Light Pink Pointer

3 Ekim 2025 Cuma

La La Land (Aşıklar Şehri) | Film Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere Damien Chazelle tarafından yazılıp yönetilen "La La Land" veya diğer adıyla "Aşıklar Şehri" isimli filmi inceliyorum. Umarım bu incelememden memnun kalırsınız.

Ne anlatıyor?

Mia keşfedilmemiş ve maddi açıdan zorda olan bir aktristir. Günleri iş ve ev arasında geçiyordur, aynı zamanda tiyatroyla uğraşıyordur.

Sebastian ise bir piyanisttir ve Mia'dan pek farklı değildir. Maddi açıdan kötü bir
haldedir ve bu durum hayallerinin peşinden gitmesini engelliyordur.

Mia ve Sebastian daha önce de çok kez karşılaşmalarına rağmen bir türlü düzgün bir şekilde tanışma fırsatı bulamazlar. Ta ki günün birinde Mia'nın katıldığı bir davette Sebastian piyanist olarak gelene kadar.

Aralarında yavaşça filizlenmeye başlayan bu aşk gün geçtikçe büyür. Ama bu aşk, hayatın gerçeklerini ve maddi yetersizlikleri aşabilecek midir?

Benim düşüncelerim neler?

Oldukça güzel sahnelerle bezenmiş müzikal bir filmdi. Emma Stone ve Ryan Gosling'in başrolü paylaştığı bu film ilk başta sıcacık bir gülümseme kondursa da yüzümüze sonlara doğru bu gülümseme buruklaşıyor.

Filmimizin sahnelerinde müzikaliteyle hayal dünyası bütünleşirken bir yandan da hayatın gerçekleri de o sahnelere göre karşımıza çıkmakta. Normalde müzikal tarzında filmleri sevmeme rağmen beni sıkmadı veya baymadı.

Mia ve Sebastian'ın hayallerinin peşinden aşkla gitmeye çalışışını ama hayatın gerçeklerinin, zorluklarının karşılarına çıkıp ikisini çok farklı yerlere sürükleyişini izliyoruz.

Aşk gibi büyüleyici ve insanın içine umut dolduran bir şeyin hayat kaygısı içinde sönüşünü ve yitirilişini izliyor ama bunu müzikal ve görsel bir şölen eşliğinde gözlemliyoruz.

Siz "La La Land"i izlediniz mi? Sizin düşünceleriniz neler? 

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok iyi bakın sağlıcakla ve sevgiyle kalın.

Bu filme puanım: 7/10





1 Ekim 2025 Çarşamba

Savaş ve Barış | Kitap Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere Lev Nikolayeviç Tolstoy'un yazdığı "Savaş ve Barış" isimli kitabını inceliyorum. Umarım bu incelememden memnun kalırsınız.

Ne anlatıyor? / Benim düşüncelerim neler?

Savaş ve Barış belli bir ana karakteri olmayan bir kitap. Kitapta üst tabakadaki ailelerin içsel çatışmalarıyla birlikte bir yandan da devletler arasındaki savaşı anlatıyor.

Bu kitapta zengin ailelerin entrikalarını ve kendi aralarında bile bir sınıflandırmaya tabi olmalarını okurken, bir yandan da savaş ortamının kendileri üzerindeki
tesiriyle halk üzerindeki tesirini karşılaştırarak okuyoruz.

Bu kitabın karakterlerinden biri olan Piyer dikkat çekicidir. İlk başta kendisi normal bir gelir düzeyindeki farklı düşüncelere sahip bir gençti. Bundan dolayı katıldığı sosyetik ortamlarda gülünç bulunuyor ve önemsenmiyordur. Ama daha sonrasında babasının yüklü miktardaki mirası kendisine kalınca işler değişir. Herkesin gözünde bir anda zengin bir damat adayı konumuna yükselir.

Farklı düşünceleriyle sosyeteye zıt düşen Piyer'i bir tek Prens Andrey isimli diğer bir karakterimiz anlıyordur. Bu ikilinin dost olması da pek uzun sürmez tabi.

İlerleyen sayfalarda istemediği bir evlilik yapan Piyer'in duygusal olarak çöküşüne şahit oluyoruz. Bu sayfalarda Piyer'in hayat görüşü sosyetik, miskin ve sıradanlıktan uzaklaşmaya başlıyor. Tanıştığı Mason bir din adamı sayesinde dine yöneliyor ve hayatı sil baştan değişiyor. Aslında burada Piyer'in içindeki boşluğu dolduramadığı aşkı ve harcayamadığı parasının, olmayan hayat kaygısının yerini din doldurmaya başlıyor; hayatı değişmeye başlıyordur. Tolstoy'un kitaplarında sıkça gördüğümüz dine yönelme, iyiliği bulma, insanlığın çirkinliklerinden uzaklaşma durumu birçok karakterimizin daha başına geliyor. Örneğin az önce de bahsettiğimiz Prens Andrey'in.

628. sayfada okuduğumuz Prens Andrey'in kayıkla bir ağacın yanından geçmesi sahnesi. Prens Andrey daha önce de gördüğü bu ağacın yanından geçerken daha farklı bir ağaç gördüğünü ama aslında aynı ağaç olduğunu ifade ediyor. Buradan şunu anlıyoruz: İnsan ruhunun kötü dönemleri geride bırakmasıyla ruhunun içinde bir devinimin başlaması. Ağaç burada semboliktir. Ağaç yine aynı ağaçtır ama farklı çağrışımlarla çevrelenmiştir. Tıpkı insan ve insan ruhu gibi. Aynı zamanda ölümle baş başa kalınca da dine yönelme duygusunun kendisinin de başına geldiğini görüyoruz. Hayata ve insanlara sevgiyle yaklaşmaya başlıyor. 

Elbette ki bu dine yönelme duygusu tamamen karakterlerde bir değişiklik yaratmaz. İnsanoğlu her ne kadar değiştiğini ifade etse de yine kendisi gibi insanlarla çevrelenmiştir ve yine karakterinin eski halinden parçalar taşır. Bu duruma kitabımızın karakterleri de birçok kere düşüyorlardır. Ama elbette ki karşılaşılan başka zorluklar bu çirkinliklerin törpüsü oluyor ve insan ruhunda tekrardan bir devinim yaratıyordur.

Kitabımız sistem eleştirileri de içermekte. 2. kitabın 107. sayfasında hükümdarın penceresinden halka bisküvi atması ve halkın o bisküvi için birbirlerini parçalaması buna örnektir. Günümüze pek uzak örnekler değil bakılacak olursa.

Veyahut 112. sayfada gördüğümüz sahte vatansever tavırlar. Formayla birlikte
değişen kişilikler ve statünün insan karakteri üzerindeki etkisini ordu gibi en düşünülmeyecek yerlerde bile insan aklını karıştırışını ve hırsla dolmasını sağlamasını okuyoruz.

141. sayfada evlerin yakılmasını izleyen halkın içindeki insanlığın kayboluşunu okuyoruz. Savaş zamanı olmasına rağmen bu şekilde hareket ediyorlardır.

Aynı zamanda sosyetenin çirkinliğine de şahit oluyoruz. Türlü türlü terbiyesizlikler ve saçmalıklar paranın ve statünün arkasına saklanıyor, görülmüyordur.  

Kitabı özetleyecek kısa bir şeyler yazmam gerekirse savaş da barış da insanın ellerinde ve içindedir. Bunu yüksek zümre üzerinden görüyor ve somut bir savaş tasviri üzerinden de adeta yaşıyoruz. 

Siz Savaş ve Barış'ı okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize iyi bakın, sağlıcakla ve sevgiyle kalın.

Bu kitaba puanım: 7/10


Büyükanneler Restoranı (Nonnas) | Film Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere Stephen Chbosky'nin yönettiği ve gerçek hayattan uyarlanan bir film olan "Büyükanneler Restoranı" diğer adıyla "Nonnas" filmini inceliyorum. Umarım bu incelememden memnun kalırsınız.

Ne anlatıyor? / Benim düşüncelerim neler?

Joe, annesinin ölümü üzerine büyük bir yıkım yaşar. Hayatının dönüm noktası da diyebileceğimiz bu olaydan sonra toparlanması elbette ki güç olur. Neyse ki çevresinde kendisini çok seven dostları vardır. Bunlar çocukluk arkadaşı Bruno ve eşi Stella'dır. 

Çocukluğundan beri annesinin ve büyükannesinin İtalyan yemekleriyle büyüyen Joe, bir türlü kendi yaptığı yemeklerde o tadı bulamaz. Başkalarının kendisine bu zorlu süreçte getirdiği yemeklerde de bu tat yoktur.

Günün birinde Joe sokakta yürürken satılık bir restoran görür. Bunun ardından aklına farklı bir fikir gelir: bu restoranı annesinin ve büyükannesinin adını yaşatmak için alacaktır. Ama hayır, yemekleri kendisi yapmayacaktır. Yemekleri İtalyan büyükanneler yapacak, restoranın müşterileri kendilerini o kültürün ve ailenin bir parçası gibi hissedecektir. Annesinin mirasına dokunmayan Joe bu fikir ile sonunda kalan paraya dokunmaya karar verir. Annesinin adını yaşatacaktır.

Bunun üzerine Joe harekete geçer ama işler düşündüğü kadar kolay ilerlemez. Çeşitli zorluklarla karşılaşan ve bir türlü istediğine ulaşamayan Joe yine de pes etmemeye kararlıdır.

Bunun üzerine biz izleyiciler Joe'nin bu hedefindeki yolda çektiği zorlukları ve büyükannelerle olan diyaloğunu tatlı bir komedi eşliğinde zevkle seyrederken duygulanmadan da edemiyoruz.

Filmin gerçek hayattan esinlenilerek yapılması ve filmin sonunda bu görsellerin izleyiciye de sunulması çok tatlıydı. Joe'nin ne olursa olsun asla pes etmeyişi ve karakterinin mülayimliğinden ödün vermeyişi beni çok mutlu etti. Büyükannelerin sevimliliği ve komikliği ise filmi taşıyordu kesinlikle.

Yüzünüzde kocaman gülücüklerle izleyeceğiniz yemekleri kadar tatlı ve güzel bir film. Siz "Büyükanneler Restoranı"nı izlediniz mi? Sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla ve sevgiyle kalın. 

Bu filme puanım: 9/10


8 Eylül 2025 Pazartesi

Ölü Ozanlar Derneği | Film Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere Peter Weir'in yönettiği "Ölü Ozanlar Derneği" filmini inceliyorum. Umarım bu incelememden memnun kalırsınız.

Ne anlatıyor?

Welton Akademi, üniversiteye hazırlık için olan en iyi yatılı okullardan bir tanesidir. Oldukça disiplinli ve geleneklerine bağlı bir yönetimi vardır. Burada okuyan öğrenciler genellikle ailelerinin istediği sınırlar içerisinde yaşayan; yaşamları,
hedefleri, meslekleri aileleri tarafından belirlenen oldukça çalışkan çocuklardır.

Günün birinde okula yeni bir edebiyat öğretmeni gelir. İsmi John Keating'dir. Bu öğretmen de zamanında Welton'da okumuş ve onun sınırlamalarına maruz kalmıştır. Bundan ötürü de kendisi çok farklı bir eğitim amacı güder: Özgürlükçü zihinler. 

Öğrencilerine farklı bakış açıları sunan, hayatın sadece realistlikten ibaret olmadığını gösteren, hayallerinin peşinden gitmelerini öğüt veren, kısaca anda kalmalarını isteyen bir eğitim verir. Bu tutumuyla da kısa sürede öğrencilerinin gönlünde yer edinir.

Günün birinde öğrencileri eski yıllıklara bakarken Bay Keating'in olduğu bölümü bulurlar. Burada Ölü Ozanlar Derneği adını görürler. Bunun ne olduğunu sorduklarında, Ölü Ozanlar Derneği'nin gizli ve özgürlükçü bir ortamda okunan şiir geceleri olduğu bilinir. Bunun üzerine öğretmenlerinden örnek alan öğrenciler, Ölü Ozanlar Derneği'ni devam ettirme kararı alır.

Benim düşüncelerim neler?

O kadar güzel bir filmdi ki. Bundan sonra en sevdiğin film ne sorusuna "Ölü Ozanlar Derneği" diyebilirim. Kurgusu zaten muhteşem; çekim açıları, görüntü yönetmenliği, sahneler... hepsi birbirinden harikaydı.

Kendi hayatları konusunda söz şansı olmayan gençlerin kendi ruhlarını bulma, kendi hayallerinin peşinde koşma ve anı yaşamaya çalışmalarını izliyoruz. Bunları izlerken de Bay Keating'in sözleriyle düşüncelere dalıyor, içimizden "Vay be!" diye geçiriyoruz. Gençlere ilham olan, kendilerine dayatılan sınırları kaldırmaları için çabalayan ve hayatın derslerden ibaret olmadığını kanıtlayan Bay Keating'e ise hayran oluyoruz. 

Tüm filmi son sahnelere kadar yüzümde bir gülümsemeyle izlemiştim. Ama sonu gözlerimi doldurdu gerçekten de. 

Gençlere konulan belli bir çerçevede yetişme düşüncesi kendilerinde o kadar yer etmiş ki, Bay Keating kitaplarından bir sayfayı yırtmalarını istediğinde bile cetvelle yırtıyorlar. Yırtmak gibi özgürce bir eylemde bile düzen içerisindeler.

Her ne kadar sonu üzücü de olsa izlemeye doyamadığım çok güzel bir filmdi. Siz "Ölü Ozanlar Derneği"ni izlediniz mi? Sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize çok iyi bakın, sağlıcakla ve sevgiyle kalın...

Bu filme puanım: 10/10


5 Eylül 2025 Cuma

Babalar ve Oğullar | Kitap Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere Ivan Sergeyeviç Turgenyev'in yazdığı "Babalar ve Oğullar" kitabını inceliyorum. Umarım bu incelememden memnun kalırsınız.

Ne anlatıyor?

Arkadiy Petroviç Kirsanov, normal şartlarda babası Nikolay Petroviç ve amcası Pavel Petroviç'le yaşayan sıradan bir gençtir. Ta ki günün birinde Yevgeniy Vasilyiç Bazarov ile tanışana kadar. Bazarov bir nihilisttir ve dolayısıyla diğerlerinden farklı bir bakış açısına sahiptir; "hiçbir boyunduruk altında eğilmeyen", "kimseye itaat etmeyen", "kimseye inanmayan" birisidir. Arkadiy bu arkadaşını evlerinde bir süre misafir etmek ister ve her şey o zaman başlar. Ailesi ve Bazarov arasındaki kuşak ve görüş çatışması büyür ve çok daha farklı noktalara ulaşır.

Benim düşüncelerim neler?

"Babalar ve Oğullar" sadece kuşak çatışmasını işlemekle kalmıyor, aynı zamanda sistem eleştirisi de içeriyor. Yönetime dair, insanlığa dair, ve tabi ki önceki nesiller ve yeni nesiller arasındaki çatışmalar da burada yer almakta. Bu çatışmaların başlangıcı Bazarov'un Kirsanov'ların evine gelmesiyle başlıyor. Özellikle amca Pavel Petroviç ile şiddetli bir şekilde tartışıyor, ve kendisini bir nevi küçümsüyordur. 

Okudukça karakterlerin sembolize ettikleri şeyler daha da belirginleşiyor. Pavel Petroviç'in gençliğinde tutulduğu başarısız aşkı bile değişimden ve yenilikten korktuğunu bizlere belirtiyor. Her yerde hala bu başarısız aşkın izlerini de taşıyor.

Kuşak çatışmasın yanında yeni düzen ve eski düzen farklılıkları ve buna bağlı çatışmalar da gündeme geliyor. Sadece bireyler üzerinden değil, toplumun düzeni açısından da bir yeni-eski kavgası mevcut. Üst tabaka ve alt tabaka kavgası da elbette ki değinilen diğer bir çatışma.

Sayfa 72'de gördüğümüz Nikolay Petroviç'in eski karısıyla şu anki sevgilisi Feniçka'yı karşılaştırmasında ve anlamsız bir hüzün duymasında da aslında değişen gelenek ve göreneklere, sisteme ve topluma karşı duyduğu zamanı yakalayamama, çağı takip edememe durumundan kaynaklanan bir hüznün sembolizmidir. En azından benim yorumum bu şekilde oldu.

Sistem temsili üzerinden baktığımızda da Arkadiy ve Bazarov hiçbir otoriteye itaat edilmemesini savunur. Karşımıza çıkan Yevdoksiya ise aslında anaerkil sistemin bir sembolüdür. Ve ne kadar Bazarov gibi düşünse de her sistemde olduğu gibi anaerki Bazarov'da da yer etmez ve hoşlanmaz. Bu aslında sistemlerin ataerki kökenli olduğunu bizlere gösteriyor. Anaerki kabul görmüyor. 

Bazarov her ne kadar bu şekilde farklı düşüncelere sahip biri olsa da aslında kökleri o küçümsediği insanlardan geliyor. Annesi ve babasının tam tersi olan bir bey. Duygulara, güzelliğe önem vermeyen Bazarov'un aile bağları da bir o kadar kopuktur.

