Light Pink Pointer

15 Temmuz 2021 Perşembe

Kelime Oyunu #33

Hepinize selamlar. Bugün çok sevgili Deeptone’dan gördüğüm bir etkinliğe ben de katılmak istedim. Bu etkinliğin ismi ise “Kelime Oyunu”. İlk baştan katılamadığım için yapılan otuz üçüncüsüne katılmak istedim. Peki nedir bu “Kelime Oyunu”?

Etkinlikte belirlenen 5 kelimeyi kullanıp öykü, şiir, deneme ve benzeri yazılar yazıp yayımlıyoruz.

Belirlenen 5 kelime de öykünüzde ya da yazacağınız herhangi bir türdeki yazınızda bulunmak zorunda.

“Kelime Oyunu”nun 33. Etkinliğinde belirlenen kelimeler ise: Peri/Mağara/Tuz/Kayık/Söz

Umarım kafamda kurduğum masalı güzel bir şekilde aktarabilirim. O zaman daha fazla sizi bekletmeden yazmaya geçiyorum.

Alberta Addison’ın Tuzlu Mağaraları

Drew Benedict yirmili yaşlarının başında oldukça çapkın ve ciddiyetsiz biridir. Sarayın askerlerinden biridir ve bunun dışında çok da ilgi alanları geniş olan biri olduğu söylenemez. Gününün çoğunluğunu askerler için yapılan talimlerle ve kızların peşinden koşarak geçirir. Arada bir sahil meyhanesine uğrar, orada da dostlarla kafa dağıtır. Hayatının akışından rahatsız olmuyordur.

Yani, ta ki o güne kadar.

Drew, o gün yemeğini diğer askerlerle yemek istememişti. O gün laklak yapacak gününde değildi. Bu yüzden, sarayın bünyesinde bulundurduğu herkese açık olan bahçesindeki çardaklara doğru yol aldı. Çardaklardan birine yerleşti ve yavaşça yemeğini paketinden çıkarmaya başladı.

O sırada bahçeyle ilgilenen ve elinde kocaman bir çim makası bulunduran oldukça sırandan bir kadın karşısına çıkıverdi. Gerçi sıradan demek için bin şahit gerekirdi. Kafasında koskocaman bir hasır şapka vardı ve üstüne en az 2 beden bol gelen lekeli, turuncu bir tulum giyiyordu. Ayakkabılarını ya bilerek farklı giyinmişti ya da birinin sarı bir diğerinin ise mavi olduğundan habersizdi. İki yandan örgülü saçları dağılmış ve kaçabildikleri her yerlerden saç tutamları kaçmıştı. Kısacası akıl hastanesinden kaçmış bir kadını andırıyordu ve bunu destekleyecek şekilde makasını açıp kapayarak Drew’in yanına geldi.

“Bayım, oturduğunuz yerden kalkmanız gerekiyor.”

Drew, normalde bu söze karşı durmaz ve hemen kalkardı ama bugün ters bir günündeydi. Talimde batırmıştı ve azar işitmişti. Diğer askerler de bu yetmezmiş gibi onunla alay etmişti. Bundan dolayı Drew homurdandı ve kızı duymamış gibi yaptı.

“Bayım, beni duymadınız mı? Oradan kalkmanız gerekiyor.”

Drew daha fazla dayanamadı ve kıza doğru döndü.

“Kalkmak için hiçbir sebep göremiyorum. Ve LÜTFEN şu makası açıp kapamayı keser misin?!”

Kız makası açıp kapamayı hemen bıraktı.

“Ben sadece yardımcı-“

“Ah, Tanrı aşkına sen kimsin ki bana yardımcı olacakmışsın?”

Bu sözler üzerine kızın yüzüne kasvetli bir ifade oturdu. Karşısındakinin kaçmasına yol açacak, korkutacak cinsteki bu bakışlar üzerine Drew kendine geldi ve hatasını telafi etmeye çalıştı.

“Özür dilerim, ben öyle demek-“

“Oturduğunuz çardak yeni boyandı demek için gelmiştim.”

Drew’in gözleri koskocaman açıldı ve yemeğinin yere düşmesini umursamadan hızla ayağa kalktı. Hemen asker kıyafetleri kirlenmiş mi diye arkasını döndü ama bu yaptığı kendisini daha berbat hissetmesine sebep olmuştu. Şimdi iyice diğer askerlere rezil olacaktı. Görünmeden askerlerin kaldığı yatakhaneye gitmesine imkân yoktu.

“Kahretsin! Ne yapacağım şimdi? Talimde olanlar yetmezmiş gibi…”

Bahçıvan kız kollarını göğsünde kavuşturarak bilmiş bilmiş Drew’e baktı.

“Askerlerin fazladan kıyafetlerinin nerede saklandığını biliyorum ama ah tanrı aşkına ben kimim ki sana yardımcı olacağım(!)?”

Drew kızın ellerini son umuduymuş gibi tuttu ve koskocaman gözleriyle kıza baktı.

“Özür dilerim, öyle söylemek istememiştim, gerçekten berbat bir gün geçiriyorum ve…”

“Tamam, daha fazla konuşma ve beni takip et Bay?”

“Drew. Sadece Drew.”

“Peki, Sadece Drew beni takip et.”

Beraber çamaşırhaneye doğru yol aldılar. Oradan da daha farklı bir odaya açılan kapıyla askerlerin kıyafetlerinin depolandığı yere çıktılar. Drew’in bedenine uygun bir forma buldular ve paketinden çıkardılar.

“Şükürler olsun. Sana ne kadar teşekkür etsem az Bayan?”

“Ophelia. Sadece Ophelia.”

Drew direkt üstünü çıkarmaya başlayınca Ophelia arkasını döndü ve sessiz bir şekilde söylenmeye başladı: Ne patavatsız adamdı bu böyle?
“Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum Ophelia. Beni rezil olmaktan kurtardın.”

“Ben nasıl teşekkür edeceğini biliyorum.”

“Aslında ben o sözleri nezaketen söyle-“

“Önemi yok, bana borçlandın ve sana borcunu nasıl ödeyeceğini söyleyeceğim. Beni takip et.”

Drew bu deli kadını takip ederken içinden küfretti. Nereden çatmıştı bu kadına? Oysa kadınlarla çok iyi anlaşırdı, neden bu kadına bir şeyler söyleyemiyordu?

Sarayın bilmediği koridorlarına sapmışlardı. Drew korkmadığını söylese yalan söylemiş olurdu. Neyse ki çok da dürüst bir adam değildi.

Sonunda garip bir depoya ulaştılar. Burada bir sürü süpürge, bez, kova ve fare dışkısı vardı. Drew boğazında yükselen kusma isteğini bastırmak zorunda kaldı, burası berbat kokuyordu.

Ophelia ilerledi ve süpürgelerin gizlediği başka bir kapıyı açtı.

Burası depoyla çok alakasız bir yerdi. Biraz küçük ve kasvetliydi ama en azından temizdi. Oturmak için yerleştirilmiş birkaç tane armut koltuk vardı. Zemine bir güneş çizilmiş ve bu güneşin üzerine güneşin kenarlarına denk gelecek şekilde bir yıldız çizilmişti. Güneşin yüzü Drew’e komik geldi. Bir filozofa benziyordu ama bu yorumu kendisine sakladı çünkü bu odada ilahi bir şeyler olduğunu sezinleyip hem korkuyor hem de Ophelia’nın kendisine kızacağına daha da emin oluyordu.

Yıldızın kenarlarına renkli mumlar konmuştu. Mor, mavi ve diğer renklerde aydınlanan mumlar bu odaya Drew’in düşündüğü gibi ilahi bir hava katıyordu. Ophelia Drew’in elini hiç sormadan ve sorgulamadan tuttu ve kendisi bir koltuğa otururken Drew’i de karşısındaki koltuğa adeta fırlattı. Sersemleyen Drew’i umursamadan ellerini avuçlarına aldı. Sımsıkı tuttu ve gözlerine yansıyan renkli mumların ışıltısıyla Drew’in yüzüne baktı.

