Hepinize selamlar. Bugün sizlere Halis Karabenli’nin yazdığı “Yenik Düşme Zamana” isimli kitabını inceliyorum. Umarım bu incelememden memnun kalırsınız.
Ne anlatıyor/Benim düşüncelerim neler?Bir sürü kısa öykülerden oluşan bir kitap “Yenik Düşme Zamana”. Aşkı, hayatı ve insanları sorgulayan; kendini bulmaya çalışan insanların öykülerinden oluşuyor.
Öncelikle kitap
kapağına değinmek istiyorum.
Bunu
söylemek istemezdim, belki söyleyeceğim şeyler de size hiç güzel
gelmeyecek ama
burada düşüncelerimi söylemek durumundayım. Kitap kapağı tasarımı Milli Eğitim
Bakanlığının din kitaplarının kapağı gibi olmuş. Keşke sade ama daha düzgün bir
şey yapsalarmış. Bana kalırsa böyle güzel durmuyor. Bundan ötürü kitabın
kapağını çok beğenemedim.
Kitabın ilk
sayfalarını okuduğumda sıradan gittiğini düşünmüştüm. Ama ilerleyen sayfalarda
kurulan cümlelerin zoraki konulmuş gibi bir havası olduğunu sezinledim. Sanki kelimeler
özellikle sırf süslü ve uzun olması için kurulmuş gibiydi. Bu da okuma isteğimi
köreltti açıkçası.
Altını çizdiğim
ve beğendiğim birçok alıntı olsa da maalesef birçok cümlenin süslü cümle kurma
kaygısıyla kurulduğunu düşünüyorum. Onun dışında kitaptaki öykülerin birçoğunun
benzer olması da bana kalırsa bir yerden sonra okuru sıkıyor.
Aklınıza
okuyacak herhangi bir kitap gelmiyorsa ve sırf zaman geçsin diye herhangi bir
kitap okumak isterseniz bu kitabı tercih edebilirsiniz. Ama genel olarak benim
çok da beğendiğim bir kitap olmadı. Yine de dediğim gibi kafa dağıtmak için
okunabilir.
Benim
düşüncelerim bunlardı. Siz “Yenik Düşme Zamana” isimli kitabı okudunuz mu?
Okuduysanız sizin düşünceleriniz neler?
İncelememi okuduğunuz
için teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, sevgiyle kalın…
Bu kitaba
puanım: 4/10
Alıntılar
“Gerçekler
de kangrene benziyordu. Aslında hayattaki her şey biraz böyleydi: Var olma imkânı
bulan her şey, bu fırsatı sonuna kadar kullanmak istiyordu. Bir hastalık
başladığı zaman hastayı tüketene kadar durmuyordu. Yalanlar da öyleydi,
insanlar da...”
“Birine
güvenmek istedi sadece. İnsan, elbette tek başına hayatını devam
ettirebiliyordu ancak önemli olan yaşadığı hayatı biriyle paylaşmak ve
paylaştığı insanın da ona ayrıca yük getirmemesiydi. Yoksa ne anlamı vardı
biriyle beraber yaşamanın?”
“Aramızda
bir veda olmalı mı, bunu da bilmiyorum? Çünkü vedalar da birbirini tanıyan
insanlar arasında yapılmalıydı.”
“Niye ama
niye bu kadar iyi davrandın bana? Niye her şeyi yüzüme vurmadın? Niye kendimi
kandırmama izin verdin?”
“Bahar
geldiği zaman tazelenen umutlarımız birbirimizle alakalı değildi.”
“Göründüğüm
kadar olmadığımı anladığımdan beri, kendi içimin yabancısıyım. Bir yabancı ile
uyuyorum. Bir yabancı ile yürüyor, yemek yiyor, çalışıyor, susuyor, konuşuyor,
seviyor ve onunla kavga ediyorum. Fakat asla bu yabancı ile birbirimizi
aynılaştırmaya çalışmıyoruz; aksine, ikimize de heyecan ve yaşama isteği katan
bu farklılıkların bizi bir arada tuttuğunu, birçok şeyi kaybederek de olsa
öğrendik. Birine sarılmanın kıymetini örneğin. Birini hayranlıkla izlemeyi...