Her ne kadar nihilizmin etkisiyle bu şekilde düşünse de Bazarov aşık da olur. Odintsova isimli hanımefendiye olan bu aşkı karşılık görmez ve hüzne boğulur. Aslında nihilizmin getirdiği duygulardan, güzellikten, romantizmden nefret de etse insan olduğu gerçeğini unutuyordur. Odintsova sayesinde bu gerçeği daha net bir şekilde kavrıyoruz. 

Ve önünde sonunda Bazarov da bu gerçeğin içinde sonunu bulur. Küçümsediği yere döner, küçümsediği duyguların içinde, ölüme "boyun eğerek"... Böylece nihilizm ve insanın insan olmasından var gelen özelliklerle çelişmesini okuyor ve Bazarov'un dünyasına biraz daha yakınlaşıyoruz.

Ben sembolik ögeler yüklü kitapları okumayı çok seviyorum. En azından sembolize edebileceğim şekilde yoruma açık kitapları. "Babalar ve Oğullar"ı bu yüzden okurken çok zevk aldım. Kalın olmamasıyla da insanda çok hoş bir tat bırakıyor.

Siz "Babalar ve Oğullar"ı okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla ve sevgiyle kalın...

Bu kitaba puanım: 8/10

Alıntılar

"Yaşamı, her anının bir anlamı olacak şekilde kurmalı."

"Kişilik, sayın bayım, en önemlisi budur işte: İnsanın kişiliği bir kaya gibi sağlam olmalıdır, çünkü her şey onun üzerine bina ediliyor."

"Yoksa siz insanın kendini bir şeye vermesinin kolay olduğunu mu sanıyorsunuz?"


31 Ağustos 2025 Pazar

Denemeler | Kitap Yorumu

    Hepinize merhabalar. Bugün sizlere Michel de Montaigne'in yazdığı "Denemeler" kitabını inceliyorum. Umarım bu incelememden memnun kalırsınız.

Ne anlatıyor? / Benim düşüncelerim neler?

"Denemeler", Montaigne'in kendi düşüncelerinden oluşan çeşitli konulardaki
yazılarından oluşuyor. Bunlar insanlık, hukuk, yaşam, vicdan, ölüm gibi yaşam çerçevesinde şekillenen konular daha çok. Bu düşüncelerini yazarken herhangi bir edebi kaygı taşımadan sadece düşüncelerini anlatmak ve kağıda dökmek gayesini güdüyor. Kendisi de bunu ifade ediyor. 

Yazdıklarını okurken çağının ötesinde düşünen bir yazar olduğunu hemen fark etsek de elbette ki bazı görüşleri bana pek hitap etmeyebildi. Buna rağmen düşüncelerini okura akıcı ve net bir şekilde anlatabilmiştir. 

Bir yerden sonra tekrara düştüğünü düşünüp biraz sıkılsam da bitirdiğimde beni gerçekten memnun eden ve okuduğum için memnun olduğum bir eser oldu. 

Montaigne'in düşüncelerini okura sunarken kullandığı birçok filozof ve düşünürden alıntılar da alması bana kalırsa eseri ayrı bir güzelleştiriyor. Birçok yerde de bize kültürel ve tarihi bilgiler de sunuyor bu alıntılar aracılığıyla.

Bana kalırsa çok da kalın olmamasıyla herkesin edinip okuması gereken bir eser. Düşünce ufkunu açacak, farklı bakış açıları sunmasıyla yer edinecek bir kitap.

Siz Denemeler'i okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize dikkat edin, sağlıcakla kalın. 


Bu kitaba puanım:7/10



20 Ağustos 2025 Çarşamba

Amélie | Film Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere Jean-Pierre Jeunet'nin yönettiği "Amélie" isimli filmi inceliyorum. Umarım bu incelememden memnun kalırsınız.

Ne anlatıyor?

Amelie, annesi ve babası psikolojik rahatsızlıklara sahip ebeveynler tarafından dünyaya gelmiş; bundan dolayı da onların etkisi altında çocukluğunu yalnız ve evde geçiren bir genç kızdır. Anne ve babasının bu durumu her ne kadar kendisini kötü etkilese de aslında iyi etkileyen yönleri de vardır: küçük şeylerden mutlu
olmak, farklı bakış açılarıyla dünyayı gözlemleyebilmek...

Annesinin kaybı ve babasının ilgisizliğinden ötürü evinden çıkmayan ve diğer çocuklarla da pek zaman geçiremeyen Amelie, yetişkinlik hayatında da bu yaşamını değiştirmeden sürdürür. Ta ki günün birinde evinde eski ev sahiplerinden birine ait bir eşya bulana kadar. Bulduğu eşyayı sahibine teslim etmek isteyen Amelie, teslim ettikten sonra yaşadığı mutluluk sayesinde hayatında bir değişiklik yapar ve bundan sonra çevresine karşı yararlı olma gayesi güder. Elbette ki kötü insanları da kendi hınzırlıklarıyla cezalandırmaktan geri durmaz.

Bu iyiliklerini yapmaya devam ederken günün birinde kendisine oldukça benzeyen sıra dışı bir beyle karşılaşır. İsmi Nino'dur. İlk gördüğü andan itibaren kendisine benzediğini hisseden Amelie gönlünü genç Nino'ya kaptırırken ne yapacağı konusunda kararsızdır. Duygularının sesini dinleyip Nino'nun peşinden mi gitmelidir yoksa kendi küçük fanusunda kalmaya devam mı edecektir?

Benim düşüncelerim neler?

O kadar tatlı bir filmdi ki. Psikolojisi bozuk ebeveynlerin biraz garip bir kızı olan Amelie'yi izlemek insanın içinde kendisine kocaman bir sarılma isteği uyandırıyor.

Bana kalırsa Amelie, başkalarının hayatına mutluluk vermek isterken aslında kendi çocukluğunda seçme hakkı olmadığı mutluluğu bu sefer seçebileceğine inanıyor. Her zaman bir fanusta olan ve bu fanusun sınırlarına uymak zorunda olan Amelie, mutlulukta özgürlüğü buluyor. İlk defa mutluluğu tercih edebiliyor. Keza kötülükleri cezalandırırken de bu durum böyledir. 

Bu iyilikleri yaparken karşılaştığı Nino ise kendisine bu sefer kesin bir soruyu beraberinde getiriyor: Fanusundan çıkmaya hazır mısın? Duygularını kabullenmeye, onları yaşamaya ve hayata atılmaya hazır mısın? Bu zamana kadar geç kaldığın ve uzağında durduğun hayatı artık yaşayacak mısın?

Filmin başında bizlere gösterilen Amelie'nin balığı da bana kalırsa yine Amelie'yi temsil ediyor. Kendisini sürekli fanusun dışına atmaya çalışan bu balık, bence oldukça anlamlı ve sembolik bir değere sahip.

Görsel anlamda da insanın göz zevkine hitap eden ve nostalji hissini buram buram izleyiciye aktaran bu film bana kalırsa aldığı ödülleri kesinlikle hakkediyor. Duygusal bir insan değilseniz, daha realistseniz sizi pek etkilemeyebilir. Ama bunun dışında izleyeni kendisine bağlayacağına inanıyorum.

Siz Amelie'yi izlediniz mi? Sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize dikkat edin, sağlıcakla ve sevgiyle kalın!

Bu filme puanım: 8/10

Oyuncular

Audrey Tautou

Mathieu Kassovitz

Lorella Cravotta

Jamel Debbouze

Serge Merlin

Isabelle Nanty

Dominique Pinon

Claire Maurier

14 Ağustos 2025 Perşembe

Yüzüklerin Efendisi | Film Yorumu

  Hepinize merhabalar! Bugün sizlere J.R.R. Tolkien'in eseri olan, Peter Jackson'ın yönetmenliğini yaptığı "Yüzüklerin Efendisi" film serisini inceliyorum. Umarım bu incelememden memnun kalırsınız.

Ne anlatıyor?

Orta Dünya'da Sauron zamanın birinde 3 yüzük elflere, 7 yüzük cücelere ve 9 yüzük insan ırkına olacak şekilde yüzükler üretti ve dağıttı. Ama asıl amacı yaptığı Tek Yüzük ile tüm dünyanın gücünü ve ırklarını kontrolü altına almaktır. Bu amacını gerçekleştirmek için çeşitli savaşlar gerçekleştiren Sauron, Hüküm Dağı'nda bu savaşların birindeyken Isıldur adlı bir insanın parmağını kesmesiyle yüzüğü kaybeder. Lakin ölmez, yüzük var olduğu sürece Sauron da var olmaktadır.