“Benim için Tuzlu Mağaralar’a gitmeni istiyorum.”

“N-ne mağaraları?”

“Tuzlu Mağaralar. Alberta Addison’ın Tuzlu Mağaraları olarak da geçer. Ah Tanrım, gerçekten de bu kadar cahil misin be adam?”

Drew herhangi bir yorumda bulunmadı.

“Tuzlu Mağaralar, bundan 3000 bin yıl öncesine dayanan Alberta Addison isimli bir perinin sahibi olduğu oldukça garip bir mağaradır. Orada üretilen tuz ile çeşitli eşyalar yapılır. Danteller, yüzükler, kolyeler…

Ama oraya ulaşmak oldukça zordur. Bunun için cesaret ve azim gereklidir çünkü Mağara, Esther Okyanusunun ortasına büyülü bir şekilde yerleştirilmiştir. Oraya kayıkla gitmelisin ama okyanusa varana kadar ki yolu atla alabilirsin…”

“Dur bir saniye, benden bu saçma sapan mağaraya gitmemi mi istiyorsun? Hem de sadece bana bir asker forması verdiğin için?”

“Beni dinle Drew Lewis Benedict-“

“İkinci ismimi de nereden biliyorsun?! Aman Tanrım çok korkunçsun!”

“Buradaki büyülü alan sayesinde senin hakkındaki her şeyi görebilirim. En sevdiğin yemek körili makarna. Cidden mi? Köriden nefret ederim. Her neyse konumuz bu değil ve beni iyice dinle. Bu mağaralara gitmen gerek çünkü arkadaşım üzerindeki laneti kaldırmam gerek ve bana hâlihazırda borçlanmış birine ihtiyacım var.”

“Hayır, bunu yapamam. Neden kendin gitmiyorsun? Arkadaşın da sen de beni ilgilendirmiyorsunuz. Sizi tanımıyorum bile ve burada ellerimi tutmuş garip bir ortamda benimle saçma sapan bir mağara hakkında konuşuyorsun.”

“Ne o Lewis, sudan korktuğun için mi bu kadar hızlı bir şekilde reddettin teklifimi?”

“Bana Lewis deme ve nasıl olur da… Ah, doğru.”

“Teklifimi kabul edecek misin yoksa bir kedicik gibi kaçacak mısın?”

Elbette Ophelia bu sözleri boşuna söylemiyordu. Drew’i hırsla çalıştığını biliyordu. Onu başka bir şekilde ikna edemezdi ve bu taktiğin işe yaramasını umuyordu. Umduğu gerçekleşti de.

“Tamam gideceğim. Gör bakalım kim kedicikmiş?”

“Güzel. Şimdi ellerimi sakın bırakma. Zihinlerimiz arasına bir ‘İletişim Köprücüğü’ yerleştireceğim. Gözlerini de açma. Böylece sen Mağara’ya doğru yol alırken seninle iletişimde kalacağız.”

Bu düşünce Drew’i korkutsa da bir şey diyecek mecali kalmamıştı. Yavaşça gözlerini kapattı ve kendini deli kadına teslim etti. Başı dönüyor, midesi bulanıyordu ama gözlerini açmadı. En son Ophelia kafasının arkasına bir şaplak atınca gözlerini kocaman açtı ve olduğu yerden fırladı.

“Almanı istediğim şey Pearl isimli nadir bulunan bir kolye. Mağaralardakilere bunu söylediğinde eminim sana yardımcı olacaklardır. Şimdi bana söz ver, Drew, şakalaşmak bir yere kadar. Sana güveniyorum ve senin de bana güvenmeni istiyorum. Bana kolyeyi getireceğine söz ver.”

“Söz veriyorum Ophelia.”

“Güzel, sözünden dönersen lanetlenirsin çünkü alana büyü koydum ve sözünü mühürledim.”

“N-ne! Ah Tanrım, bugün daha berbat olamazdı.”

