Light Pink Pointer

9 Ağustos 2024 Cuma

İnsanlığımı Yitirirken | Kitap Yorumu

 

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Osamu Dazai'nin yazdığı "İnsanlığımı Yitirirken" isimli kitabı inceliyorum. Umarım bu incelemem sizler için yararlı olur.

Ne anlatıyor?

Yozo, içine doğduğu yaşama ve koşullara karşı yabancılık çeken bir bireydir. Küçük yaşlardan beri bunun izlerini taşımaktadır. Kendi deyişiyle "şaklabanlık"lar yapan Yozo, içindeki bu rahatsızlığı geçireceğini umar.
Ama ördüğü duvar onu bu yabancılıktan korumaktan ziyade gittikçe hapsetmeye başlar.

Benim düşüncelerim neler?

Zengin bir ailenin çocuğu olan Yozo, küçük yaşlardan itibaren içindeki bu yabancılık duygusunu taşır. Yemek yemeyi sevmemesi, ihtiyaç duymaması bile bir işarettir aslında. Japon kültüründe yemek önemli bir yer tutar. Yozo ise topluma, değerlere ve insanlara karşı öyle büyük bir korku besliyordur ki...

Burada aslında Asyalı ailelerin yapısını da görüyoruz. Kurulan otorite, çocukların kendilerini eksik ve özgüvensiz hissetmelerine sebep oluyor. Yozo da bu çocuklardan biri.

Küçük yaşlardan beri eğer çevresi tarafından sevilirse bu yabancılık duygusundan kurtulacağını düşünen ana karakterimiz; sürekli çevresindekileri güldürmeye çalışıyor, içinde yatan fırtınayı saklamaya çalışıyordur. Gün geçtikçe ördüğü bu duvarla kendi kimliğini de bulmakta zorlanan Yozo, yaş aldıkça daha da büyük problemlerle karşılaşır.

Zengin bir ailenin çocuğu olduğunu söylemiştik zaten. Belki de bu yüzdendir ki toplumda dönen şeylerden biraz da bihaberdir. Parasını harcamayı bilmiyor, en basit şeyleri bile utana sıkıla yapıyordur. Bu dönemde tanıştığı arkadaşı Horiki ise hayatını daha da kötü bir yola sokmaktan başka bir şey yapmıyordur. 

İnsanların samimiyetsizliğine karşı hayat kadınlarının koynunda samimiyeti arıyordur. Katıldığı kominist toplantılardaki isyan ruhuyla kendini bulmaya çalışıyordur. Ama hiçbirinde kendinden bir parça bulamıyordur. Hayatına giren kadınlar kendisine hiçbir şey ifade etmiyordur. En sonunda daha fazla dayanamaz ve intihar etmeyi dener. Hem de o sırada hayatında olan kadınla beraber.

Kadın vefat eder ama kendisi kurtulur. Bu durum ise kendisini çok daha kötü hissetmesini sağlar. Ölmeyi bile başaramamıştır. Ölme hakkı bile kendisine verilmemiştir. 

Kendi içindeki fırtınayı bastıramayan Yozo'nun oradan oraya sürüklenişi ve toplum içinde yer bulmaya çalışışını okuyoruz. Ben bu kadar beğenerek okuyacağımı düşünmemiştim açıkçası. Gerçekten beni o kadar içine çekti ki... Bayılarak okudum. Kesinlikle baş ucu kitaplarımdan bir tanesi oldu "İnsanlığımı Yitirirken". 

Osamu Dazai de daha önce intiharı denemiş bir yazardır. Aslında Yozo karakterini okurken yazardan da izler gördüğümüzü söyleyebiliriz.Yazarı tanımak ve düşünce dünyasını anlamak açısından da önemli bir eser yani.

Siz "İnsanlığımı Yitirirken"i okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize dikkat edin sağlıcakla kalın.

Bu kitaba puanım:10/10

Alıntılar

"Karşılıklı olarak birbirlerini kandırıp, üstelik ne tuhaftır ki, hiçbir yara almadan, sanki bunun farkında değillermiş gibi gerçekten çarpıcı, berrak ışıltılar yayan şen inançsızlık örnekleriyle dolu insan yaşamı."

"Zayıf insanlar mutluluktan bile korkar. İplikle bile yaralanırlar. Bazen mutluluk da insanları yaralayabilir."

"Off... İnsanlar birbirlerini anlamıyor. Bakış açıları tamamen yanlış olduğundan, eşsiz dostluklar kurdukları fikrine kapılıyor, bunun ömür boyu farkına varamayıp, karşılarındaki öldüğünde arkalarından ağlayarak dua etmiyorlar mı?"