Acı çekmenin utanılacak bir şey olmadığını... Fark edilmemek ve saklandığımız
derinliğin kirlenmesini önlemek adına da kimi zaman yüzeye çıkıyoruz böyle
işte. Buna bir çeşit soluk almak da diyebiliriz aslında; çünkü öyle yapmasak,
varlığımızı yokluğumuz sayesinde insanların keşfedeceğini biliyoruz. Bunun
olmasını kesinlikle istemiyoruz. Bir insanın varlığının bilinmesi için
yokluğunu tatmanın veya bunu yalancı bir meraklanmanın ortağı etmenin ne anlamı
var?”
“Bizi
bütünleştiren şeyler, aynı zamanda parçalar da. Bu kırgınlığım ve yorgunluğum
bunun için; anlaşılmadım...
Göğüm
çatladı, gene de çiçek ekmeye çalıştım o çatlağa...”
“Asıl yorucu
olan şey ise, bir insanın kalben ve ruhen büsbütün sana ait olduğunu sanma
yanlışından döndüğün zaman ortaya çıkıyor. Yaşanmış ve yaşanacak şeylerin artık
ortada olmadığını fark ettiğinde ne büyük bir kaybın tam merkezinde kaldığını
daha iyi öğreniyorsun.”
“Ben, eski
ben miyim? Ondan vazgeçmeyi asla aklına getirmeyen, bir an bile yanımda olmasa
nefes almakta güçlük çeken, aynı adam mıyım? Ya o, aynı kadın mı? Savaşmak
yerine hemen gitmeyi tercih eden, ben olmadan da hayatına devam edebilmeyi
kendine hiç sorun etmeyen, üzüntüsünü ve
sevincini gizlemeyi becerebilen, hala uzak olduğum ve dokunamadığım, iç
dünyasının büyüklüğü ile övünen aynı kadın mıydı? Yine gider miydi ardında bile
bakmadan? Korkuyordum. Ona dokunurken de konuşurken de gözlerine bakarken de
korkuyordum.”
“Tüm
kalbimle inanmak istiyorum sana. Tüm varlığımla yanında olmak istiyorum.”
“Özlemiyorum
artık onu. Bana yaşattıklarını hazmedemiyorum sadece.”
“Asla yapmam
dediğim şeyleri yaptım. Asla affetmeyeceğim dediğim insanları affettim. Bunu
sineye çekemem, bu kadarı da fazla dediğim şeyi bağrıma bastım gene. Bu da
olursa artık yaşayamam dediğim şeyi hayretler içinde yaşadım ve yaşamaya devam
ettim. Her şeye alışan, unutan, dolmak bilmeyen bir kuyudan farklı değilmiş
insan.”
“Herkesin
her şeyi olabilirdim fakat kendimin hiçbir şeyiydim. Kalbim ağırlıklarla
doluydu lakin ağlayamıyordum.”
“Farklıyız
onlardan. Bu yüzden birbirimize bu kadar yakınız işte.”
“Varlığının,
beni iyileştirici bir gücü olduğunu hissediyorum.”
“Çünkü bazı
şeylere dikkat etmek ve hep birilerini iyileştirmek için çaba sarf ettim bütün
ömrüm boyunca. Sonrası ise tam bir felaket! İyileşen gitti. Yara alıp döndüler,
yine iyileştirdim ve yine gittiler. Böyle devam etti bu. En dip ve en yukarı
arasındaki mesafede gidip geldim her zaman. Kimseye hissettirmeden hem de.
Fakat bu düşüşler ve çıkışlar çok yaktı canımı.”
“Karşındaki
umursamıyorsa ne yaparsan yap kıymeti olmuyor. Aslında en başından beri
farkındaydım; başkalarının "olmasa da olur" dediği şey onlar için
dünyayı yerinden oynatmıyordu ama eksikliği benim dünyamı yok etmeye yetiyordu.”
“Hiçbir şey
bitimsiz değil. Hiçbir şeye sahip olamazsınız sahiden. Kimse, kimseye ait
değildir. Annem, babam, arkadaşlarım, elim ayağım, saçlarım ve sen... En çok da
sen bana ait değilmişsin mesela.”