Sabah saat 4 gibi Drew’e bir at buldular ve yolculuk süresi boyunca yetecek kadar erzak yerleştirdiler sırt çantasına. Kalın kıyafetler de bu erzak yığınının yanına eklenmişti.

“İyi yolculuklar Drew. Benimle iletişime geçmen için yapman gereken tek şey söyleyeceklerini aklından geçirmen. Böylece seni duyabilirim.”

Drew kafasını olumlu anlamda salladı ve atın dizginlerine asıldı. Üç gün sürecek olan yolculuğu başlamıştı.

Drew 2. Günün sonunda pes edecekti ama Ophelia bu düşünceleri yüzünden kendisini azarladı ve bu da şiddetli bir migren ağrısı çekmesine sebep oldu.

Atını bırakalı 2 saat kadar olmuştu ve yaklaşık bir buçuk saattir kayığıyla Ophelia’nın tarif ettiği yolda ilerliyordu. Gerçekten zorlu bir yolculuktu. Drew sudan feci derecede korkuyor ve kayığa binmesi için yarım saat kadar ikna edilmesi gerekmişti. Neyse ki Ophelia rakibinin zayıf noktalarını biliyordu.

Ophelia, yolculuğun sürmesi gerekenden daha uzun süreceğinden endişeleniyordu. Drew her ne kadar ikna edilmiş olsa da çok korkuyordu ve bundan dolayı yavaş hareket ediyordu.

“Lewis, daha yavaş hareket ederek korkunu yeneceğini sanıyorsan bu sadece okyanusta geçireceğin süreyi uzatacaktır.”

“Bana Lewis deme. Kontrol bende. Sen de azıcık sabırlı ol ve bana güven.”

“Sana herkesten çok güveniyorum.”

Drew bu sözler üzerine kürek çekmeyi bıraktı. Kalbi göğüs kafesini delecek gibi atıyordu. Ne olmuştu ona? Neden bu küçük söz onu bu kadar heyecanlandırmıştı? Sanırım bu yolculuk kafayı yemesine sebep oluyordu.

En sonunda gece oldu ve Drew’in dinlenmesi gerekti. Kürek çekmeyi bıraktı ve yatması için yeterli uzunlukta olan kayığa uzandı. Küçük battaniyesi ile üstünü örttü ve yıldızlara baktı. Drew bu yolculuğun boşa olmasını istemiyordu. Bu yüzden Ophelia’dan öğrenebildiği kadar bilgi öğrenmeliydi. Hem uyuyamıyordu da. Okyanusun ortasında uyuyacak kadar korkusunu yenmemişti.

“Ophelia, neden bu kolyeyi istiyorsun?”

Ophelia’nın derin bir nefes aldığını zihninde duymasıyla anladı. Her ne kadar Ophelia ile karşılaşmaları kötü olsa da bu yolculuk boyunca kadın onu hiç yalnız bırakmamış, uyumamış ve Drew’in ona kolayca ulaşması için başka hiçbir şeyle ilgilenmemişti.

“Bir arkadaşım lanetlendi dedim ya.”

“Bana tam anlat olayı. Buraya kadar geldim. Bence güzel bir hikâyeyi hak ediyorum.”

Ophelia hafifçe kıkırdadı. Bu nedensizce Drew’i de gülümsetti.

“Lanetlenen arkadaşım Conroy. Kendisinden hoşlanıyordum. Hem de çok hoşlanıyordum. Ah, sana nasıl anlatsam ki…”

Drew hafiften kıskandığını hissetti. Kendisine gelmek için hafifte yüzüne iki tokat indirdi.

“Kendisi Saray'ın yönetimine karşı gerçekleştirilen protestolara katıldı. Saraya ihanet etti ve idamla cezalandırıldı. Ölmesine izin veremezdim Lewis, kendisine daha bir kere bile sarılamazken olmazdı. Doyasıyla o hafiften kır bahçesi gibi kokan kokusunu içime çekmeden olmazdı. Saçlarını karıştırmadan olmazdı. Onu ne kadar çok sevdiğimi anlamadan olmazdı.”

Drew dikkatle dinledi.

“Kendisi deponun ardındaki odama uğradı. Orası benim için insanlardan kaçmak için kullandığım küçük bir hobi odasıydı. Ta ki Conroy benden yardım isteyene kadar. Onu bir serçeye dönüştürmemi ve camdan uçurmamı istedi. Böylece özgür olacaktı ve saray onu bulamadan çok uzaklara gidip bir serçe gibi yaşayacak bir serçe gibi ölecekti. Büyülerle aramın iyi olduğunu biliyordu. Yakın arkadaşlardık sonuçta. Ve o her ne kadar tersini düşünse de Saray hakkında düşündüklerine katılıyordum. Bu yüzden ona yardım ettim. Ama büyü ters tepti. Conroy’un ellerini tutmak sanırım beni fazla heyecanlandırdı.”

Drew, acaba Ophelia benim ellerimi de tutarken heyecanlandı mı diye düşünmeden edemedi.

“Conroy lanet bir fareye dönüştü. Kendisini bir kafese kapatıp bunu halledeceğimi söyledim ama bir türlü yolunu bulamadım. En sonunda Conroy fare olarak kalmasında bir problem olmayacağını söyledi ama yine de gitmesine izin veremezdim, bu şekilde olmazdı.

Günler, aylar geçti. Her gün Conroy’a yemini verdim ve düzenli bakımlarıyla ilgilendim. En sonunda araştırmalarım sonucu Tuzlu Mağaralar’ın Conroy’u düzeltebileceğini öğrendim. İşte, hikâye buydu. Çok da ilgi çekici değil, ha?”

Buruk bir şekilde güldü Ophelia. Drew söyleyeceklerinin biraz bencilce geleceğini biliyordu ama merak etmeden edemedi.

“Hala ondan hoşlanıyor musun?”

Ophelia duraksadı. Bunun sorulmasını beklemiyordu ama hemen kendini toparladı.

“Birkaç ay öncesine kadar evet, ama bu olanlardan sonra duygularımı düşünecek kadar zamanım oldu ve sanırım durumumun umutsuz olduğunu kabullendim. Yaşadığı çiftlik evindeki sarışın kızdan hoşlandığını biliyordum. Bu yüzden bu sevdadan vazgeçtim. Kız oldukça alımlı ve nazik. Her açıdan mükemmel. Conroy için uygun biri bu yüzden üzülmüyorum. Conroy mutlu olmayı hak ediyor.”

“Ophelia, sen de gayet hoş bir kızsın. Tamam, nazik değilsin belki ama…”

İkisi de gülmeye başladılar. İkisi de yüreklerine su serpildiğini düşünüyor konuşmanın keyfini çıkarıyorlardı.

“Teşekkür ederim Lewis.”

“Her zaman Ophelia.”

“ ‘Bana Lewis deme.’ demeyecek misin?”

“Sanırım uykum geliyor. İyi geceler Ophelia.”

“İyi geceler Lewis.”

Drew erkenden kalkıp kürek çekmeye devam etti. Gece rahat uyuyamamıştı ama uykusu yoktu. Bundan dolayı süratle kürek çekmeye devam etti. Korkularını bir kenara attı ve amacına yöneldi. En sonunda mağara göründü ve Drew neredeyse bunun için ağlayacaktı.

Kayığından indi ve büyülü basamaklardan tırmanarak mağaraya giriş yaptı. Mağara oldukça karanlıktı ve sıradan bir mağaraya benziyordu. İçerisi buz gibiydi bu yüzden Drew üstüne ceketini giydi.

Hareket etmesiyle mağara bir anda aydınlandı ve etrafta uçuşup çalışan perileri gördü. Havada o kadar hızlı kanat çırpıyorlardı ki kanatları görünmüyordu.

Drew’in yanına bir peri indi. Oldukça yaşlıydı ve her yeri kırış kırıştı.

“Hoş geldin sevgili oğlum. Sana nasıl yardımcı olabilirim?”

“Ben Pearl Kolyesi denen bir kolyeye bakıyordum.”

“Ah, oldukça nadir bulunur ama eminim ki senin için bulabilirim. Bekle lütfen burada.”

Drew peri giderken arkasından bir anda seslendi.

“Hediyelik eşyalarınız var mıydı acaba?”

Yaşlı perinin işaret ettiği reyona doğru yürüdü ve gördüğü şeyle birlikte aradığı hediyeyi bulduğunu biliyordu.

Dantelle oldukça ince ve şık bir şekilde işlenmiş zarif bir şapkaydı. Bir periden rica ederek bu şapkayı da alacaklarının arasına ekletti.

Kolyeyi getiren peri alacaklarına baktı ve onu kasaya yönlendirdi.

“Ne kadar?”

Peri duraksadı ve derinden gelen bir kahkahayla güldü.

“Biz burada sizin gibi para birimi kullanmayız. Gözyaşını istiyorum bunlar karşılığında delikanlı.”

“G-gözyaşı mı?”

“Evet böylece yapacağım elbiseler için kullanabilirim.”

Drew daha fazla sorgulamadı ve perinin uzattığı tüpe gözyaşını akıtmak için kendini cimcikledi. Peri gözyaşını alıp Drew’i uğurladı.

Drew kayığına geri bindi ve yol almaya başladı. Ophelia’yla sohbet ettiler ve kolyeyi aldığını söyledi.

3 gün sürecek yolculuğu süresince Ophelia ile daha yakın oldular ve sürekli konuştular.

Drew saraya geldiğinde yokluğu fark edilmiş gibi durmuyordu. Ophelia yokluğuna bahane bulacağını söylemişti zaten ama iyi bir bahane bulabileceğini düşünmemişti. Atı ahıra geri bıraktı ve tam ahırın dışına adım atmıştı ki birinin üstüne atılmasıyla geriye doğru düştü.

Kendisine sımsıkı sarılmış Ophelia’nın varlığını fark edip kıkırdadı. Drew de ona sarıldı.

“Lewis! Geldin.”

“Şüphen mi vardı?”

Birlikte 40 yıllık dostlarmış gibi sohbet ettiler ve Drew kolyeyi Ophelia’ya verdi. Biraz daha sonra sohbet ettikten sonra Drew hediye paketindeki şapkayı Ophelia’ya uzattı.

“Bu sana. Beni yolculuk boyunca yalnız bırakmadığın için teşekkür ederim.”

Ophelia hemen paketi açtı ve sevinçten gözleri büyüyerek hediyeye baktı. Küçük bir çığlık atıp kafasındaki şapkayı kenara attı. Yeni şapkasını kafasına yerleştirirken bir anda Drew’e döndü ve Drew’i yanağından öperek sarıldı.

Bu hareketle ikisi de şaşırmıştı. Drew kızarmıştı. Neden olduğunu bilmiyordu. Bir sürü kadınla beraber olmuştu ama hiç böyle hissetmemişti. Ophelia utancından yerinden hızla kalkarken Drew onu kolundan tuttu ve sımsıkı sarılıp saçlarının üstüne bir buse kondurdu.

Ophelia gülümsedi ve hemen Conroy’un yanına gitti. Conroy’u normale çevirdi ve gerekli büyüyü yaparak onu serçeye dönüştürdü. Son kez Conroy’a düzgün bir veda etti ve Conroy’u uğurladı.

Bahçeye inip buruk bir gülümseme ile Drew’in yanına oturdu.

Drew tüm cesaretini topladı.

“Hey Ophelia, şey düşündüm de belki de takılmak istersin… yani şey benimle takılmak ister miydin? Yarın Saray'ın şenliği için kafeye gideceğim, belki gelmek istersin?”

“Çok isterim Drew!”

Drew gülümsedi ve şöyle dedi:

“Lewis. Sadece Lewis.”

Birbirlerine gözlerine ulaşacak kadar gülümsediler ve el ele tutuşarak boyası kurumuş çardağa gittiler.