"Off, o da kesin mutsuz bir insan, çünkü mutsuzluklar karşısında çok duyarlı."

"Sadece her şey geçip gidiyor."


Beyaz Diş | Kitap Yorumu


Hepinize selamlar. Bugün sizlere Jack London'ın yazdığı "Beyaz Diş"i inceliyorum. Umarım bu incelememden memnun kalırsınız.
Ne anlatıyor?
Beyaz Diş, Kiche isimli bir köpeğin kurt çocuğudur. Hayata karşı deneyimsizdir. Vahşi Hayat'ın zorluklarından ve tehlikelerinden korunmak için annesine sığınır. Ama doğadan ziyade çok daha tehlikeli ve acımasız olan insanlara karşı en büyük savaşını verir.
Benim düşüncelerim neler?
Sevginin iyileştirici gücünü gösteren oldukça akıcı bir kitap. İlk başlarda biraz sıkılsam da Beyaz Diş'in insanlarla karşılaşmasından itibaren merakla okudum. Yazarın "Vahşetin Çağrısı" isimli diğer kitabıyla da konu itibariyle benzer. Ama "Beyaz Diş"ten sonra "Vahşetin Çağrısı"nı okursanız pek zevk almazsınız. Bu yüzden öncelikle "Vahşetin Çağrısı"nı okuyup sonra da "Beyaz Diş" ile zirveye ulaşabilirsiniz.

Şiddet ve işkenceler çeken bir canlının karakterindeki değişimleri gözlemlerken sevginin bu yaraları sarmaya yetip yetmeyeceğini merakla okuyoruz.
Siz "Beyaz Diş"i okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler? İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim, kendinize çok dikkat edin.
Bu kitaba puanım: 7/10
Alıntılar
"İnsan yenildiğini düşünürse, yarı yarıya öyle sayılır."
"Her terslik bir şey öğretiyordu ona."

6 Ağustos 2024 Salı

Ölü Canlar | Kitap Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere Nikolay Gogol'un yazdığı "Ölü Canlar"ı inceleyeceğim. Umarım bu incelememden memnun kalırsınız. 

Ne anlatıyor?

Pavel İvanoviç Çiçikov, zengin olmaya meraklı bir beyefendidir. Bunun için akıl almaz bir yöntem bulan Çiçikov planını uygulamak için şehir şehir gezmeye koyulur. Peki ama yasadışı planını uygulayacak olan Çiçikov, umduğu gibi zengin olabilecek midir?

Benim düşüncelerim neler?

Kitap umduğumdan çok daha akıcı ve güzeldi. Öyle ki uzun zamandır
kitap okumayan biri olarak ilk başta acaba bana kalın gelir mi diye çekinmiştim.  Ama olay örgüsü okuru öyle içine alıyor ki hiç de korktuğum gibi kalın gelmedi, kitap hemen bitiverdi. 

Usulsüzlüklerin döndüğü, bu usulsüzlüklere devlet memurlarının bile bulaştığı dönemin Rusya'sı konu ediniliyor Çiçikov karakteri üzerinden. Ailesinden öğrendiği "para" sevgisini orta yaşlarında da içinde barındıran karakterimiz, ne olursa olsun amacını gerçekleştirmeye hazırdır.

Planını uygulamak için çeşitli insanlarla tanışır. Bu insanlar genelde üst tabakaya mensupturlar. Ama dönemin ekonomik şartları, bu üst sınıftaki insanları bile kendi içlerinde sınıflandırmıştır. Çiçikov tanıştığı bu insanlarda mensup oldukları tabakanın özelliklerini görecek ve dönemin Rusya'sını biz okurlara güzel bir şekilde yansıtacaktır. 

Sonunun daha farklı bitebileceğini düşünsem de gerçek anlamda beğendiğim bir kitap oldu. Kanunsuzlukların ve usulsüzlüklerin toplumu ne hale getirdiğini gözlemleyebileceğimiz herkesin okuması gereken bir kitap.

Siz "Ölü Canlar"ı okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler? İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin sağlıcakla kalın.

Bu kitaba puanım: 8/10

Alıntılar

"Zaten dünyada her şey şaşılacak şekilde, üzerine çok düştüğünde neşe bir anda hüzne dönüşür ve Tanrı bilir, aklına neler neler takılır."

"... türlü türlü hüzünle örülen yaşamımızda hiç beklenmedik bir anda bir sevinç parıltısı ışıldar..."

"İnsan nasıl da küçülüyor, alçalıyor ve adileşiyor! Bu denli değişmek mümkün mü? Bütün bunlar gerçek mi? Gerçek, çünkü insan her şeyi yapabilir."

