Hepinize selamlar. Bugün çok sevgili Deeptone’dan gördüğüm bir etkinliğe ben de katılmak istedim. Bu etkinliğin ismi ise “Kelime Oyunu”. İlk baştan katılamadığım için yapılan otuz üçüncüsüne katılmak istedim. Peki nedir bu “Kelime Oyunu”?
Etkinlikte belirlenen 5 kelimeyi kullanıp öykü, şiir, deneme ve benzeri yazılar yazıp yayımlıyoruz.Belirlenen 5
kelime de öykünüzde ya da yazacağınız herhangi bir türdeki yazınızda bulunmak
zorunda.
“Kelime
Oyunu”nun 33. Etkinliğinde belirlenen kelimeler ise: Peri/Mağara/Tuz/Kayık/Söz
Umarım
kafamda kurduğum masalı güzel bir şekilde aktarabilirim. O zaman daha fazla
sizi bekletmeden yazmaya geçiyorum.
Alberta
Addison’ın Tuzlu Mağaraları
Drew Benedict
yirmili yaşlarının başında oldukça çapkın ve ciddiyetsiz biridir. Sarayın
askerlerinden biridir ve bunun dışında çok da ilgi alanları geniş olan biri
olduğu söylenemez. Gününün çoğunluğunu askerler için yapılan talimlerle ve kızların
peşinden koşarak geçirir. Arada bir sahil meyhanesine uğrar, orada da dostlarla
kafa dağıtır. Hayatının akışından rahatsız olmuyordur.
Yani, ta ki
o güne kadar.
Drew, o gün
yemeğini diğer askerlerle yemek istememişti. O gün laklak yapacak gününde
değildi. Bu yüzden, sarayın bünyesinde bulundurduğu herkese açık olan
bahçesindeki çardaklara doğru yol aldı. Çardaklardan birine yerleşti ve yavaşça
yemeğini paketinden çıkarmaya başladı.
O sırada
bahçeyle ilgilenen ve elinde kocaman bir çim makası bulunduran oldukça sırandan
bir kadın karşısına çıkıverdi. Gerçi sıradan demek için bin şahit gerekirdi.
Kafasında koskocaman bir hasır şapka vardı ve üstüne en az 2 beden bol gelen
lekeli, turuncu bir tulum giyiyordu. Ayakkabılarını ya bilerek farklı
giyinmişti ya da birinin sarı bir diğerinin ise mavi olduğundan habersizdi. İki
yandan örgülü saçları dağılmış ve kaçabildikleri her yerlerden saç tutamları
kaçmıştı. Kısacası akıl hastanesinden kaçmış bir kadını andırıyordu ve bunu
destekleyecek şekilde makasını açıp kapayarak Drew’in yanına geldi.
“Bayım,
oturduğunuz yerden kalkmanız gerekiyor.”
Drew,
normalde bu söze karşı durmaz ve hemen kalkardı ama bugün ters bir günündeydi.
Talimde batırmıştı ve azar işitmişti. Diğer askerler de bu yetmezmiş gibi
onunla alay etmişti. Bundan dolayı Drew homurdandı ve kızı duymamış gibi yaptı.
“Bayım, beni
duymadınız mı? Oradan kalkmanız gerekiyor.”
Drew daha
fazla dayanamadı ve kıza doğru döndü.
“Kalkmak için
hiçbir sebep göremiyorum. Ve LÜTFEN şu makası açıp kapamayı keser misin?!”
Kız makası
açıp kapamayı hemen bıraktı.
“Ben sadece
yardımcı-“
“Ah, Tanrı
aşkına sen kimsin ki bana yardımcı olacakmışsın?”
Bu sözler
üzerine kızın yüzüne kasvetli bir ifade oturdu. Karşısındakinin kaçmasına yol
açacak, korkutacak cinsteki bu bakışlar üzerine Drew kendine geldi ve hatasını
telafi etmeye çalıştı.
“Özür
dilerim, ben öyle demek-“
“Oturduğunuz
çardak yeni boyandı demek için gelmiştim.”