Elbette ki yüzük uzun süre bir kişide kalamadı. Enerjisi çok güçlü ve takanı kontrolü altına alıyordu. Çeşitli kişilerin ellerinden geçtikten sonra en sonunda hobbit Bilbo Baggins'in eline ulaşır. Sauron hala yüzüğün peşindedir ve bu uğurda her şeyi yapmaya hazırdır. Yaşlanan ve yavaş yavaş yüzüğe karşı direncini kaybeden Bilbo, yüzüğü yeğeni Frodo'ya teslim eder. Elbette ki bunu kendi rızasıyla yapamayacak kadar güçsüz düşmüştür yüzüğe karşı, ama büyücü Gandalf'ın isteğiyle bunu yapar. 

Böylece Frodo'yu zorlu bir yol bekliyordur. Gandalf yüzüğün yok edilmesi gerektiğini söyler ve Frodo'yu yüzüğün yapıldığı ve sadece orada yok edilebileceği Kıyamet Dağı'na gitmesini söyler. Bu zorlu yola tek başına çıkmayan, birçok arkadaş ve yoldaş edinen Frodo elbette ki birçok zorlukla da karşı karşıya kalır. 

Benim düşüncelerim neler?

Orta Dünya incelikle işlenmiş bir evren. Her ırkın kendine özel bir geçmişi, özelliği ve karakteri var. Öyle ki kendilerine özel dilleri bile var ve Tolkien öyle bir dehadır ki bunların hepsini ayrıntılı bir şekilde işleyip okuru ve izleyiciyi evrenine çekebiliyor. Bu kadar büyük bir evreni okura ve izleyiciye anlaşılır ve çekici bir şekilde anlatmak her yiğidin harcı değildir. Bu yönden Tolkien her ne kadar zamanında birçokları tarafından değeri bilinmese de hak ettiği yere ulaşmış bir yazardır.

Kitaplarında 2. kitabın ortasına kadar gelmiştim ama 6 şubat depreminden sonra maalesef kitaplarım uzunca bir süre yoklardı ve ben de okumaya devam edemedim, o isteği de kendimde bulamadım açıkçası. Ama geçen günlerde filmlerini izleyip tekrardan kitaba geri dönme isteği uyandı içimde. Bundandır ki bir gece oturdum ve sabahlayana kadar 3 filmi de bitirdim. Şunu da belirtmek gerekiyor ki kitabı okuyup filmleri izlemek bana kalırsa filmleri daha anlaşılır kılıyor. Kitapta belirtilen ayrıntılar da gözden kaçmamalı elbette.

Kurguyu bir kenara bırakacak olursak görsel olarak da film çok başarılıydı. Manzaraları, evreni her şeyiyle bir görsel şölen sunmaktan geri kalınmamıştı. Her ırkı ayrıntılarıyla tanımak, yüzüğün yarattığı etkiyi izlemek ve her ırkın güç uğruna kendinden geçmesini gözlemlemek oldukça güzeldi. Güç uğruna yanıp tutuşma, eminim ki modern dünyada da hiçbirimizin yabancı olmadığı bir kavramdır. Birbirleriyle anlaşamayan ve birbirlerini sevmeyen ırkların, Sauron'u -kötülüğü- yenmek için birleşmesi de ibretliktir.

Herkesin severek ve beğenerek okuyup izlediği "Yüzüklerin Efendisi" belki ilk başta okuyanı edebi açıdan ve kurgunun ilerleyişi açısından çok farklı bir senaryoyla karşılaştırmasa da ilerleyen sayfalarda ve dakikalarda karakterleri ve ayrıntılı evreniyle kesinlikle okuru/izleyiciyi büyülemeyi başarıyor. 

Siz "Yüzüklerin Efendisi"ni okudunuz mu ya da izlediniz mi? Sizin düşünceleriniz neler?


Bu Filme Puanım: 9/10

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize iyi bakın, sağlıcakla kalın.





5 Ağustos 2025 Salı

BİR YIL İÇERİSİNDE OKUDUKLARIM

 Hepinize selamlar! Uzun bir aradan sonra tekrar dönüş yapmış bulunuyorum. Üniversiteye başlamam ve 1 yıl içerisinde adapte olma sürecine girmemle birlikte burası biraz aksadı. Ama okumayı ve izlemeyi hiç bırakmadım. Bu yüzden bugün sizlere 1 yıl içerisinde okuduğum her kitabı inceleyemeyecek olsam da bende iz bırakan ve bahsetmezsem olmaz diye düşündüğüm kitapları inceleyeceğim. O halde başlayalım! 

Ne anlatıyor? / Benim düşüncelerim neler?

Antigone

Anayasa Hukuku dersi hocamız sayesinde, kendisinin işlediği Hukuk, Sanat ve Edebiyat seçmeli dersinde tragedyalarla tanışma fırsatı buldum. Kendisinin okumamızı istediği 3 tragedyadan bir tanesi Antigone'du. 

Antigone tragedyamızın ana karakteridir. Kreon adındaki dayısı ülkenin başındadır. Antigone'un iki erkek kardeşi Eteokles ve Polyneikes üzerinden tragedyamız ilerler. Eteokles, savaş zamanı dayısı Kreon'un yanında savaşarak kahramanca şehit olur. Polyneikes ise amcasına karşı çıkmış ve karşı safta savaşıp şehit düşmüştür. Savaş durup da iki kardeşin cesetlerinin ne olacağı sorusu ortaya çıkınca Kral Kreon, kendisinin yanında savaşan Eteokles'in kahramanlara özgü bir şekilde geleneklere uygun defninin ve töreninin gerçekleşmesini ister. Diğer kardeş Polyneikes ise bir vatan hainidir, kendisinin karşısında savaşmıştır ve vatan hainlerine uygun bir şekilde cesedinin ülke sınırları dışına atılarak vahşi hayvanların yemesi için terk edilmesini söyler. Bunun üzerine abisi Polyneikes'in cesedine yapılacak bu denli büyük bir saygısızlık karşısında Antigone sinirlenir ve dayısı Kreon'a karşı çıkar. 

Burada aslında bir ideoloji çatışması görüyoruz. Kreon ülkesinin bekası ve pozitif hukuk kuralları gereği vatanına ve kendisine ihanet eden Polyneikes'i bu şekilde cezalandırmak ister. Antigone ise özellikle dönemin Yunanlıları için oldukça önemli olan, ölülerin huzura kavuşması için düzenlenen anma töreninin kardeşi Polyneikes'e de uygulanmasını ister. Çünkü her ne kadar pozitif hukuk kuralları olsa da kendisi daha önemli olanın insanın vicdanı ve gelenekleri olduğunu savunur. Bir nevi Antigone'un doğal hukuk kuramını savunduğunu düşünebiliriz. 

Dinin, hukuk kurallarıyla bir çerçeveye oturtulamayacağını savunan Antigone; aynı zamanda feminist bir direnişin simgesidir. O dönemde kadınların pek bir haklarının olmadığı düşünülecek olursa Antigone hem hareketleriyle hem düşünceleriyle döneminin ilerisindedir. "Öbür dünyada kim bilir nasıldır 'iyi'nin tanımı!" , "Nefret etmek için değil, sevmek için yaratıldım." sözleriyle de bize bunu kanıtlamaktadır.

Elbette ki ben aldığım ders dolayısıyla ve okuduğum bölümün de etkisiyle Antigone'u daha hukuki olarak yorumladım. Oysa daha birçok farklı yoruma ve düşünceye açık bir kitaptır Antigone. Kısaca kendi çapımda özetleyecek olursam Antigone; hukuk kurallarının örf ve adetlerle çatışmasını işler ve bu yönde şekillenir. 

Bu ders kapsamında okuduğum diğer iki tragedya olan "Bakkhalar" ve "Oresteia üçlemesi" de beni oldukça etkileyen iki tragedyadır. Mutlaka tavsiye ederim.

Nana

Nana, eskiden alt tabakadan olan ve hayat kadınlığı yaparak yaşamını idame ettiren bir kadındır. Daha sonraları çıktığı tiyatro oyunlarıyla ünlenmesinin ardından para kazanmaya ve üst tabakanın arasına karışmaya fırsat bulur. Nana sayesinde toplumun her kesimindeki çürümeye ve çöküşe şahit oluyor, kendisini çok ahlaklı ve kusursuz gören kitlelerin aslında nasıl da korkunç birer karaktere sahip olduğuna şahit oluyoruz. Tiyatro sahnesi kitabımızın işleyişinde önemli bir yere sahip olan bir metafor olarak da düşünülebilir. Burada Tiyatro sahnesi sadece bir mekan değil, aynı zamanda üstündeki oyuncuların toplumdaki birer yansımasıdır. "Ahlaklı" olan kadın rolünü kapmak için yapılan ahlaksız davranışlar, sahnede canlandırılan karakter gibi toplumda da sürekli bir yapmacıklık ve canlandırma içinde olan insanlar... Bunların hepsi bize sayfalar arasında gösteriliyor. Aynı zamanda son sayfalarda da göreceğimiz üzere güzellik ve statünün öneminin aslında bir hiç olduğunu çarpıcı bir şekilde fark ediyoruz. Günün sonunda insanlar unutuluyor ve tekrar pişman olunan aynı davranışlar, aynı çürümüşlük devam ediyor.

İlk sayfalarda biraz sıkılarak okusam da ilerleyen sayfalarda okuyucuyu kendine çeken bir kitap Nana. Zola'nın natüralist gözlemleri de tadından yenmeyen bir eser çıkarıyor ortaya. 

Koku

Şu ana kadar okuduğum en ilginç ve etkileyici kitaplardan bir tanesiydi Koku. Öyle ki bana kalırsa kimse Süskind kadar iyi ve yaratıcı bir şekilde yazamazdı bu kitabı. Hatta yargılanmayı göze alarak söylüyorum ki başarılı herhangi bir yazar "Sefiller" gibi bir kitabı yazabilirken bence "Koku"yu yazabilecek çok az yazar vardır. Belki aynı kriterde değerlendirilebilecek kitaplar değiller ama benim düşüncem bu şekilde. Yani herkesin yazabileceği bir kitap olmadığını vurguluyorum. Dinliyoruz ama yargılamıyoruz!

Grenouille isimli bir katilin öyküsü Koku. Ama Grenouille öyle sıradan bir katil değildir. Öldürdüğü insanların kokularını alıp onlarla parfüm yapan oldukça sıradışı birisidir. İstenmeyen bir çocuktur, annesi kendisini balık pazarının ortasında doğurmuş ve ölmüştür. Doğduğu andan beri insanlar ondan korkuyor ve bu çocukta bir gariplik olduğunu seziyorlardır. Ve en önemlisi de garip bir şekilde bu çocuk kokmuyordur! Bebekken bebekler gibi kokmuyor, çocukken çocuklar gibi kokmuyor; kısacası kokmuyordur! Çocukluğundan beri istenmeyen bu çocuk, kokmuyordur ama enteresan bir özelliği vardır: O da efsanevi bir koku alabilme becerisidir. Her şeyin ama her şeyin kokusunu en ince ayrıntısına kadar analiz edebiliyor ve bileşenlerine ayırabiliyordur. Bu özelliği her ne kadar bulunmaz olsa da kendisini oldukça büyük problemlere sürükler.

Koku 5 duyu organımızdan bir tanesidir ve canlılar arasında da önemli bir yere sahiptir. Canlılar birbirlerini koku sayesinde bulur, tanır ve analiz eder. Burada da ilkel bir şekilde değerlendirdiğimizde Grenouille'in kokusunun olmaması aslında bir metafor olarak görülebilir. Toplumdan farklı birisidir ve toplum tarafından kabul edilmiyordur. İnsan olarak görülmüyor ve insanca bir yaşam sürmüyor. Çevresindekilere korku aşılıyor. Herkesin kokusunu en ince ayrıntısına kadar alabilen Grenouille de kendisini bu topluma ait hissetmiyordur. Öyle ki kimsenin olmadığı, ıssız, doğal alanlarda kendini evinde hissediyordur.

Kusursuz kokuyu bulana kadar insanları öldürmeye devam ediyordur. Ama sonrasında fark edeceği bir şey üstüne ise dünyası paramparça olur. Kendisi kokmuyordur. Kendi kokusunu bulmaya karar verir. Ve bu da aslında toplum içerisinde bir yer edinme, kendisini keşfetme çabası olarak yorumlanabilir. İlerleyen sayfalarda klasik bir insan kokusu elde ettiğini ve onu sıktığında insanların onu garipsemediği, herhangi bir insan olarak gördüğünü görüyoruz. Bu da bende toplumun normlarına uyduğu sürece insanların birbirini sahiplendiği izlenimini uyandırdı. Elbette ki daha farklı ve fazla bir sürü yoruma açık olan bir kitap Koku. Ama okurken cidden her seferinde "Böyle bir eser nasıl yazılabilmiş?" düşüncesini uyandıran, kurgusuna bayıldığım nadide bir eserdir Koku. 

Bugünlük incelemem bu kadardı. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Bloğuma bir dönüş olması maksadıyla kaleme aldığım bu incelemeler umarım ki sizler için faydalı olabilmiştir. Sizleri seviyorum. Hoşça kalın!

Okuduğum kitaplardan anında haberdar olmak için 1000Kitap adresimi buraya tıklayarak takip edebilirsiniz.

Kafama göre yazılar kaleme aldığım diğer bloğum Aylak Kadın'ı buraya tıklayarak görebilirsiniz.



9 Ağustos 2024 Cuma

İnsanlığımı Yitirirken | Kitap Yorumu

 

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Osamu Dazai'nin yazdığı "İnsanlığımı Yitirirken" isimli kitabı inceliyorum. Umarım bu incelemem sizler için yararlı olur.

Ne anlatıyor?

Yozo, içine doğduğu yaşama ve koşullara karşı yabancılık çeken bir bireydir. Küçük yaşlardan beri bunun izlerini taşımaktadır. Kendi deyişiyle "şaklabanlık"lar yapan Yozo, içindeki bu rahatsızlığı geçireceğini umar.
Ama ördüğü duvar onu bu yabancılıktan korumaktan ziyade gittikçe hapsetmeye başlar.

Benim düşüncelerim neler?

Zengin bir ailenin çocuğu olan Yozo, küçük yaşlardan itibaren içindeki bu yabancılık duygusunu taşır. Yemek yemeyi sevmemesi, ihtiyaç duymaması bile bir işarettir aslında. Japon kültüründe yemek önemli bir yer tutar. Yozo ise topluma, değerlere ve insanlara karşı öyle büyük bir korku besliyordur ki...

Burada aslında Asyalı ailelerin yapısını da görüyoruz. Kurulan otorite, çocukların kendilerini eksik ve özgüvensiz hissetmelerine sebep oluyor. Yozo da bu çocuklardan biri.

Küçük yaşlardan beri eğer çevresi tarafından sevilirse bu yabancılık duygusundan kurtulacağını düşünen ana karakterimiz; sürekli çevresindekileri güldürmeye çalışıyor, içinde yatan fırtınayı saklamaya çalışıyordur. Gün geçtikçe ördüğü bu duvarla kendi kimliğini de bulmakta zorlanan Yozo, yaş aldıkça daha da büyük problemlerle karşılaşır.

Zengin bir ailenin çocuğu olduğunu söylemiştik zaten. Belki de bu yüzdendir ki toplumda dönen şeylerden biraz da bihaberdir. Parasını harcamayı bilmiyor, en basit şeyleri bile utana sıkıla yapıyordur. Bu dönemde tanıştığı arkadaşı Horiki ise hayatını daha da kötü bir yola sokmaktan başka bir şey yapmıyordur. 

İnsanların samimiyetsizliğine karşı hayat kadınlarının koynunda samimiyeti arıyordur. Katıldığı kominist toplantılardaki isyan ruhuyla kendini bulmaya çalışıyordur. Ama hiçbirinde kendinden bir parça bulamıyordur. Hayatına giren kadınlar kendisine hiçbir şey ifade etmiyordur. En sonunda daha fazla dayanamaz ve intihar etmeyi dener. Hem de o sırada hayatında olan kadınla beraber.

Kadın vefat eder ama kendisi kurtulur. Bu durum ise kendisini çok daha kötü hissetmesini sağlar. Ölmeyi bile başaramamıştır. Ölme hakkı bile kendisine verilmemiştir. 

Kendi içindeki fırtınayı bastıramayan Yozo'nun oradan oraya sürüklenişi ve toplum içinde yer bulmaya çalışışını okuyoruz. Ben bu kadar beğenerek okuyacağımı düşünmemiştim açıkçası. Gerçekten beni o kadar içine çekti ki... Bayılarak okudum. Kesinlikle baş ucu kitaplarımdan bir tanesi oldu "İnsanlığımı Yitirirken". 

Osamu Dazai de daha önce intiharı denemiş bir yazardır. Aslında Yozo karakterini okurken yazardan da izler gördüğümüzü söyleyebiliriz.Yazarı tanımak ve düşünce dünyasını anlamak açısından da önemli bir eser yani.

Siz "İnsanlığımı Yitirirken"i okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize dikkat edin sağlıcakla kalın.

Bu kitaba puanım:10/10

Alıntılar

"Karşılıklı olarak birbirlerini kandırıp, üstelik ne tuhaftır ki, hiçbir yara almadan, sanki bunun farkında değillermiş gibi gerçekten çarpıcı, berrak ışıltılar yayan şen inançsızlık örnekleriyle dolu insan yaşamı."

"Zayıf insanlar mutluluktan bile korkar. İplikle bile yaralanırlar. Bazen mutluluk da insanları yaralayabilir."

"Off... İnsanlar birbirlerini anlamıyor. Bakış açıları tamamen yanlış olduğundan, eşsiz dostluklar kurdukları fikrine kapılıyor, bunun ömür boyu farkına varamayıp, karşılarındaki öldüğünde arkalarından ağlayarak dua etmiyorlar mı?"

"Off, o da kesin mutsuz bir insan, çünkü mutsuzluklar karşısında çok duyarlı."

"Sadece her şey geçip gidiyor."


Beyaz Diş | Kitap Yorumu


Hepinize selamlar. Bugün sizlere Jack London'ın yazdığı "Beyaz Diş"i inceliyorum. Umarım bu incelememden memnun kalırsınız.
Ne anlatıyor?
Beyaz Diş, Kiche isimli bir köpeğin kurt çocuğudur. Hayata karşı deneyimsizdir. Vahşi Hayat'ın zorluklarından ve tehlikelerinden korunmak için annesine sığınır. Ama doğadan ziyade çok daha tehlikeli ve acımasız olan insanlara karşı en büyük savaşını verir.
Benim düşüncelerim neler?
Sevginin iyileştirici gücünü gösteren oldukça akıcı bir kitap. İlk başlarda biraz sıkılsam da Beyaz Diş'in insanlarla karşılaşmasından itibaren merakla okudum. Yazarın "Vahşetin Çağrısı" isimli diğer kitabıyla da konu itibariyle benzer. Ama "Beyaz Diş"ten sonra "Vahşetin Çağrısı"nı okursanız pek zevk almazsınız. Bu yüzden öncelikle "Vahşetin Çağrısı"nı okuyup sonra da "Beyaz Diş" ile zirveye ulaşabilirsiniz.

Şiddet ve işkenceler çeken bir canlının karakterindeki değişimleri gözlemlerken sevginin bu yaraları sarmaya yetip yetmeyeceğini merakla okuyoruz.
Siz "Beyaz Diş"i okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler? İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim, kendinize çok dikkat edin.
Bu kitaba puanım: 7/10
Alıntılar
"İnsan yenildiğini düşünürse, yarı yarıya öyle sayılır."
"Her terslik bir şey öğretiyordu ona."

6 Ağustos 2024 Salı

Ölü Canlar | Kitap Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere Nikolay Gogol'un yazdığı "Ölü Canlar"ı inceleyeceğim. Umarım bu incelememden memnun kalırsınız. 

Ne anlatıyor?

Pavel İvanoviç Çiçikov, zengin olmaya meraklı bir beyefendidir. Bunun için akıl almaz bir yöntem bulan Çiçikov planını uygulamak için şehir şehir gezmeye koyulur. Peki ama yasadışı planını uygulayacak olan Çiçikov, umduğu gibi zengin olabilecek midir?

Benim düşüncelerim neler?

Kitap umduğumdan çok daha akıcı ve güzeldi. Öyle ki uzun zamandır
kitap okumayan biri olarak ilk başta acaba bana kalın gelir mi diye çekinmiştim.  Ama olay örgüsü okuru öyle içine alıyor ki hiç de korktuğum gibi kalın gelmedi, kitap hemen bitiverdi. 

Usulsüzlüklerin döndüğü, bu usulsüzlüklere devlet memurlarının bile bulaştığı dönemin Rusya'sı konu ediniliyor Çiçikov karakteri üzerinden. Ailesinden öğrendiği "para" sevgisini orta yaşlarında da içinde barındıran karakterimiz, ne olursa olsun amacını gerçekleştirmeye hazırdır.

Planını uygulamak için çeşitli insanlarla tanışır. Bu insanlar genelde üst tabakaya mensupturlar. Ama dönemin ekonomik şartları, bu üst sınıftaki insanları bile kendi içlerinde sınıflandırmıştır. Çiçikov tanıştığı bu insanlarda mensup oldukları tabakanın özelliklerini görecek ve dönemin Rusya'sını biz okurlara güzel bir şekilde yansıtacaktır. 

Sonunun daha farklı bitebileceğini düşünsem de gerçek anlamda beğendiğim bir kitap oldu. Kanunsuzlukların ve usulsüzlüklerin toplumu ne hale getirdiğini gözlemleyebileceğimiz herkesin okuması gereken bir kitap.

Siz "Ölü Canlar"ı okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler? İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin sağlıcakla kalın.

Bu kitaba puanım: 8/10

Alıntılar

"Zaten dünyada her şey şaşılacak şekilde, üzerine çok düştüğünde neşe bir anda hüzne dönüşür ve Tanrı bilir, aklına neler neler takılır."

"... türlü türlü hüzünle örülen yaşamımızda hiç beklenmedik bir anda bir sevinç parıltısı ışıldar..."

"İnsan nasıl da küçülüyor, alçalıyor ve adileşiyor! Bu denli değişmek mümkün mü? Bütün bunlar gerçek mi? Gerçek, çünkü insan her şeyi yapabilir."

"Hayat dediğimiz ne? Acıların yer aldığı bir vadi. Dünya dediğimiz? Duygusuz insanlar kalabalığı."

"Ancak insanoğlu tuhaftır; en çok, hiç saygı göstermediği, giyimleri, kuşamları ve davranışları nedeniyle hep eleştirdiği kişilerin onu hor görmeleri canını sıkıyordu."

"... insan kendini ne bulunduğu yere ne de yola ait hisseder..."

"Tanrı biliyor ya, millet açlıktan ölürken kendi çıkarını düşünmek utanç verici bir şey."

31 Temmuz 2024 Çarşamba

Arayışlar & Geçmişe Yolculuk | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Lou Andreas Salome tarafından yazılan "Arayışlar" ve Stefan Zweig tarafından yazılan "Geçmişe Yolculuk" isimli kitapları inceliyorum. İkisi de kısa kitaplar oldukları için tek inceleme yayınında birleştirme kararı aldım. Umarım bu incelememden memnun kalırsınız.
Geçmişe Yolculuk / Ne anlatıyor, Benim düşüncelerim neler?
Ludwig, oldukça fakir bir ailede doğmuş bir adamdır. Ama içindeki çalışma azmi ve bu durumdan kurtulma isteği kendisine umut oluyor, onu ayakta tutuyordur. Öyle ki bu azmi kendisini kısa sürede yükseltir ve
üstlerinin gözünde değerini arttırır. Günün birinde çalıştığı yerdeki patronu hastalanması sonucu işlerini devredecek güvenilir birini arıyor, bu süre içinde de işleri evden yürütmesine yardım edecek bir asistana ihtiyaç duyuyordur. Bu görev için de Ludwig'i uygun görür. Ama Ludwig bir iki parça kıyafeti ve tahtadan bavuluyla o zengin, gösterişli eve gitmek istememektedir. Yine de patronunu kıramaz ve evine asistanı olarak yerleşir.

Ama tahmin etmediği bir şey olur. O şatafatlı ve kocaman evin ezici zenginliği arasında patronunun karısı kendisine öyle yakın ve sıcak davranır ki sosyal sınıfının getirdiği ezilmişlik duygusunu bir kenara bırakır hatta kendine itiraf etmekte zorlansa da bu hanıma karşı hisler beslemeye başlar. Bu hisleri kendine daha yeni yeni itiraf etmeye başlamışken bir de patronunun kendisini yurt dışına bir iş için göndermesiyle Ludwig iyice çaresiz bir durumda kalır.

İlk başlarda yasak aşkın getirdiği adrenalin ve tutkuyla bu ilişki güzel bir şekilde mektuplaşarak ilerlese de daha sonraları araya giren mesafe ve zaman, iki aşık için de duyguları söndürür ve buluşma zamanının kurulan hayali bir düşünce olarak kalır. İkisi de hayatlarına devam etmiştir. Araya giren savaş dönemi de Ludwig'in ülkeye dönmesini zorlaştırmış ve mesafeyi aşılamaz düzeye getirmiştir. Sonunda savaş bitince aradaki engel kalkmış olur. Peki ama iki aşık da eskisi gibi midir? Zaman bir şeyleri değiştirmemiş midir? Zamana karşı aşkları kazanabilecek midir?

İnceliğini bir kenara bıraktığımızda bile akıcılığıyla ve cümleleriyle bir çırpıda biten bir kitaptı. Sosyal tabakanın ve para arzusunun aşkın üstüne çıkıp çıkamayacağını merakla okuduğumuz bir eser. Okuma alışkanlığınızın kesintiye uğradığı dönemlerde gönül rahatlığıyla sığınabileceğiniz bir kitap. 

