikleri bu
topraklardan ayrılırken hissettikleri o üzüntü, acı ve evlerini bırakmanın
getirdiği kederi okuyan herkes ister istemez duygulanır. Ciddi anlamda insanı
sarsan bir romandı. Savaştan sizi nefret ettirmenin de ötesine taşıyacak, bol
bol millet sevgisiyle sarılacağınız mükemmel bir kitap. İlk başlarda yavaş
ilerlese de ortalarda oldukça açılıyor. Herkese önerimdir. Tarih bilginize
bilgi katmak için de birebir.
Bu kitaba
puanım: 8/10
Kitapçı
Mendel | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Mendel işi gücü sadece kitap okumak olan ve dış dünyayla tamamen bağlarını
kesmiş bir sahaftır. Öyle bir bağlarını kesmiştir ki dünyayla ülkede yaşanan
savaştan habersizdir. Bu şekilde yaşayıp giderken günün birinde istediği bir
derginin gelmemesi sonucu yayınevine mektup yazar ve gönderir. Savaş zamanında
gönderilen bu mektubu yadırgayan yetkililer ise mektubun herhangi bir suç
unsuru olabileceğini düşünüp Mendel’i tutuklarlar. Savaş kamplarından birine
gönderilen Mendel ise kendisini kitaplardan oluşan kendi dünyasından çok daha
farklı bir dünyada bulur.
Savaşın
insan üzerindeki psikolojisi güzel bir şekilde işlenmişti işlenmesine ama bana
kalırsa burada anlatılmak istenen savaş psikolojisinden ziyade bir insanın
hayatının merkezine koyduğu bir şeyin bir anda ortadan kaybolması veya yok
olmasının yıkıcı etkileriydi. Mendel için hayat kitaplardan emanetti. Oysa o
onlardan aylarca uzak kaldı. Ve sonunda çöktü. Bu hepimiz için geçerli değil
midir zaten? Bir şey ne kadar hayatımızın merkezinde olursa o şeyin yokluğu
veya o şeyde istediğimiz başarıyı elde edemememiz bizi sanki hayatımız
mahvolmuş veya bitmiş gibi hissettirir. Çünkü bütün bir hayatımız ondan ibaret
olmuştur. Bu yönden Mendel’in psikolojisinin çok güzel bir şekilde yazıldığını
düşünüyorum. “Kitapçı Mendel” içinde aynı zamanda “Kızıl” isimli başka bir
öyküyü barındırıyor. Ona da bayılmıştım. Onu burada incelemeyeceğim çünkü daha
önce incelemiştim. Buraya tıklayarak incelememe ulaşabilirsiniz.
Bu kitaba
puanım: 10/10
Kuşatma ve
Fırtına
“Gölge ve
Kemik” kitabının devam kitabı. Spoiler olmasın diye sadece puanımı yazacağım.
Bu kitaba
puanım: 7/10
İçimizdeki
Şeytan | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Ömer
arkadaşı ile birlikte bindiği bir botta karşılarında oturan bir hanımefendi
görür ve bir anda kalbini ona kaptırır. Sanki daha önceki hayatında onunla
berabermiş gibi hisseder. En sonunda kızla konuşmak için yanına giderken kızın
yanında bir akrabasını görür ve bu şanstan istifade kızla konuşmaya çalışır.
Kızın ismi ise Macide’dir. Gittikçe Macide’ye gönlünü kaptıran Ömer,
duygularının karşılıksız olmadığını öğrenir bir zaman sonra. Evlenmeye karar
verirler ama bu karar ikisinin de hayatını rayından çıkaracaktır. Bir tutkuyla
evlenen bu çifti korkunç olaylar beklemektedir…
İnsanın
içindeki kötülüğü sürekli olarak başka birine atmaya çalışmasından doğan “İçimizdeki
Şeytan” aslında içimizdeki kötülüğün kimseye atılamayacağını, kötülüğün
kendisinin de “şeytan”ın da kendisinin insanın kendisi olduğunu bize sunuyor. Toplumsal
problemlerle birlikte iyice şekillenen ve darbeler alan Macide ve Ömer aşkı
bize Sabahattin Ali’nin toplum sorunlarıyla bireysel sorunları harmanlayıp harika
bir eseri nasıl ortaya çıkardığını gösteriyor. Sabahattin Ali Türk yazarlar
arasında en sevdiğim yazar. Bu kitabına da hayliyle âşık oldum. Para kazanma
derdi ve hırsı, bağımlılıklar ve toplumsal diğer sorunların insan ilişkileri ve
karakteri üzerindeki tesirlerini okumak, ve bunu Sabahattin Ali’nin kaleminden
okumak, çok çok çok ayrıydı. Herkese tavsiyemdir “İçimizdeki Şeytan.”
Bu kitaba
puanım: 9/10
Çocukluk |
Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Tolstoy’un
kendi çocukluğunun izlerini kitabımızın ana karakteri Nikolenka üzerinden
anlatıyor. Aile bağlarını, çocuk aklıyla düşündüklerini, ilk aşkı ve sayısız
daha nice duyguyu küçük bir çocuğun kalbinden okuyacağımız bu bir oturuşluk
kitap kalbinizi yumuşacık yapacak!
Bu kitaba puanım:
9/10
Markopaşa
Yazıları ve Ötekiler | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Sabahattin
Ali ve birkaç arkadaşının kurduğu Markopaşa dergisindeki yazıların yer aldığı
bir kitap. Aynı zamanda Markopaşa hakkında da ayrıntılı bilgiler edinilebilecek
bir kitap. Sabahattin Ali’nin düşüncelerini ve yazılarını okudukça dönemini
aşmış ve kendini oldukça geliştirmiş olduğunu görüyoruz. Bir kere daha
kendisine hayran kaldım. Yazıları okudukça ülkemize dair birçok şeyin hiç
değişmediğini fark ettim. Gazeteciliğe getirilen sınırlamalar, özgür düşünce
ortamının olmaması, ekonomik sıkıntılar, halkın bu ekonomik sıkıntılar
karşısında çektikleri ve daha nicesi… Markopaşa’nın amacı ise halkı
bilinçlendirmek ve kendi ve halkın düşüncelerini hükümet her ne kadar engel
olmaya çalışsa da yayabilmek.
Herkesin okuması
gereken yine çok güzel bir eser.
Bu kitaba
puanım: 10/10
Rüzgarın On
İki Köşesi | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Ursula K. Le
Guin’den okuduğum ilk kitaptı. 12 adet öyküden oluşuyor. Öyküler bilim kurgu tadında.
Özellikle Üstatlar ve diğer birkaç öyküsünü bayılarak okudum.
Bu kitaba
puanım: 8/10
On
Kişiydiler | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
On farklı
kişi on farklı mektup alır. Farklı yaş grupları ve farklı meslek gruplarındaki
birbirinden alakasız on kişi aldıkları bu sahte mektuplar üzerine bir malikânede
bir araya gelirler. Evin sahibi evde değildir, onun yerine hizmetliler
misafirleri karşılar. Yerleştikten ve yiyip içtikten sonra bir anda malikânenin
bir yerinden bir ses gelmeye başlar. Bu ses hayatlarını kökünden değiştirecek o
şeyi söyler: burada toplanan 10 kişinin onu da bir şekilde birilerinin hayatını
sona erdirmiş yani o kişileri öldürmüşlerdir. Bunun cezası olarak her gün bu on
kişiden biri masalarına bırakılan bir şiirin bahsettiği şekilde ölecektir. Mesela
şiirde baltayla öldürüleceği yazıyorsa o kişi baltayla öldürülecektir. Tabii kimin
nasıl öleceği belli değildir. Aynı zamanda konuklar katilin aralarından biri
olduğunu öğrenince iyice paniklerler. Bunun üzerine kime güveneceğini bilmeyen
bu on kişi katili bulmaya çalışırlar.
Okurken
oldukça merakta kaldığım ama sonu beni pek de tatmin etmeyen bir kitaptı. Özellikle
John Verdon’ın kitaplarını okuduktan sonra onunki gibi devasa bir kurgu ve son
beklerdim. Maalesef bana bunu vermedi ve sonda “Ciddi misin?” dedirtti. Ama yine
de büyük bir merakla okuduğumu itiraf etmeliyim. Okunabilir bir kitaptı ama sonunu
aman aman beklememek gerek. Şiirle ölümlerin aynı olması fikri ise güzeldi.
Bu kitaba
puanım: 8/10
Yalnızlık
Paylaşılmaz
Özdemir Asaf’tan
okuduğum, güzel ve kaliteli şiirlerle bezenmiş bir kitaptı. Aşk şiirleri
okumayı sevenlere şiddetli önerimdir.