“Sanırım
söylemek isteyip de sustuğum şeyler için pişman olacağım her zaman. Kabul etmem
gereken şeyleri kabul etmediğim ve kabul etmemem gereken şeyleri kabul ettiğim
için de pişman olacağım. İçime attıklarım da beni çürütmeye devam edecek. Kendi
içimi yeniden yapmaktan usandım.”
“Biliyor
muydun; yaşayamadığımız her şey insanlara benziyor git gide!”
“Ama keşke
hiç değişmeseydim ve kendim gibi kalabilseydim. Çünkü sen hariç, verdiğim
kararların hiçbirinde tereddüt etmemiştim.”
“Hem artık
her şeyi düşünmekten bıktım! Yaşamı kendi haline bırakmak varken, her zaman
olaylara müdahil oldum. Gücümün yetmeyeceği şeyleri değiştirmeye çalıştım.
Kendimi de herkesi de yormuş oldum böylece.”
“Ne sevgimiz
ne yaşadıklarımız ne de bundan sonra yaşayacaklarımız hiçbir şeyi
onaramayacaktı çünkü. Güçsüzdüm. Güçsüzdün. Yıpranmıştık. Acıyordu canımız.
Acıtmaya devam ediyorduk üstelik. Gene de hata değildi hiçbir şey... Çünkü
sahiden sevdim seni. Kusursuz değildi ama çok sevdim.”
“Eskisi gibi
değildi hiçbir şey ve ben eskinin bu kadar özleneceğini hiç bilmezdim.”
“Sevgilim;
bu yorgun bedenimin, ruhumun enkazı olduğunu anlatıyorum sana... Usta bir
katilin saksıya diktiği çiçeğin utangaçlığı var üstümde. Kırılan taşın
uğultusuna kabart kulaklarını; dinle, vazgeç seni benden çıkarmaya çalışmaktan.”
“Değişmem
ben. Değişirim sandım ama yapamadım. İsterseniz bir kusur olarak görün bunu
benim için. Bu yüzden kimseden özür de dilemeyeceğim. Kendim olamazsam berbat
ediyorum çünkü her şeyi. Öfkelenmeyen, ne olursa olsun aldırmayan insanların
arasına katılmayacağım. Kızgınsam yine yıkacağım her şeyi. Küseceğim. Çocuk
gibi davranacağım. Özlediysem, özledim diyeceğim. Seviyorsam, saklamayacağım
bunu. Huzursuzsam, belli edeceğim. Susmayacağım. Önem verdiklerim için
savaşacağım yine. Sonunda emeğim boşa gitse dahi ve üzülmek pahasına yapacağım
bunu. Çok beklettin diyeceğim beklediğim zaman. Kahretsin ki zaman bizi
dinlemiyor, anlamıyor musun beni diye bağıracağım. Ama değişmeyeceğim hiçbir
zaman. Ben buyum çünkü. Başka türlüsünü yapamadım. Başka türlüsünü yapmak hep
kaybetmeme neden oldu.”
“Yaralarım
görünecek diye korkmuyorum artık. İyice bakın; bu yollardan geçtim ben...
Kızdım, kırdım, bağırdım, parçaladım ama en çok da sevdim. Bu yaralar evim
benim. Asıl, onlar olmazsa yaşayamam.”
“Ama geçti.
Iskalandım yine, yok sayıldım, itildim, yalnız bırakıldım, hiçe saydım onurumu;
fakat acımı yahut öfkemi hatta biriken bu kinimi bile sana vermeyeceğim bundan
böyle. Iskalanacak, yok sayılacaksın, itileceksin, yalnız bırakılacaksın ve
onurunun dirhem değeri olmayacak benim gözümde.”
“Ah! İnkâr
değil. Tek bir gerçeğin acımasız sorusuyla, cebelleşmekten yoruldum artık.
Sahi; "Ne verdiydin bana yalnızlıktan başka?”
“Çünkü umut
ederek büyüttüm hep seni. Çünkü mukayyet olduğum her şeyi dağıttın sen
başkalarına. Çünkü ilk defa boşuna geçmiş diyorum onca zaman. Boşuna geçmiş...”
“Korkmuştum
belki de. Birine bu kadar ait olmak ve geleceğimde onun hayatımın neresinde
olacağını bilememek yormuştur beni. Ya da bunlar sadece saçmalıktan ibaretti.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder