Light Pink Pointer

4 Kasım 2021 Perşembe

Otomatik Portakal | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Anthony Burgess’ın yazdığı “Otomatik Portakal”ı inceliyorum. Umarım bu incelememden hoşnut kalırsınız. Lafı dolandırmadan incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Alex, Georgie, Pete ve Aptalof geceleri sokakta dolaşıp insanların canına okuyan ne ilk ne de son serserilerdi. Birlikte bir çete olmuşlar, yaşlıları itip kakıyor, dükkânları ve evleri soyuyorlar, kadınları kendi deyişleriyle “küçük kızlardan kadınlara” dönüştürüyorlardı. Daha türlü türlü iğrençlikler yapan bu grubun üyeleri, günün birinde anlaşmazlığa düşerler kendi aralarında. Tartışma bıçaklı ve yumruklu bir dövüşe dönüşür. Bu “küçük” münakaşanın ardından hiçbir şey olmamış gibi davranırlar ve olayın üzeri örtülür. En azından örtülmüş gibi davranılır.

Günün birinde çete, yine her akşam yaptığı gibi bir evi soyacaktır. Bu ev kedileriyle birlikte yaşayan bir kadının evidir. Eve yaklaşan grup, ilk başta kapıdan girmeye çalışsa da başaramaz ve iş Alex’in camdan girmesine kalır.

Alex camdan girer. Aşağı kata iner ve kadını etkisiz hale getirmek için hareket edecekken dikkati dağılır. Kadın onu alt eder. Arkadaşlarını çağırmak yerine onlara güç gösterisi yapmak isteyen Alex bunu tek başına halletmek ister.

Kadın ve Alex’in boğuşmasında galip Alex olur. Ama kadını sadece etkisizleştirmek isteyen Alex, kadının kafasına fazla sert vurmuştur ve bunun sonucunda da kadın ölmüştür.

Olay yerine polislerin geldiğini duyan Alex, yalpalaya yalpalaya evden çıkmaya çalışır. Kapıya vardığında arkadaşlarının kaçtığını ve kendisini ortada bıraktıklarını görür. Sadece Aptalof vardır. Ama Aptalof yardım etmek yerine eski münakaşayı unutmadığını göstermek için Alex’i iyice hırpalar ve kaçar.

Bunun sonucunda Alex polislere yakalanır ve yeni hayatına doğru acılı bir şekilde sürüklenir…

Benim düşüncelerim neler?
İlk başta kitabı okurken gerçekten midem kalktı. Alex ve arkadaşlarının yaptıklarını okurken tiksindim. Öyle ki kendime gelmek için biraz beklemem gerekti.

Bu sayfalar biraz sürse de sonunda Alex’in yakalanmasıyla kitap çok farklı bir noktaya çekiliyor.

Öncelikle biraz Alex karakterini inceleyelim.

Acı çektirmeyi, kan görmeyi ve işkence etmeyi sevdiğini görüyoruz ana karakterin. Şiddete fazlasıyla yatkın olan Alex’in oldukça garip bir hobisi var: Klasik müzik!

Beethoven’dan daha türlü türlü birçok sanatçıya ve eserlerine aşık olan ana karakter bizi bu sevdasıyla şaşırtıyor kitap boyunca.

Kitap boyunca sokaklardaki hayatı okuyor, sokaklarda yetişmiş bu insanların zihniyetini görüyor ve tabakalaşmanın yarattığı daha birçok ayrımın farkına varıyoruz. Mesela 16. Sayfada Alex ve arkadaşları çevrelerini gözlemlerken insanların evlerinde her şeyden habersiz televizyon izlediklerini ve sokaklardaki hayatın onları hiç ilgilendirmediğinden bahsediyor. Burada da aslında bu sosyal tabaka farkının keskin sınırlarını hissediyoruz.

Sistem de eleştiriliyor kitap boyunca tabii. Siyasetin tüm çirkinlikleri ve insanların çıkarları için yaptıkları şeyler çarpıcı ve bir o kadar da gerçekçi bir şekilde biz okurlara yansıtılıyor.

“Ettiğini bulma” , “İlahi adalet” ya da “Karma” hangisini söylemek istersiniz bilmiyorum ama kitabın özellikle son sayfalarında bu durumun Alex’in başına geldiğini görüyoruz. Çok fazla spoiler vermek istemiyorum o yüzden buralardan daha fazla bahsetmeyeceğim.

Seçme hakkı tanınmayan insanların hayatları nasıl olur? İnsan kendi kaderini kendi seçebilir mi? Bu tarz soruların cevaplarını aradığımız “Otomatik Portakal”da asıl anlatılmak istenen sistemin otomatikleştirdiği, tekdüze hale getirdiği gençler. Herkesin aynı olmaya zorlandığı ve seçme hakkı tanınmayan gençlerin hareketlerindeki isyankârlık ve asiliğe değiniyor. Sistemin vahşileştirdiği bu gençler, kitapta söylendiği üzere “düzeltilmeye” çalışılırken aslında tam tersi daha büyük bir eziyet çekiyorlar ve benliklerini kaybediyorlar.

İlk başlarını okuduğumda “Kesinlikle sevemeyeceğim bu kitabı.” diye düşünürken sonlarında “Vay canına, şaka gibi gerçekten.” diyerek bitirdim “Otomatik Portakal”ı. Gerçekten derin bir etki bıraktı. Yalnız belirtmeliyim ki çok stresli olmadığınız ya da moralinizin çok bozuk olmadığı sakin bir zamanda okumanız sizin için daha iyi olur. Ben biraz yanlış bir zamanda okudum. Ama yine de sonunu okuduğumda iyi ki okumuşum dediğim bir eser oldu.

Siz “Otomatik Portakal”ı okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler?
İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Biraz dağınık bir şekilde incelemiş olabilirim kitabı bunun için affınıza sığınıyorum. Biraz yoğunum ve aceleye getirdim.

Kendinize çok dikkat edin, sevgiyle ve saygıyla kalın…

Bu kitaba puanım: 7/10  


6 yorum:

  1. Güzel bir inceleme yazısı olmuş. Ben henüz okumadım geçenlerde yine bir yorumunu görmüştüm ama çok dikkatimi çekmemişti. Şimdi yorumunuzu okuyunca merak ettim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Umarım okursanız beğenirsiniz. Biraz sabır gerektiren bir kitap. Uygun zamanda okunmalı.

      Sil
  2. Blogda yine tanıtımlarını görmüştüm kitabın. Bu tanıtımı da okuyunca iyice gıcık oldum, kitabı seveceğimi hiç sanmıyorum. Ettiğini bulmalı insanlar. Fazla merhamet o acıların yaşatıldığı insanlara haksızlık olur. Ben başıma bir şey gelse o kişiyi affetmem, benim yerime de kimsenin affetmesini istemem.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Biraz spoiler gibi olacak ama ana karakter zaten ettiğini buluyor. Tabii bu söylediklerimle asla Alex karakterini savunmuyorum. Ama ettiğini bulduğunu söyleyebilirim. Tabii okurken sinir olunabilecek bir kitap. Şahsen ben de oldum.

      Sil
  3. kitabı da filmini de sevmedim ben yaa :) ne kötü bir dil var yaaa :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet gerçekten öyle. Okuması ağır ve sevebilmesi biraz zor. Ben de sonlara doğru sevdim. İşlenen psikolojiyi vb. :))

      Sil