Drew’in
gözleri koskocaman açıldı ve yemeğinin yere düşmesini umursamadan hızla ayağa
kalktı. Hemen asker kıyafetleri kirlenmiş mi diye arkasını döndü ama bu yaptığı
kendisini daha berbat hissetmesine sebep olmuştu. Şimdi iyice diğer askerlere
rezil olacaktı. Görünmeden askerlerin kaldığı yatakhaneye gitmesine imkân
yoktu.
“Kahretsin!
Ne yapacağım şimdi? Talimde olanlar yetmezmiş gibi…”
Bahçıvan kız
kollarını göğsünde kavuşturarak bilmiş bilmiş Drew’e baktı.
“Askerlerin
fazladan kıyafetlerinin nerede saklandığını biliyorum ama ah tanrı aşkına ben
kimim ki sana yardımcı olacağım(!)?”
Drew kızın
ellerini son umuduymuş gibi tuttu ve koskocaman gözleriyle kıza baktı.
“Özür
dilerim, öyle söylemek istememiştim, gerçekten berbat bir gün geçiriyorum ve…”
“Tamam, daha
fazla konuşma ve beni takip et Bay?”
“Drew.
Sadece Drew.”
“Peki,
Sadece Drew beni takip et.”
Beraber çamaşırhaneye
doğru yol aldılar. Oradan da daha farklı bir odaya açılan kapıyla askerlerin
kıyafetlerinin depolandığı yere çıktılar. Drew’in bedenine uygun bir forma
buldular ve paketinden çıkardılar.
“Şükürler
olsun. Sana ne kadar teşekkür etsem az Bayan?”
“Ophelia.
Sadece Ophelia.”
Drew direkt
üstünü çıkarmaya başlayınca Ophelia arkasını döndü ve sessiz bir şekilde
söylenmeye başladı: Ne patavatsız adamdı bu böyle?
“Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum Ophelia. Beni rezil olmaktan
kurtardın.”
“Ben nasıl
teşekkür edeceğini biliyorum.”
“Aslında ben
o sözleri nezaketen söyle-“
“Önemi yok,
bana borçlandın ve sana borcunu nasıl ödeyeceğini söyleyeceğim. Beni takip et.”
Drew bu deli
kadını takip ederken içinden küfretti. Nereden çatmıştı bu kadına? Oysa
kadınlarla çok iyi anlaşırdı, neden bu kadına bir şeyler söyleyemiyordu?
Sarayın
bilmediği koridorlarına sapmışlardı. Drew korkmadığını söylese yalan söylemiş
olurdu. Neyse ki çok da dürüst bir adam değildi.
Sonunda garip
bir depoya ulaştılar. Burada bir sürü süpürge, bez, kova ve fare dışkısı vardı.
Drew boğazında yükselen kusma isteğini bastırmak zorunda kaldı, burası berbat
kokuyordu.
Ophelia
ilerledi ve süpürgelerin gizlediği başka bir kapıyı açtı.
Burası
depoyla çok alakasız bir yerdi. Biraz küçük ve kasvetliydi ama en azından
temizdi. Oturmak için yerleştirilmiş birkaç tane armut koltuk vardı. Zemine bir
güneş çizilmiş ve bu güneşin üzerine güneşin kenarlarına denk gelecek şekilde
bir yıldız çizilmişti. Güneşin yüzü Drew’e komik geldi. Bir filozofa benziyordu
ama bu yorumu kendisine sakladı çünkü bu odada ilahi bir şeyler olduğunu sezinleyip
hem korkuyor hem de Ophelia’nın kendisine kızacağına daha da emin oluyordu.
Yıldızın
kenarlarına renkli mumlar konmuştu. Mor, mavi ve diğer renklerde aydınlanan
mumlar bu odaya Drew’in düşündüğü gibi ilahi bir hava katıyordu. Ophelia Drew’in
elini hiç sormadan ve sorgulamadan tuttu ve kendisi bir koltuğa otururken Drew’i
de karşısındaki koltuğa adeta fırlattı. Sersemleyen Drew’i umursamadan ellerini
avuçlarına aldı. Sımsıkı tuttu ve gözlerine yansıyan renkli mumların
ışıltısıyla Drew’in yüzüne baktı.
