Hepinize selamlar! Bugün sizlere K. Kübra Berk’in yazmış olduğu “Rüzgâra Dokunmak” isimli kitabı inceleyeceğim. Umarım bu incelememden hoşnut kalırsınız. Çok fazla uzatmadan incelememe geçiyorum.
Ne anlatıyor?
Rüzgâr Ulu,
asistan doktor olarak bir hastanede çalışıp hayatını oldukça disiplinli bir
şekilde yaşayan, kendi ayakları üzerinde tek başına durmaya çalışan bir
kadındır. Çocukluğundan beri zor zamanlar geçirmiş olan Rüzgâr, daha kötü başka
bir şey yaşanamayacağını düşünürken aniden kapısına gizemli aşk notlar
bırakılmaya başlar. İlk başta bunu ciddiye almasa da iş taciz boyutuna gelince
ne yapacağını şaşıran kadın karakterimiz etrafına çektiği setleri düşününce bu
hasta ruhlu kişinin kim olduğu hakkında bir tahmin yürütemez. Kendisiyle bir iç
çatışmaya giren omuzları dik kadın karakterimiz zorlu bir psikolojik sürecin başladığından
habersiz bir şekilde hapsolduğu karanlığından kurtulmak için ışık aramaya
başlar. Işık, belki de hiç ummadığı birinden kendisinin avuçlarına
bırakılacaktır? Kim bilir…
Benim
düşüncelerim neler?
Diyecek
kelime bulamıyorum. Açık ara farkla hayatımda okuduğum en kaliteli gençlik
kitabıydı. Okurken hüznü, öfkeyi, korkuyu iliklerime kadar hissettim… Bir
kadının tek başına büyük bir şehirde kendi ayakları üzerinde durmaya çalışırken
aslında yaşadığı çevre tarafından nasıl yalnızlığa ve karanlığa terk edildiğini
okudukça gözlerimin dolmasına engel olamadım. Sapık bir zihniyet her gün
psikolojik olarak kendisini rahatsız ediyor, onu korkutmaya çalışıyordu. Rüzgâr
her ne kadar pes edecek raddeye gelse de sürekli ayağa kalkması, her defasında
daha da güçlü olmasıyla beni o kadar gururlandırdı ki içim bir garip oluyor. Beni
bu kadar çok etkilemesinin nedenlerinden de biri teşekkür bölümünde bahsedilen
şey oldu. Kitapta bahsedilen olay aslında gerçekten de bir kadının başına
gelmiş ve yazarımız bu kadının kendinden emin bir şekilde dik durmasından
etkilenip bunu kaleme almış.
Rüzgâr’ın
aslında buruk çocukluğundan kalan parçaları hala taşıdığını ve bunun hayatını
etkilediğini bariz bir şekilde görüyoruz. Babasından şiddet görüyor ve buna
rağmen asla pes etmeyerek evden kaçıp başarılı bir asistan doktor oluyor.
Kitabın sonlarına doğru insanların ne kadar ahlaksızlaşabileceğine, gururları
ve onurları için ne kadar terbiyesizleşebileceklerine dikkat kesiliyoruz. Bir
kadının erkekten şiddet gördüğü yetmiyormuş gibi hemcinslerinin de çıkarları
doğrultusunda kendisine psikolojik şiddet uygulaması ise insan ilişkilerinin ne
kadar da berbat bir duruma doğru gittiğini gözler önüne seriyor.
Kitaptan
fazlasıyla etkilendim. K. Kübra Berk’e buradan çok ama çok teşekkür ediyorum.
Böyle bir romanı bizlerle paylaştığı ve bu kadar kaliteli bir iş ortaya koyduğu
için kendisine minnettarım. Yüreğinin, sözcüklerinin, kaleminin diline sağlık.
Kitapta
okuduklarımız maalesef sadece kitapta kalmıyor. Birçok kadın böyle şeylerin
daha da beterini yaşıyor. Bunlara karşı gözümü açmamızı sağlayacak güzel
romanlar olması beni gururlandırıyor.
Yazarımızın
başarılarının devamını diliyorum.
İncelememi
okuduğunuz için çok teşekkür ediyorum. Umarım incelememden zevk almışsınızdır.