SON

Biraz uzun oldu. Bunun için özür dilerim. Umarım masalımı beğenmişsinizdir. Sevgili Deeptone’a çok teşekkür ederim. Onun yazdığı “Kelime Oyunu” yazısına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Kendinize çok iyi bakın sağlıcakla kalın…

 

 

17 yorum:

  1. oooo maşallah maşallah okumaya yarın gelcem şimdi yorumlara koyayım da linkini, çok sevindim, tenk yu beee :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben teşekkür ederim. Biraz uzun oldu kendimi kaptırmışım ehehe. ^^

      Sil
    2. uzun olsun daha iyi. göz gezdirdim zaten keyifli bişey belli :)

      Sil
    3. Bakalım beğenecek misin. :)) <3

      Sil
  2. Merhabalar.
    Çok ilginç bir hikaye. Hani derler ya "nereden nereye" diye. Ben bu söylemi hem Drew için, hem de Ophelia için söyledim. Kelime oyunlarına hiç katılmadım ama, bayağı bir kelime oyunu okudum.

    Bu tür hikayeleri kaleme almak için;doğaçlama, kurgulama kabiliyeti ile birlikte kelime dağarcığının da zengin olması gerekiyor.
    Gerçekten keyifli ve zevk alarak okuduğum bir hikayeydi. "Tuzlu Mağaralar" da sizin hayal gücünüzün bir ürünü değil mi? Kaleminize ve yüreğinize sağlıklar dilerim.
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok çok teşekkür ederim. Bir anlık aklıma gelen kurguyla bu öykü ortaya çıktı. Övgüleriniz için ne kadar teşekkür etsem az. Siz de yazmayı düşünürseniz "Kelimr Oyunu" yazınızı okumayı çok isterim.
      Sevgiler saygılar.

      Sil
  3. Keyifli bir öyküdü. Drew yaşadıklarından sonra biraz düzelir umarım. Hikaye biraz hızlı ilerliyordu ve betimleme biraz daha olabilirdi. Kalemine sağlık. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim. Evet maalesef biraz hızlı oldu çok uzun oldu okuyanlar sıkılmasın diye.😅
      Tekrardan teşekkürler. :)

      Sil
  4. Çok çok güzel bir öyküydü. Sonuna nasıl geldiğimi anlamadım, akıp gitti adeta. Kaleminize sağlık. <3

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim. Beğenmenize çok mutlu oldum. :) <3

      Sil
  5. yaa bayıldım yaa bu öyküne, hem fantastikli, hem romantikli, hem tatliş hem de çok komik yaa, ay bitmeseydi vallahi, ya ne güzel yazıyon sen yaaa, fırsatın olursa bundan sonra da yazsan yaaa, hatta bak istersen sen beş kelime ver biz yazalım, istersen haftaya da olabilir yanii, olmazsa daha ilerde de olur yanii. ay sen hep öykü yaz beeee :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok çok çok teşekkür ederim deeps! Yorumun çok mutlu etti. Beş kelime vermeyi çok isterim, kelime oyunu #34 diye bir yazı yayınlayıp 5 kelimeyi ona göre mi seçeceğim? Eğer öyleyse yapmayı çok isterim. Çokça sevgiler. :)) <3

      Sil
    2. yok yok daha kolaay. sen beş kelimeyi seç bugünlerde, bak buraya yorumlara yaz, ben de öğrenirim, haftaya çarşamba kelime oyunu 34 diye yazarsın öykünü, ben de senin kelimelerle yazıcam, öyle işte, bugünlerde tatil bayram, az kişi yazıyor, ama sen ben bir dee sessiz gemi yazarız, sessiz gemi 33 ü de yazcak bugün filansı :)

      Sil
    3. Kelimeleri sen de uygun görürsen kedi, yağmur, çekirdek, balık ve dilek olarak düşündüm. Haftaya çarşamba da yazarım. :)

      Sil
    4. çok güzel kelimeleer :) bu hafta da sessiz gemi ve ilkay da yazdılaaar :)

      Sil
    5. Hemen koşuyorum yazılarına! :)

      Sil
  6. Çok teşekkür ederim bu güzel yorumun için sevgili İlkay! :)

    YanıtlaSil