Bu kitaba
puanım: 9/10
Outliers |
Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Outliers
bize insanın başarılı olmasının sadece çok çalışkan olmakla alakalı olmadığını
anlatıyor. Elbette ki çok çalışmak büyük bir faktör ama Outliers buna aynı
zamanda “fırsatı iyi değerlendirmek” ve “kültürel, ailevi, genetik” faktörleri
de ekliyor. Özellikle başarılı olan insanların karşısına her zaman bir “fırsat”ın
çıktığını ve bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirdikleri için başarılı
olduklarını anlatıyor Outliers. Fırsatı değerlendirmenin sonuçlarına ve aynı
zamanda başarının kimi zaman doğduğunuz yıla, ırkınıza ve kültürel, ailevi
değerlerinize göre nasıl değiştiğini ve bunun sonuçlarının ne olduğunu da
inceliyor. Okuduğum en güzel ve kaliteli kitaplardan bir tanesi. Kendinizi
geliştirmek için oldukça ideal. Sıkılmadan dolu dolu okunan bir kitap.
Bu kitaba
puanım: 10/10
Çöküş ve Yükseliş
Gölge ve
Kemik serisinin 3. Kitabı. Spoiler olmasın diye sadece puanımı yazacağım.
Bu kitaba
puanım: 7/10
Çakıcının
İlk Kurşunu | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Sabahattin
Ali’nin öyküleri, şiirleri ve denemelerinden oluşan bir kitap. İsmini de içinde
geçen “Çakıcının İlk Kurşunu” öyküsünden alıyor. Çakırcalı Efe günün birinde
babası adaletsiz bir şekilde öldürülünce tüm kötülere ve kötülüklere karşı bir
savaş açar ve gittikçe kötülerin korkulu rüyası olur. Bir nevi halkın
kahramanına dönüşen Çakırcalı Efe adaletsizliğe ve kötülüğe karşı açtığı bu
savaşla devletin yapması gereken sorumluluğu halkına karşı kendisi yapar.
Yine çok
sevdiğim bir kitabı oldu Sabahattin Ali’nin. Toplumun sorunları ve yaşadıkları
üzerine yazılarıyla onlara yol göstermeyi amaç edinen Sabahattin Ali yine bize
kaleminin kalitesini ve güzelliğini kanıtlıyor. Diğer kitaplarda alıntı
paylaşmadım ama bu kitap için bir alıntı paylaşmak istiyorum. Bu alıntıdan
Sabahattin Ali’nin nasıl döneminin çok üstünde bir yazar olduğunu görecek,
hatta 21. Yüzyılı bile aşmış bir yazar olduğunu görecek ve kadına verdiği
değeri bir kez daha anlamış olacağız.
“Kadın bir
erkeğe varmaz, kadın bir erkeğe verilmez ve bir erkek bir kızı almaz, (almak,
vermek) bu tabirler kadını kıymetten düşüren, ona ahkar (en hakir) mahiyeti
veren şeylerdir ve her şeyden evvel bu zihniyeti kadınlarımız kafalarından
çıkarmalıdır; bilmelidirler ki iki cins birbirleriyle hayatlarını
birleştirirken yuvaya getirdikleri aynı kıymette şeylerdir ve koca mal sahibi
değil, ortak, hayat ortağı demektir.”
Bu kitaba
puanım: 10/10
İntibah | Ne
anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Ali Bey
günün birinde arkadaşlarıyla pikniğe gider. Sıradan bir günün sıradan bir
saatinde ne olacaksa o oluyordur. Ta ki arabayla önlerinden bir hanımefendi
geçene kadar. Ali Bey kalbini bu hanıma kaptırır. O kadar güzel ve o kadar göz
alıcıdır ki… Bu hanımefendinin ismi Mehpeyker’dir. Hayattan ve aşktan habersiz
Ali Bey ilk defa böyle şeyler hissettiği için Mehpeyker’in de kendisine karşı
gösterdiği ilgiyi gerçek sanır. Ama daha sonralarında Mehpeyker’in gerçek
yüzünü görecek olan Ali Bey hatalarından dönmek için çok geç olduğunu
anlayacaktır.
İyi ve
kötünün ne olduğu karakterler üzerinden keskin bir şekilde anlatıldığı “İntibah”
aynı zamanda Türk edebiyatının ilk romanı olma özelliğini de taşıyor. Aşktan
gözü dönen Ali Bey’in aşkı yüzünden çöküşü, yaşadıklarının karakteri üzerindeki
tesirleri ve Mehpeyker ile Dilaşub karakterleri üzerinden saf iyi ve saf
kötünün anlatılması oldukça incelikli bir şekilde okura aktarılmıştı. Mehpeyker
hakkında söylenenleri umursamayıp kendisini de çevresindekileri de yakan Ali
Bey’den körü körüne bir şeylere inanmamayı ve son pişmanlığın fayda
etmediğinden ötürü bir şeyleri iyice araştırıp sonsuz güven duymamayı öğreniyoruz.
Bu kitaba
puanım: 8/10
İrade
Eğitimi | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Jules Payot
bu kitabı özellikle gençlere yol göstermesi için yazıyor. İradenin eğitilebilir
oluşunu kanıtlarla destekliyor ve bunun nasıl yapılacağına alttan alta ve kısa
kısa değiniyor. Son sayfalara doğru oldukça tekrara düşülmüştü ve bu bir yerden
sonra okuru biraz bunaltıyor. Ama onun dışında kitap eğitici ve herkesin
anlayabileceği hafif bir dille yazıldığında ötürü oldukça akıcıydı. Tabii ki
yer yer döneminin dayattığı bazı düşünceler de yazarı etkilemiş ama onları da
dönemi kapsamında değerlendirdiğim için çok da takılmadım.
Bu kitaba
puanım: 8/10
Vakıf’ın
Sınırı
Asimov’un “Vakıf”
serisine ait bir kitabı. Spoiler içermemesi için sadece puanımı yazacağım ve
ilk kitabına yaptığım incelemenin linkini bırakacağım. Buraya tıklayarak incelemeye ulaşabilirsiniz.
Bu kitaba
puanı: 8/10
Gömülü
Şamdan | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Yahudilerin
yaşadıkları zorlukları ve şehirlerine yapılan baskın sırasındaki duygularını temel
alan bir kitap. Baskın sırasında Yahudiler’den kutsal bildikleri bir şamdan
alınıyor. Şamdanın da alınmasıyla bu durum bardaktan taşan son damla oluyor ve
bir ekip toplanıp şamdanı geri almak üzere yola çıkıyor. İki neslin inançlarına
olan saf sevgisini, ezilip zulüm görmelerini ve kendilerine ait olan kutsal
şamdanı canları gibi korumalarını konu edinen bir kitap. Yahudilerin birbirlerine
karşı kardeş gibi davranmaları ve ne olursa olsun o şamdanı bulmaya çalışmaları
çok güzeldi. Ana karakterin tutumu, özellikle ahlaklı ve vicdanlı olması kitaba
çok ayrı bir hava katmıştı. Zevkle okuduğum ve herkese önerdiğim akıcı bir
kitaptı.
Bu kitaba
puanım: 7/10
Vakıf ve
Dünya
Asimov’un “Vakıf”
serisinden bir kitap. Spoiler olmaması için sadece puanımı yazacağım.
Bu kitaba
puanım: 8/10
Üç Kız
Kardeş | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Doğdukları
yer olan Moskova’dan 11 yıldır ayrı kalan Maşa, Olga ve İrina isimli üç kız
kardeşin babalarının ölümü sonucu iyice çöken bu kardeşlerin insanlarla olan
ilişkilerini, aşk hayatlarını ve hayata bakış açılarını okuyoruz. Her sayfadan
buram buram özlem, üzüntü ve keder okunsa da aynı zamanda buruk bir umut da
bizi karşılıyor bu 128 sayfalık kitapta. Kederi ve özlemi iyice hissettiğimiz bir
öyküydü. Aman aman beğenmesem de okuduğum için pişmanlık da duymadım.
Bu kitaba
puanım: 6/10
Martı | Ne
anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Treplev genç bir tiyatro yazarı olma yolundadır. Yazdığı tiyatroyu oyuncu olan
annesi ve diğer seyircilere sunmak ister ama annesi Arkadina’nın daha ilk
dakikadan kendisini başarısız görmesi bu isteğini iyice söndürür ve yaptığı işe
olan tutkusuna balta vurur.
Treplev aynı
zamanda Nina isimli bir oyuncuya aşıktır. Nina ailesinin baskılarına rağmen
yaşadığı yerden kaçar ve şöhreti bulmak için yeni bir hayata atılır. Ne var ki
hayatı istediği gibi ilerlemez. Tiyatro oyunu sırasında seyirciler arasında bulunan
başarılı bir yazar olan Trigorin’i görür ve kendisini ona kaptırır. Daha doğrusu
onun şöhretine. Ama hayatını daha da mahvedeceğinden habersiz Nina hem kendini
hem de Treplev’in ona adadığı sevgisini harcayacağından habersizdir. Treplev
hem aşkta hem de yazdığı şeylerde yaşadığı başarısızlık üzerine ise iyice çöker
ve hayatı yanlış bir yönde ilerlemeye başlar.