Kendinize çok iyi bakın, sağlıcakla kalın…
Not: Bu
kitap yazarın bir diğer kitabı olan “Mavi Gece”nin devam niteliğinde ama bu
kitabı okumak için “Mavi Gece”yi okumanıza gerek yok. Birbirlerinden bağımsız
iki kitaplar. Gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz.
Bu kitaba
puanım: 10/10
Alıntılar
“Sizi
anlamayacak insanlar için nefesinizi tüketmektense onları kendi kirli
dünyalarında, inandıkları kör düşüncelere mahkûm etmek çok daha acı vericiydi.
Onları karanlığa bırakıyordum, gerçeğin ne olduğunu bulamayacakları kadar
kuytuda debeleniyorlardı, aydınlığın varlığından bile bihaberdiler. Bazı
insanlar tenezzüle değmezdi.”
“Çünkü insan
dibe battığı için değil, dipten kurtulamayacağını düşündüğü için çırpınarak
boğulurdu. Ruhumu boğmalarına izin vermeyecektim.”
“İnsanlar
zaaflarınızı kullanıp duygularınızı bin bir parçaya bölmekten çekinmeyen nankör
yaratıklar olmaktan gocunmuyorlardı. Üstelik bunu öyle kolay yapıyorduk ki
birinin kalbinin kırılıp kırılmadığın kimsenin zerre umurunda olmuyordu.”
“Bu dünyada
zalimler vardı ve onların kalbinin kurumuş toprakları bütün kötülüklerin
tohumlarına yuvaydı. Güçlüydüler. Bu dünya uçsuz bucaksız bir meydandı ve iyiler
kötüleri hiçbir zaman yenemeyecekti. Çünkü kötüler bilirdi ki bir insanı yerle
bir etmenin ilk yolu onu aydınlık bir umuda hapsetmekti.”
“Belki
cesetler de biz nankörleri izliyordu uzaklarda bir yerlerden… Kim bilir kaç
birinin yakarışını duymamıştık kendi gürültümüzden? Kim bilir kaçını unutmuştuk
ardından geçen üç günde?”
“Zor olan
yaşamak değil… Zor olan kaybettiklerinle yaşamak.”
“Birilerinin
kıymete binmesi için önce onu kaybetmek mi gerekiyor?”
“Sevginin
kendinden feda ettiklerinden değil; sana kattıklarından, hissettirdiği değerin
varlığından geçtiğini anlıyordum yavaş yavaş.”
“Çünkü
zannedilenin aksine sevgi, onunla mutlu günleri yaşayabilme arzusu değildi. Sevgi,
onunla korkunç bir yaşam döngüsü içine hapsolup kalmışken, bütün bedenim yara
bere içinde parçalanmışken bile beni acıyan yerlerimden sardığını hissetmekti. Hüzünlü
çehremde sebep olduğu tebessümdü.”
“Meğer ne
umarsız yaşıyormuşuz bazen. Yarın onlara sarılabileceğimizden eminmişiz gibi ne
çok kırıyorduk sevdiklerimizi. Oysa ben bir kez daha güneşin doğumuna
uyanmayacağımı fark ediyordum. Hayat pamuk ipliğine bağlıydı. Bugün ne kadar
varsak yarın o kadar yoktuk belki de. Kimse yaşamın korkunç uğultusundan kurtulup
uzun uzun gökyüzüne bakamıyordu, bunu fark edemiyorduk…”
“Sevgi
öldürmez, yalnız hayat verir.”
"Birine sıkıca sarılmak canını acıtmadığında güzeldir. Kemikleri kıran sevgi, artık sevgi değil, sevgiye ihanettir."
"Sevdiklerini kaybetse bile yaşama meydan okuyan insanları kimse yenemez."
oleey tamam o zaman senin kitaplardan önce bunu alayım ilk yeni yılda pekiiii :)
YanıtlaSilUmarım beğenirsin. Konu olarak diğer gençlik romanlarının yanında çok daha iyiydi. Şimdiden iyi okumalar! :))
Silpikuuu, yeni yıldaa hihihi :)
Sil♥ ♥ ♥
Sil