“Benim için
Tuzlu Mağaralar’a gitmeni istiyorum.”
“N-ne
mağaraları?”
“Tuzlu
Mağaralar. Alberta Addison’ın Tuzlu Mağaraları olarak da geçer. Ah Tanrım,
gerçekten de bu kadar cahil misin be adam?”
Drew
herhangi bir yorumda bulunmadı.
“Tuzlu
Mağaralar, bundan 3000 bin yıl öncesine dayanan Alberta Addison isimli bir
perinin sahibi olduğu oldukça garip bir mağaradır. Orada üretilen tuz ile
çeşitli eşyalar yapılır. Danteller, yüzükler, kolyeler…
Ama oraya
ulaşmak oldukça zordur. Bunun için cesaret ve azim gereklidir çünkü Mağara,
Esther Okyanusunun ortasına büyülü bir şekilde yerleştirilmiştir. Oraya kayıkla
gitmelisin ama okyanusa varana kadar ki yolu atla alabilirsin…”
“Dur bir
saniye, benden bu saçma sapan mağaraya gitmemi mi istiyorsun? Hem de sadece
bana bir asker forması verdiğin için?”
“Beni dinle
Drew Lewis Benedict-“
“İkinci
ismimi de nereden biliyorsun?! Aman Tanrım çok korkunçsun!”
“Buradaki
büyülü alan sayesinde senin hakkındaki her şeyi görebilirim. En sevdiğin yemek
körili makarna. Cidden mi? Köriden nefret ederim. Her neyse konumuz bu değil ve
beni iyice dinle. Bu mağaralara gitmen gerek çünkü arkadaşım üzerindeki laneti
kaldırmam gerek ve bana hâlihazırda borçlanmış birine ihtiyacım var.”
“Hayır, bunu
yapamam. Neden kendin gitmiyorsun? Arkadaşın da sen de beni ilgilendirmiyorsunuz.
Sizi tanımıyorum bile ve burada ellerimi tutmuş garip bir ortamda benimle saçma
sapan bir mağara hakkında konuşuyorsun.”
“Ne o Lewis,
sudan korktuğun için mi bu kadar hızlı bir şekilde reddettin teklifimi?”
“Bana Lewis
deme ve nasıl olur da… Ah, doğru.”
“Teklifimi
kabul edecek misin yoksa bir kedicik gibi kaçacak mısın?”
Elbette
Ophelia bu sözleri boşuna söylemiyordu. Drew’i hırsla çalıştığını biliyordu.
Onu başka bir şekilde ikna edemezdi ve bu taktiğin işe yaramasını umuyordu.
Umduğu gerçekleşti de.
“Tamam
gideceğim. Gör bakalım kim kedicikmiş?”
“Güzel.
Şimdi ellerimi sakın bırakma. Zihinlerimiz arasına bir ‘İletişim Köprücüğü’
yerleştireceğim. Gözlerini de açma. Böylece sen Mağara’ya doğru yol alırken
seninle iletişimde kalacağız.”
Bu düşünce
Drew’i korkutsa da bir şey diyecek mecali kalmamıştı. Yavaşça gözlerini kapattı
ve kendini deli kadına teslim etti. Başı dönüyor, midesi bulanıyordu ama
gözlerini açmadı. En son Ophelia kafasının arkasına bir şaplak atınca gözlerini
kocaman açtı ve olduğu yerden fırladı.
“Almanı
istediğim şey Pearl isimli nadir bulunan bir kolye. Mağaralardakilere bunu
söylediğinde eminim sana yardımcı olacaklardır. Şimdi bana söz ver, Drew,
şakalaşmak bir yere kadar. Sana güveniyorum ve senin de bana güvenmeni
istiyorum. Bana kolyeyi getireceğine söz ver.”
“Söz
veriyorum Ophelia.”
“Güzel, sözünden
dönersen lanetlenirsin çünkü alana büyü koydum ve sözünü mühürledim.”
“N-ne! Ah
Tanrım, bugün daha berbat olamazdı.”