Bu kitaba puanım: 8/10

Alıntılar
"Sen beni unutmak istedin."
"Duygularının şiddetini bastırabilmek için alkol ya da zehir alır gibi kendini çalışarak uyuşturmuştu."
"İnsan yaşlandıkça kendi gençliğini arıyor ve küçük anılar budalaca mutluluklar yaşatıyor."
"Her şey eskisi gibi, sadece biz değiliz, biz değiliz!"
"Seninle yaşadığım hiçbir şeyi unutmadım."
"Geçmişlerini arayan, artık gerçekte var olmayan geçmişe boğuk sorular yönelten bu gölgeler onların kendisi değil miydi? Gölgeler, canlanmak isteyen ama artık başaramayan gölgeler... Ne kadın eski kadındı ne de adam eski adam... Ama tıpkı ayaklarının dibindeki bu kara hayaletler gibi kendilerini bulmak için boş yere didiniyor, cansız ve güçsüz çabalarla kendilerinden kaçıp, kendilerini yakalamaya çalışıyorlardı."

Arayışlar / Ne anlatıyor, Benim düşüncelerim neler?
Adine, resim yeteneği olan bir kadındır. Döneminin dayattığı kadın profiline çok uymuyordur. Buna rağmen kuzenine aşık olur ve evlenirler. Ama Adine, bu evlilikte mutlu olmaz. Kendini kısıtlanmış hissediyor, ev işlerine yatkınlığı bir türlü kazanamıyordur. Bu durum kendisini mutsuz hissetmesine yol açıyor, dolayısıyla ev halkı da bu havadan etkileniyordur. Ayrıca evleri kocasının çalıştığı akıl hastanesinin karşısındadır ve bu durum da karamsar bir hava yaratıyordur.
Günün birinde bu evlilik daha fazla ilerlemez ve ayrılırlar. Adine, Paris'e gider ve sanatını icra eder. Bu durum kendisini mutlu eder ve tekrar özgürlüğüne kavuşmuş gibi hisseder. Çevresindekilerin bir kadından neler beklediğini umursamadan kendini gerçekleştirir.
Ta ki günün birinde eski eşinden bir mektup alana kadar. Genç kızlık duyguları tekrardan su yüzüne çıkar. Ama kendisi çok değişmiştir. Eskisi gibi değildir. O halde bu heyecanı da neyin nesidir?
Dönemin kadınlarına yüklenen kocasının hizmeti altında olma, ev işi yapma vb. durumlarına baş kaldıran ve bu kalıplara sığmayıp kendini gerçekleştiren bir kadını okuyoruz Adine'de. Salome'nin hayatına baktığımızda kendisinin de bu kadınlardan olduğunu anlıyoruz. Aynı zamanda kitaptaki 3 farklı kadın karakter üzerinden sevginin türlerini de gözlemliyoruz. Bir nevi kendisini tanımak için de başvurabileceğimiz akıcı ve kısa bir kitap.

Bu kitaba puanım: 8/10

Alıntılar
"Sevgiyle özveride bulunmaya hazır, böyle iyi bir annem olmasaydı sahip olduğum özgür ve mutlu sanatçı yaşamını kurmam mümkün olmazdı."
"Belki de sen beni uzun süre bazı konularda işe yaramaz hale getirdin bana sunduğun fazla sert şarabınla. Diğer bütün sarhoşluklara baskın geldin."
"Gerçekten bize ait olan bir şeyi Adine, hiç kimse elimizden alamaz. Gerçekten bize ait olan, er veya geç bizim olur. Bu yüzden, senindi benimdi cinsinden bütün hasisçe kaygılar değersizdir. Yapmamız gereken tek şey yolumuza devam etmektir; bize ait olan birlikte gelir, bizimle beraber yürümeyeninse, bizi durdurmasına izin vermemeliyiz."

17 Temmuz 2024 Çarşamba

Çavdar Tarlasında Çocuklar | Kitap Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere J.D. Salinger'ın yazdığı "Çavdar Tarlasında Çocuklar" isimli kitabını inceliyorum. Umarım bu incelememden memnun kalırsınız.

Ne anlatıyor?

Holden Caulfield, ergenlik dönemlerini yaşayan liseli genç bir çocuktur. Eski okullarından sürekli kovulan bu çocuk güncel olarak okuduğu Pencey isimli okuldan da atılınca bu durumu ailesine nasıl söyleyeceği üzerine
kendi içinde derin münakaşalara girer. Okuldan ayrıldıktan sonra ise elindeki parayla çeşitli yerlere gider, oralarda vakit geçirir ve kendi benliğini bulma yolculuğuna çıkar.

Benim düşüncelerim neler?

İlk başta "Franny ve Zooey" gibi bende hayal kırıklığı yaratan "Çavdar Tarlasında Çocuklar"ın son 100 sayfasında kendini toparladığını söyleyebiliriz. Ergenlik çağının gelgitlerini yaşayan, kendi içindeki tutarsızlıklarıyla yol alan Caulfield burjuva sınıfından olmasına karşılık oldukça kaba ve mutsuzdur. Küçük kardeşini lösemiden ötürü kaybetmiştir ve hala bunun acısını içinde bir yerlerde yaşamaktadır, atlatamamıştır. Yatılı okullarda kalan Caulfield, kötü ve sadece kendini düşünen insanlarla beraber olmaktan ötürü hayata karşı karamsar bir bakış açısı geliştirmiştir. Bu yüzden saf iyilikten olan çocukları ve dini öğretilerle kendilerini arındıran rahibelere karşı farklı bir yakınlık duyar. 

Cinsellik gibi insani dürtülere erken yaşlarda maruz kalır ama bunların gerçek mutluluğu getirmediğinin farkındadır. Ne olacağını bilmeyen, kendini bulmaya çalışan ve burjuva sınıfının yarattığı yapmacık düzenden kurtulmaya çalışan Caulfield'ın yaşadıklarını ve hesaplaşmasını okuyoruz.

Bilinç akışıyla yazılmış bu roman, ilk başlarda beni pek kendine çekmedi. Sürekli argolarla bezenmiş bir dil ve bir şey ifade etmeyen olaylarla sanki bomboş bir kitap okuyormuşum gibi hissettirdi. Belki ana karakterin yaşı ve kaldığı yurt ortamından dolayı böyle bir dil tercih edilmiş olsa da asla bir okuma zevki yaşatmıyor ve okuru kendinden uzaklaştırıyor. Neyse ki son 100 sayfada biraz daha yorum yapmaya müsait bir şekilde ilerleyen olay örgüsü dildeki olumsuzluğu azıcık da olsa telafi edebiliyor. Ergenliğin çalkantılı duygu durumlarını gözlemlediğimiz ve yapmacık insanlarla dolu bu dünyada kendine yer bulmaya çalışan bir çocuğun içsel monologlarını okuyoruz.

Beni çok etkileyen bir kitap olmadı açıkçası. Edebi bir zevk hissedemedim. Ama yine de anlatılmak istenen mesaj ve duygu durumları okura güzel bir şekilde aksettirildiği için;

Bu kitaba puanım: 6/10

Siz "Çavdar Tarlasında Çocuklar"ı okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler? İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim, kendinize çok dikkat edin sağlıcakla kalın.

Alıntılar

"Bazı şeyler olduğu gibi kalmalı. Elinizde olsa da, onları büyük cam vitrinlere koyup oldukları gibi kalmalarını sağlayabilseniz. Biliyorum, olanaksız bir şey bu, ama yine de pek fena olmazdı."



Bir Ömür Nasıl Yaşanır | Kitap Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere İlber Ortaylı'nın "Bir Ömür Nasıl Yaşanır" isimli  kitabını inceleyeceğim. Umarım bu incelememden memnun kalırsınız.

Ne anlatıyor? / Benim düşüncelerim neler?

İlber Hoca, ömrümüzü 5 safhaya ayırarak bu bölümleri nasıl verimli
geçirmemiz gerektiğinden bahsediyor. İlber Hoca'nın kültür seviyesi beni o kadar etkiledi ki... Bir ömre nasıl bu kadar çok şey sığdırmış gerçekten şok oldum. Bizlerle bu kültürel birikimini paylaşan ve yaşamımızdaki fırsatları nasıl değerlendirmemiz gerektiğini anlatan yazarımız bizlere doyum sağlayan bir okuma zevki sunuyor.