Eskiye karşı
çıkıp yenilik getirmeye çalışan bir gencin karşısına döneminin basma kalıp fikirleri
ve akımları çıkınca düştüğü çıkmaz yolda hissettiklerini okuyoruz. Martı
sembolünden verilmeye çalışılan mesajıyla dolu dolu bir kitaptı. Tıpkı “Üç Kız
Kardeş”te de olduğu gibi umutsuzluk, hüzün ve kederle bezenmiş bir kitaptı. Ama
bana kalırsa “Martı” “Üç Kız Kardeş”
kitabından çok daha güzeldi.
Bu kitaba
puanım: 7/10
Devlet | Ne
anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Sokrates doğru ve doğru olmayanın neler olduğu üzerinden ideal devlet kavramını
açıklamıştır. Devletin filozoflarca yönetilmesi gerektiği, devlette nelerin
olması nelerin olmaması gerektiği, sanat ve bilimin devletteki yerinden kadın
ve erkeğin devlete karşı olan sorumlulukları ve eşitlikleri incelikle ve
ayrıntılarla açıklanmıştı. Demokrasi, monarşi ve aristokrasinin incelendiği,
hangisinin daha uygun olduğu ve ideal bir devlette insanların nasıl karakterlere
sahip olması gerektiği gibi düşüncelerle de bezenmişti. Genel olarak
düşüncelerini mantıklı bulduğum ve farklı bir bakış açısı kazandırmak adına
okunması düşündüğüm kaliteli bir eserdi. Sonlara doğru biraz bunaldım ve kitap
bana biraz ağır geldi. İleriki zamanlarda tekrar okumayı düşünebilirim. Ağırdan
kastım da o dönemin yapısını bilmeden okumam oldu. Bazı yerlere “Nasıl yani?”
demememden kaynaklı diğer kişilerin de yorumlarını okuyayım dedim ve oldukça
ayrıntılı ve açıklayıcı incelemelerle karşılaştım. Bundan ötürü ileriki
zamanlarda tekrardan okumayı düşünebilirim ama şu anlık düşüncelerim bu
şekilde.
Bu kitaba
puanım: 6/10
Nisan, Mayıs
ve Haziran aylarım bu şekilde geçti. İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür
ederim. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla ve sevgiyle kalın!
heeeey seni görmek ne güzel :) jane eyre en sevdiklerimden :) kitapçı mendel not aldım okuycam :) hepsi güzel kitaplar :)
YanıtlaSilSeni de öyleee. Çok şey kaçırdım ama elimde değildi. Çok özür dilerim yazamadım da bcp'ye. :((
SilJane Eyre'i okuyup sevmeyecek birini tanımıyorum. Kitapçı Mendel de çook güzel. Mutlaka oku! :))
Vay canına ne çok kitap okumuşsun öyle :) Ben bunlardan sadece İçimizdeki Şeytan'ı okumuştum. Puanlamaların da hoş olmuş. 10/10 olanları not aldım :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. Elimden geldiğince okumaya çalıştım. Umarım not aldıklarını beğenirsin. Sabahattin Ali'ninkileri özellikle öneririm. Keyifli okumalar! :)
SilMaşallah maşallah buralarda yokken ne çok okumuşsun, güzel kitaplar görüyorum. Bazılarını not aldım. :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, elimden geldiğince. :)
SilUmarım not aldıklarınızı beğenirsiniz. Keyifli okumalar şimdiden! :))
Uğultulu Tepeler bana da çok kasvetli gelmişti. Okurken kendimi bir kaşık suda boğma isteği uyadırsa da yine de okuduğum için mutluyum ve beğendiğim birçok yönü oldu. Jane Eyre ise tartışılmaz favorim. :)
YanıtlaSilKargalar Meclisi'ni şiddetle öneririm eğer Grisha evrenini beğendiysen. Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, Outliers ve Kitapçı Mendel de efsane kitaplar.
Uzun bir yazı oldu gerçekten. Yazarken bayağı yoruldum ama değdi sanırım. Çok teşekkür ederim bu güzel yorumun için. Tüm okurlara Maşallah diyelim. :))