…
Sabah saat 4
gibi Drew’e bir at buldular ve yolculuk süresi boyunca yetecek kadar erzak yerleştirdiler
sırt çantasına. Kalın kıyafetler de bu erzak yığınının yanına eklenmişti.
“İyi
yolculuklar Drew. Benimle iletişime geçmen için yapman gereken tek şey
söyleyeceklerini aklından geçirmen. Böylece seni duyabilirim.”
Drew
kafasını olumlu anlamda salladı ve atın dizginlerine asıldı. Üç gün sürecek
olan yolculuğu başlamıştı.
…
Drew 2. Günün
sonunda pes edecekti ama Ophelia bu düşünceleri yüzünden kendisini azarladı ve
bu da şiddetli bir migren ağrısı çekmesine sebep oldu.
Atını
bırakalı 2 saat kadar olmuştu ve yaklaşık bir buçuk saattir kayığıyla Ophelia’nın
tarif ettiği yolda ilerliyordu. Gerçekten zorlu bir yolculuktu. Drew sudan feci
derecede korkuyor ve kayığa binmesi için yarım saat kadar ikna edilmesi
gerekmişti. Neyse ki Ophelia rakibinin zayıf noktalarını biliyordu.
Ophelia,
yolculuğun sürmesi gerekenden daha uzun süreceğinden endişeleniyordu. Drew her
ne kadar ikna edilmiş olsa da çok korkuyordu ve bundan dolayı yavaş hareket
ediyordu.
“Lewis, daha
yavaş hareket ederek korkunu yeneceğini sanıyorsan bu sadece okyanusta
geçireceğin süreyi uzatacaktır.”
“Bana Lewis
deme. Kontrol bende. Sen de azıcık sabırlı ol ve bana güven.”
“Sana
herkesten çok güveniyorum.”
Drew bu
sözler üzerine kürek çekmeyi bıraktı. Kalbi göğüs kafesini delecek gibi
atıyordu. Ne olmuştu ona? Neden bu küçük söz onu bu kadar heyecanlandırmıştı?
Sanırım bu yolculuk kafayı yemesine sebep oluyordu.
En sonunda
gece oldu ve Drew’in dinlenmesi gerekti. Kürek çekmeyi bıraktı ve yatması için
yeterli uzunlukta olan kayığa uzandı. Küçük battaniyesi ile üstünü örttü ve
yıldızlara baktı. Drew bu yolculuğun boşa olmasını istemiyordu. Bu yüzden
Ophelia’dan öğrenebildiği kadar bilgi öğrenmeliydi. Hem uyuyamıyordu da.
Okyanusun ortasında uyuyacak kadar korkusunu yenmemişti.
“Ophelia,
neden bu kolyeyi istiyorsun?”
Ophelia’nın
derin bir nefes aldığını zihninde duymasıyla anladı. Her ne kadar Ophelia ile
karşılaşmaları kötü olsa da bu yolculuk boyunca kadın onu hiç yalnız
bırakmamış, uyumamış ve Drew’in ona kolayca ulaşması için başka hiçbir şeyle
ilgilenmemişti.
“Bir
arkadaşım lanetlendi dedim ya.”
“Bana tam
anlat olayı. Buraya kadar geldim. Bence güzel bir hikâyeyi hak ediyorum.”
Ophelia
hafifçe kıkırdadı. Bu nedensizce Drew’i de gülümsetti.
“Lanetlenen
arkadaşım Conroy. Kendisinden hoşlanıyordum. Hem de çok hoşlanıyordum. Ah, sana
nasıl anlatsam ki…”
Drew
hafiften kıskandığını hissetti. Kendisine gelmek için hafifte yüzüne iki tokat
indirdi.
“Kendisi Saray'ın yönetimine karşı gerçekleştirilen protestolara katıldı. Saraya ihanet etti ve idamla cezalandırıldı. Ölmesine
izin veremezdim Lewis, kendisine daha bir kere bile sarılamazken olmazdı.
Doyasıyla o hafiften kır bahçesi gibi kokan kokusunu içime çekmeden olmazdı.
Saçlarını karıştırmadan olmazdı. Onu ne kadar çok sevdiğimi anlamadan olmazdı.”
Drew
dikkatle dinledi.
“Kendisi
deponun ardındaki odama uğradı. Orası benim için insanlardan kaçmak için
kullandığım küçük bir hobi odasıydı. Ta ki Conroy benden yardım isteyene kadar.
Onu bir serçeye dönüştürmemi ve camdan uçurmamı istedi. Böylece özgür olacaktı
ve saray onu bulamadan çok uzaklara gidip bir serçe gibi yaşayacak bir serçe
gibi ölecekti. Büyülerle aramın iyi olduğunu biliyordu. Yakın arkadaşlardık
sonuçta. Ve o her ne kadar tersini düşünse de Saray hakkında düşündüklerine
katılıyordum. Bu yüzden ona yardım ettim. Ama büyü ters tepti. Conroy’un
ellerini tutmak sanırım beni fazla heyecanlandırdı.”
Drew, acaba
Ophelia benim ellerimi de tutarken heyecanlandı mı diye düşünmeden edemedi.
“Conroy
lanet bir fareye dönüştü. Kendisini bir kafese kapatıp bunu halledeceğimi
söyledim ama bir türlü yolunu bulamadım. En sonunda Conroy fare olarak
kalmasında bir problem olmayacağını söyledi ama yine de gitmesine izin
veremezdim, bu şekilde olmazdı.
Günler,
aylar geçti. Her gün Conroy’a yemini verdim ve düzenli bakımlarıyla ilgilendim.
En sonunda araştırmalarım sonucu Tuzlu Mağaralar’ın Conroy’u düzeltebileceğini
öğrendim. İşte, hikâye buydu. Çok da ilgi çekici değil, ha?”
Buruk bir
şekilde güldü Ophelia. Drew söyleyeceklerinin biraz bencilce geleceğini
biliyordu ama merak etmeden edemedi.
“Hala ondan
hoşlanıyor musun?”
Ophelia
duraksadı. Bunun sorulmasını beklemiyordu ama hemen kendini toparladı.
“Birkaç ay
öncesine kadar evet, ama bu olanlardan sonra duygularımı düşünecek kadar
zamanım oldu ve sanırım durumumun umutsuz olduğunu kabullendim. Yaşadığı
çiftlik evindeki sarışın kızdan hoşlandığını biliyordum. Bu yüzden bu sevdadan
vazgeçtim. Kız oldukça alımlı ve nazik. Her açıdan mükemmel. Conroy için uygun
biri bu yüzden üzülmüyorum. Conroy mutlu olmayı hak ediyor.”
“Ophelia,
sen de gayet hoş bir kızsın. Tamam, nazik değilsin belki ama…”
İkisi de
gülmeye başladılar. İkisi de yüreklerine su serpildiğini düşünüyor konuşmanın
keyfini çıkarıyorlardı.
“Teşekkür
ederim Lewis.”
“Her zaman
Ophelia.”
“ ‘Bana
Lewis deme.’ demeyecek misin?”
“Sanırım
uykum geliyor. İyi geceler Ophelia.”
“İyi geceler
Lewis.”
…
Drew
erkenden kalkıp kürek çekmeye devam etti. Gece rahat uyuyamamıştı ama uykusu
yoktu. Bundan dolayı süratle kürek çekmeye devam etti. Korkularını bir kenara
attı ve amacına yöneldi. En sonunda mağara göründü ve Drew neredeyse bunun için
ağlayacaktı.
Kayığından
indi ve büyülü basamaklardan tırmanarak mağaraya giriş yaptı. Mağara oldukça
karanlıktı ve sıradan bir mağaraya benziyordu. İçerisi buz gibiydi bu yüzden
Drew üstüne ceketini giydi.
Hareket
etmesiyle mağara bir anda aydınlandı ve etrafta uçuşup çalışan perileri gördü.
Havada o kadar hızlı kanat çırpıyorlardı ki kanatları görünmüyordu.
Drew’in
yanına bir peri indi. Oldukça yaşlıydı ve her yeri kırış kırıştı.
“Hoş geldin
sevgili oğlum. Sana nasıl yardımcı olabilirim?”
“Ben Pearl
Kolyesi denen bir kolyeye bakıyordum.”
“Ah, oldukça
nadir bulunur ama eminim ki senin için bulabilirim. Bekle lütfen burada.”
Drew peri
giderken arkasından bir anda seslendi.
“Hediyelik
eşyalarınız var mıydı acaba?”
Yaşlı
perinin işaret ettiği reyona doğru yürüdü ve gördüğü şeyle birlikte aradığı
hediyeyi bulduğunu biliyordu.
Dantelle
oldukça ince ve şık bir şekilde işlenmiş zarif bir şapkaydı. Bir periden rica
ederek bu şapkayı da alacaklarının arasına ekletti.
Kolyeyi
getiren peri alacaklarına baktı ve onu kasaya yönlendirdi.
“Ne kadar?”
Peri
duraksadı ve derinden gelen bir kahkahayla güldü.
“Biz burada
sizin gibi para birimi kullanmayız. Gözyaşını istiyorum bunlar karşılığında
delikanlı.”
“G-gözyaşı
mı?”
“Evet
böylece yapacağım elbiseler için kullanabilirim.”
Drew daha
fazla sorgulamadı ve perinin uzattığı tüpe gözyaşını akıtmak için kendini
cimcikledi. Peri gözyaşını alıp Drew’i uğurladı.
Drew
kayığına geri bindi ve yol almaya başladı. Ophelia’yla sohbet ettiler ve
kolyeyi aldığını söyledi.
3 gün
sürecek yolculuğu süresince Ophelia ile daha yakın oldular ve sürekli
konuştular.
…
Drew saraya
geldiğinde yokluğu fark edilmiş gibi durmuyordu. Ophelia yokluğuna bahane bulacağını
söylemişti zaten ama iyi bir bahane bulabileceğini düşünmemişti. Atı ahıra geri
bıraktı ve tam ahırın dışına adım atmıştı ki birinin üstüne atılmasıyla geriye
doğru düştü.
Kendisine
sımsıkı sarılmış Ophelia’nın varlığını fark edip kıkırdadı. Drew de ona
sarıldı.
“Lewis!
Geldin.”
“Şüphen mi
vardı?”
Birlikte 40
yıllık dostlarmış gibi sohbet ettiler ve Drew kolyeyi Ophelia’ya verdi. Biraz
daha sonra sohbet ettikten sonra Drew hediye paketindeki şapkayı Ophelia’ya
uzattı.
“Bu sana.
Beni yolculuk boyunca yalnız bırakmadığın için teşekkür ederim.”
Ophelia
hemen paketi açtı ve sevinçten gözleri büyüyerek hediyeye baktı. Küçük bir
çığlık atıp kafasındaki şapkayı kenara attı. Yeni şapkasını kafasına
yerleştirirken bir anda Drew’e döndü ve Drew’i yanağından öperek sarıldı.
Bu hareketle
ikisi de şaşırmıştı. Drew kızarmıştı. Neden olduğunu bilmiyordu. Bir sürü
kadınla beraber olmuştu ama hiç böyle hissetmemişti. Ophelia utancından
yerinden hızla kalkarken Drew onu kolundan tuttu ve sımsıkı sarılıp saçlarının
üstüne bir buse kondurdu.
Ophelia
gülümsedi ve hemen Conroy’un yanına gitti. Conroy’u normale çevirdi ve gerekli
büyüyü yaparak onu serçeye dönüştürdü. Son kez Conroy’a düzgün bir veda etti ve
Conroy’u uğurladı.
Bahçeye inip
buruk bir gülümseme ile Drew’in yanına oturdu.
Drew tüm
cesaretini topladı.
“Hey
Ophelia, şey düşündüm de belki de takılmak istersin… yani şey benimle takılmak
ister miydin? Yarın Saray'ın şenliği için kafeye gideceğim, belki gelmek istersin?”
“Çok isterim
Drew!”
Drew
gülümsedi ve şöyle dedi:
“Lewis.
Sadece Lewis.”
Birbirlerine
gözlerine ulaşacak kadar gülümsediler ve el ele tutuşarak boyası kurumuş
çardağa gittiler.
SON
Biraz uzun oldu.
Bunun için özür dilerim. Umarım masalımı beğenmişsinizdir. Sevgili Deeptone’a
çok teşekkür ederim. Onun yazdığı “Kelime Oyunu” yazısına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Kendinize
çok iyi bakın sağlıcakla kalın…
oooo maşallah maşallah okumaya yarın gelcem şimdi yorumlara koyayım da linkini, çok sevindim, tenk yu beee :)
YanıtlaSilBen teşekkür ederim. Biraz uzun oldu kendimi kaptırmışım ehehe. ^^
Siluzun olsun daha iyi. göz gezdirdim zaten keyifli bişey belli :)
SilBakalım beğenecek misin. :)) <3
SilMerhabalar.
YanıtlaSilÇok ilginç bir hikaye. Hani derler ya "nereden nereye" diye. Ben bu söylemi hem Drew için, hem de Ophelia için söyledim. Kelime oyunlarına hiç katılmadım ama, bayağı bir kelime oyunu okudum.
Bu tür hikayeleri kaleme almak için;doğaçlama, kurgulama kabiliyeti ile birlikte kelime dağarcığının da zengin olması gerekiyor.
Gerçekten keyifli ve zevk alarak okuduğum bir hikayeydi. "Tuzlu Mağaralar" da sizin hayal gücünüzün bir ürünü değil mi? Kaleminize ve yüreğinize sağlıklar dilerim.
Selam ve saygılarımla.
Çok çok teşekkür ederim. Bir anlık aklıma gelen kurguyla bu öykü ortaya çıktı. Övgüleriniz için ne kadar teşekkür etsem az. Siz de yazmayı düşünürseniz "Kelimr Oyunu" yazınızı okumayı çok isterim.
SilSevgiler saygılar.
Keyifli bir öyküdü. Drew yaşadıklarından sonra biraz düzelir umarım. Hikaye biraz hızlı ilerliyordu ve betimleme biraz daha olabilirdi. Kalemine sağlık. :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. Evet maalesef biraz hızlı oldu çok uzun oldu okuyanlar sıkılmasın diye.😅
SilTekrardan teşekkürler. :)
Çok çok güzel bir öyküydü. Sonuna nasıl geldiğimi anlamadım, akıp gitti adeta. Kaleminize sağlık. <3
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. Beğenmenize çok mutlu oldum. :) <3
Silyaa bayıldım yaa bu öyküne, hem fantastikli, hem romantikli, hem tatliş hem de çok komik yaa, ay bitmeseydi vallahi, ya ne güzel yazıyon sen yaaa, fırsatın olursa bundan sonra da yazsan yaaa, hatta bak istersen sen beş kelime ver biz yazalım, istersen haftaya da olabilir yanii, olmazsa daha ilerde de olur yanii. ay sen hep öykü yaz beeee :)
YanıtlaSilÇok çok çok teşekkür ederim deeps! Yorumun çok mutlu etti. Beş kelime vermeyi çok isterim, kelime oyunu #34 diye bir yazı yayınlayıp 5 kelimeyi ona göre mi seçeceğim? Eğer öyleyse yapmayı çok isterim. Çokça sevgiler. :)) <3
Silyok yok daha kolaay. sen beş kelimeyi seç bugünlerde, bak buraya yorumlara yaz, ben de öğrenirim, haftaya çarşamba kelime oyunu 34 diye yazarsın öykünü, ben de senin kelimelerle yazıcam, öyle işte, bugünlerde tatil bayram, az kişi yazıyor, ama sen ben bir dee sessiz gemi yazarız, sessiz gemi 33 ü de yazcak bugün filansı :)
SilKelimeleri sen de uygun görürsen kedi, yağmur, çekirdek, balık ve dilek olarak düşündüm. Haftaya çarşamba da yazarım. :)
Silçok güzel kelimeleer :) bu hafta da sessiz gemi ve ilkay da yazdılaaar :)
SilHemen koşuyorum yazılarına! :)
SilÇok teşekkür ederim bu güzel yorumun için sevgili İlkay! :)
YanıtlaSil