Kitabı okuduktan sonra o kadar farklı bir enerjiyle doluyorsunuz ki o an sanki kitapta anlatılan her yeri gezebilir, her kitabı okuyabilir, her filmi izleyebilir ve her müziği dinleyebilirmişsiniz gibi hissediyorsunuz. Kendinizi tanımak ve baştan yaratmak için oldukça iyi bir kitap olduğunu düşünüyorum.

Siz "Bir Ömür Nasıl Yaşanır" isimli kitabı okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler? İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim, kendinize çok dikkat edin sağlıcakla kalın.

Bu kitaba puanım: 8/10

Alıntılar

"Herkes kendi talihinin mimarıdır."


"Kendi yolunuzu kendiniz çizmeye çalışın."

"Hayatta en önemli şeylerden biri de insanın kendisi için en doğru kararı alabilmesidir, ortada bir sıkıntı varsa sürdürmeyeceksin."

"İnsana değer katan insanla beraber olun."

"Her şeyden evvel insanların birbirlerini çok sevmeleri lazım. Sevginin olmadığı yerde hiçbir şey kurulamıyor."

"Kendi dünyanı yerinden kendin oynatacaksın. Önemlidir bu, yoksa miskinliğe esir olursun. İşte o da bittiğin andır."

"Bir millet iktisadi krizle düşmez, hukuki ve kültürel yapıdaki derbederlikle düşer."


3 Temmuz 2024 Çarşamba

Muhteşem Oz Diyarı | Kitap Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere L. Frank Baum'un yazdığı "Oz Büyücüsü"nün ikinci kitabı olan "Muhteşem Oz Diyarı"nı inceliyorum. Umarım incelememden memnun kalırsınız.

Ne anlatıyor?

Tip, kötü yaşlı bir cadının yanında yaşayan küçük bir çocuktur. Tarlada çalışır, başka birtakım işleri de layığıyla yerine getirir. Günün birinde can sıkıntısından yanında kaldığı ve hiç sevmediği bu yaşlı cadıyı korkutmak ister. Bunun için de kafasını balkabağından yaptığı bir adam oluşturur. Cadının korkması için adamı yolun kenarına yerleştirir. 

Cadı bu adamı görüp korkar. Tip'e çok sinirlenir ve ona gününü göstermek için balkabağından oluşan adamı sihirle canlandırır. Aynı zamanda bir büyü hazırlar ve Tip'i mermerden bir heykele dönüştürmek ister. Bunu duyan Tip, balkabağından oluşan adamı da alarak yıllarca yanında kaldığı bu kötü cadıdan kaçar. Bundan sonra kendisine Kabakkafa diyeceğimiz balkabağı adamı da alıp kendisini nelerin beklediğinden habersiz bir yolculuğa doğru adım atarlar. 

Benim düşüncelerim neler?

Uzun süredir düzenli kitap okumuyordum. Bundan dolayı okunacak kısa ve akıcı bir kitap arıyordum. Neyse ki elimde "Muhteşem Oz Diyarı" vardı. İlk kitabını da okumuş ve beğenmiş biri olarak ikincisini de hemen okumaya başladım. O kadar akıcı ve güzeldi ki. Oluşturulan dünyanın incelikleri, yaratılan karakterlerin özellikleri, hepsi çok tatlıydı ve ince düşünülmüştü. Uzun süredir kaybettiğim okuma alışkanlığımı geri getirdi diyebilirim. Çocuk öyküsü olarak geçse de o kadar tatlı ibareler ve diyaloglarla süslenmişti ki bence her yaştan birey alıp okuyabilir. Keyifli zaman geçireceğiniz çok güzel bir kitap "Muhteşem Oz Diyarı".

Siz bu kitabı okumuş muydunuz? Sizin düşünceleriniz neler? 

Merak edenleriniz için ilk kitap olan "Oz Büyücüsü"nün incelemesini de buraya bırakıyorum, ulaşmak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.

Bu kitaba puanım: 8/10

Alıntılar

"Kavga etmeyelim. Hepimizin zayıflıkları var sevgili arkadaşlarım; birbirimize karşı anlayışlı olmaya gayret etmeliyiz (...)"

"Çok rica ederim, yarın yağacak yağmur bugünkü güneşin tadını kaçırmasın(...)"

"Zira deneyim her zaman bilgi anlamına gelmez."

"Ben iyi bir kalbin, eğitimden ya da beyinden çok daha makbul olduğunu düşünüyorum."

"Kalbim kesinlikle en iyi parçam."

"İyi bir kalbi beyninizi kullanarak elde edemeyeceğinizi, parayla satın alamayacağınızı da kabul etmelisiniz. Belki de nihayetinde dünyanın en zengin adamı benim."


1 Temmuz 2024 Pazartesi

Franny ve Zooey | Kitap Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizelere J.D. Salinger'ın yazdığı "Franny ve Zooey" kitabını inceliyorum. Kendisini Gilmore Girls isimli diziyi izlerken duymuştum, Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabını ise almış ama okumamıştım. Franny ve Zooey'den sonra onu da okumayı düşünüyorum zaten. O halde daha fazla uzatmadan incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Franny ve Zooey, 7 çocuklu bir ailenin en küçük fertleridir. Tüm kardeşler küçüklüklerinden itibaren çok zeki olduklarından ötürü radyo
programlarına katılarak büyümüştürler. Zeki olmalarına zekidirler ama bu zekalarına rağmen bu hayatta yer edinemediklerini düşünüyor ve hayatı sorguluyorlardır. Bu yolculukta karşıt görüşlere sahip Franny ve Zooey, hayatın mistik yönünü felsefi bir bağlamda tartışırlar.

Benim düşüncelerim neler?

Açıkçası çok büyük bir hevesle başlamıştım. Ama benim için biraz hayal kırıklığı oldu bu kitap. Bir durum öyküsü olmasından ötürü kısa ve daha çok içsel duygu durumu yansıtılıyor, ama bu durum bize akıcı ve olaylar arası bağlam kurma yönünden hiç yardımcı olmuyor. Birçok durum öyküsü okudum ama bu kitapta olayları ve duygu durumlarını birbirine bağlamak çok zordu.

Bahsedilen ailenin geçmişini bilmiyoruz, bu yüzden çocukların birbirlerinden kopuşları ve düştükleri bu bunalımlı duyguları anlamak hayli güç. Bir yorum yapmam gerekirse; çocukların çok zeki oluşlarından ötürü erken yaştan radyo kanallarına çıkması, bu kadar göz önünde olmaları ve çeşitli testlere dahi tabi tutulmaları bunalımlarının temelini oluşturuyor. Aile içinde de sürekli bir kıyaslama olduğu görülüyor. Çocukların bu tarz bir ortamda yetişmeleri geri kalan yaşantılarının büyük bir bölümünü etkiliyor, kendi içlerindeki boşluğu doldurmak için çeşitli şeyler deniyorlardır. Bunların en başında da din olgusu geliyor. Aile zaten dinine bağlı bir ailedir okuduklarımızdan anladığımız kadarıyla. Üstüne çocuklar bu tarz şeyler yaşayınca hayatın anlamı, nereye gidiyoruz ve ne yapmalıyız tarzı sorular akıllarından düşmüyor.

Kitap beni pek içine çekmedi açıkçası. Daha farklı bir şekilde işlense belki çok güzel bir şeyler çıkabilirdi. Ama karakterleri adam akıllı tanımıyoruz, çevrelerini bilmiyoruz, yaşananları üstünkörü biliyoruz. Tartışmalarının temelini oluşturan sebepleri bilmiyoruz, yaşanmışlıklarını bilmiyoruz. Kısacası büyük bir bilinmezlikten oluşuyor kitap. Akıcı bulmadım ve beni pek sarmadı. Tek miyim diye düşünürken çoğunluğun da benimle aynı düşündüğünü bilmek bir nebze içimi rahatlattı. Yazarın Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabının çok daha iyi olduğunu duymamsa içimi rahatlattı.

Siz "Franny ve Zooey"i okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize çok iyi bakın, sağlıcakla kalın.

Bu kitaba puanım: 5/10

Alıntılar

"Tam bir hiçkimse olacak cesaretim olmamasından usandım. Kendimden de, bir çeşit ses getirmek isteyen herkesten de usandım."

"Çünkü, bir muhalif görüş, ne kadar ustalıkla dile getirilmiş olsun, ancak uygulanabilir olduğu sürece geçerlidir."

"Dürüst bir düzenbazı her zaman tercih ederim."

"Dünyada bu kadar güçlü sevgi ve nefretlerle yaşayamazsın ki."

" 'Allah kahretsin,' dedi, 'dünyada hoş şeyler de var hakkaten hoş şeyler yani. Hepsini birden ıskalayacak kadar da salağız biz. Olup biten her şeyi hemen o sefil küçük egolarımıza gönderiyoruz mütemadiyen.' "