"Hayat dediğimiz ne? Acıların yer aldığı bir vadi. Dünya dediğimiz? Duygusuz insanlar kalabalığı."

"Ancak insanoğlu tuhaftır; en çok, hiç saygı göstermediği, giyimleri, kuşamları ve davranışları nedeniyle hep eleştirdiği kişilerin onu hor görmeleri canını sıkıyordu."

"... insan kendini ne bulunduğu yere ne de yola ait hisseder..."

"Tanrı biliyor ya, millet açlıktan ölürken kendi çıkarını düşünmek utanç verici bir şey."

31 Temmuz 2024 Çarşamba

Arayışlar & Geçmişe Yolculuk | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Lou Andreas Salome tarafından yazılan "Arayışlar" ve Stefan Zweig tarafından yazılan "Geçmişe Yolculuk" isimli kitapları inceliyorum. İkisi de kısa kitaplar oldukları için tek inceleme yayınında birleştirme kararı aldım. Umarım bu incelememden memnun kalırsınız.
Geçmişe Yolculuk / Ne anlatıyor, Benim düşüncelerim neler?
Ludwig, oldukça fakir bir ailede doğmuş bir adamdır. Ama içindeki çalışma azmi ve bu durumdan kurtulma isteği kendisine umut oluyor, onu ayakta tutuyordur. Öyle ki bu azmi kendisini kısa sürede yükseltir ve
üstlerinin gözünde değerini arttırır. Günün birinde çalıştığı yerdeki patronu hastalanması sonucu işlerini devredecek güvenilir birini arıyor, bu süre içinde de işleri evden yürütmesine yardım edecek bir asistana ihtiyaç duyuyordur. Bu görev için de Ludwig'i uygun görür. Ama Ludwig bir iki parça kıyafeti ve tahtadan bavuluyla o zengin, gösterişli eve gitmek istememektedir. Yine de patronunu kıramaz ve evine asistanı olarak yerleşir.

Ama tahmin etmediği bir şey olur. O şatafatlı ve kocaman evin ezici zenginliği arasında patronunun karısı kendisine öyle yakın ve sıcak davranır ki sosyal sınıfının getirdiği ezilmişlik duygusunu bir kenara bırakır hatta kendine itiraf etmekte zorlansa da bu hanıma karşı hisler beslemeye başlar. Bu hisleri kendine daha yeni yeni itiraf etmeye başlamışken bir de patronunun kendisini yurt dışına bir iş için göndermesiyle Ludwig iyice çaresiz bir durumda kalır.

İlk başlarda yasak aşkın getirdiği adrenalin ve tutkuyla bu ilişki güzel bir şekilde mektuplaşarak ilerlese de daha sonraları araya giren mesafe ve zaman, iki aşık için de duyguları söndürür ve buluşma zamanının kurulan hayali bir düşünce olarak kalır. İkisi de hayatlarına devam etmiştir. Araya giren savaş dönemi de Ludwig'in ülkeye dönmesini zorlaştırmış ve mesafeyi aşılamaz düzeye getirmiştir. Sonunda savaş bitince aradaki engel kalkmış olur. Peki ama iki aşık da eskisi gibi midir? Zaman bir şeyleri değiştirmemiş midir? Zamana karşı aşkları kazanabilecek midir?

İnceliğini bir kenara bıraktığımızda bile akıcılığıyla ve cümleleriyle bir çırpıda biten bir kitaptı. Sosyal tabakanın ve para arzusunun aşkın üstüne çıkıp çıkamayacağını merakla okuduğumuz bir eser. Okuma alışkanlığınızın kesintiye uğradığı dönemlerde gönül rahatlığıyla sığınabileceğiniz bir kitap. 

Bu kitaba puanım: 8/10

Alıntılar
"Sen beni unutmak istedin."
"Duygularının şiddetini bastırabilmek için alkol ya da zehir alır gibi kendini çalışarak uyuşturmuştu."
"İnsan yaşlandıkça kendi gençliğini arıyor ve küçük anılar budalaca mutluluklar yaşatıyor."
"Her şey eskisi gibi, sadece biz değiliz, biz değiliz!"
"Seninle yaşadığım hiçbir şeyi unutmadım."
"Geçmişlerini arayan, artık gerçekte var olmayan geçmişe boğuk sorular yönelten bu gölgeler onların kendisi değil miydi? Gölgeler, canlanmak isteyen ama artık başaramayan gölgeler... Ne kadın eski kadındı ne de adam eski adam... Ama tıpkı ayaklarının dibindeki bu kara hayaletler gibi kendilerini bulmak için boş yere didiniyor, cansız ve güçsüz çabalarla kendilerinden kaçıp, kendilerini yakalamaya çalışıyorlardı."

Arayışlar / Ne anlatıyor, Benim düşüncelerim neler?
Adine, resim yeteneği olan bir kadındır. Döneminin dayattığı kadın profiline çok uymuyordur. Buna rağmen kuzenine aşık olur ve evlenirler. Ama Adine, bu evlilikte mutlu olmaz. Kendini kısıtlanmış hissediyor, ev işlerine yatkınlığı bir türlü kazanamıyordur. Bu durum kendisini mutsuz hissetmesine yol açıyor, dolayısıyla ev halkı da bu havadan etkileniyordur. Ayrıca evleri kocasının çalıştığı akıl hastanesinin karşısındadır ve bu durum da karamsar bir hava yaratıyordur.
Günün birinde bu evlilik daha fazla ilerlemez ve ayrılırlar. Adine, Paris'e gider ve sanatını icra eder. Bu durum kendisini mutlu eder ve tekrar özgürlüğüne kavuşmuş gibi hisseder. Çevresindekilerin bir kadından neler beklediğini umursamadan kendini gerçekleştirir.
Ta ki günün birinde eski eşinden bir mektup alana kadar. Genç kızlık duyguları tekrardan su yüzüne çıkar. Ama kendisi çok değişmiştir. Eskisi gibi değildir. O halde bu heyecanı da neyin nesidir?
Dönemin kadınlarına yüklenen kocasının hizmeti altında olma, ev işi yapma vb. durumlarına baş kaldıran ve bu kalıplara sığmayıp kendini gerçekleştiren bir kadını okuyoruz Adine'de. Salome'nin hayatına baktığımızda kendisinin de bu kadınlardan olduğunu anlıyoruz. Aynı zamanda kitaptaki 3 farklı kadın karakter üzerinden sevginin türlerini de gözlemliyoruz. Bir nevi kendisini tanımak için de başvurabileceğimiz akıcı ve kısa bir kitap.

Bu kitaba puanım: 8/10

Alıntılar
"Sevgiyle özveride bulunmaya hazır, böyle iyi bir annem olmasaydı sahip olduğum özgür ve mutlu sanatçı yaşamını kurmam mümkün olmazdı."
"Belki de sen beni uzun süre bazı konularda işe yaramaz hale getirdin bana sunduğun fazla sert şarabınla. Diğer bütün sarhoşluklara baskın geldin."
"Gerçekten bize ait olan bir şeyi Adine, hiç kimse elimizden alamaz. Gerçekten bize ait olan, er veya geç bizim olur. Bu yüzden, senindi benimdi cinsinden bütün hasisçe kaygılar değersizdir. Yapmamız gereken tek şey yolumuza devam etmektir; bize ait olan birlikte gelir, bizimle beraber yürümeyeninse, bizi durdurmasına izin vermemeliyiz."

17 Temmuz 2024 Çarşamba

Çavdar Tarlasında Çocuklar | Kitap Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere J.D. Salinger'ın yazdığı "Çavdar Tarlasında Çocuklar" isimli kitabını inceliyorum. Umarım bu incelememden memnun kalırsınız.

Ne anlatıyor?

Holden Caulfield, ergenlik dönemlerini yaşayan liseli genç bir çocuktur. Eski okullarından sürekli kovulan bu çocuk güncel olarak okuduğu Pencey isimli okuldan da atılınca bu durumu ailesine nasıl söyleyeceği üzerine
kendi içinde derin münakaşalara girer. Okuldan ayrıldıktan sonra ise elindeki parayla çeşitli yerlere gider, oralarda vakit geçirir ve kendi benliğini bulma yolculuğuna çıkar.

Benim düşüncelerim neler?

İlk başta "Franny ve Zooey" gibi bende hayal kırıklığı yaratan "Çavdar Tarlasında Çocuklar"ın son 100 sayfasında kendini toparladığını söyleyebiliriz. Ergenlik çağının gelgitlerini yaşayan, kendi içindeki tutarsızlıklarıyla yol alan Caulfield burjuva sınıfından olmasına karşılık oldukça kaba ve mutsuzdur. Küçük kardeşini lösemiden ötürü kaybetmiştir ve hala bunun acısını içinde bir yerlerde yaşamaktadır, atlatamamıştır. Yatılı okullarda kalan Caulfield, kötü ve sadece kendini düşünen insanlarla beraber olmaktan ötürü hayata karşı karamsar bir bakış açısı geliştirmiştir. Bu yüzden saf iyilikten olan çocukları ve dini öğretilerle kendilerini arındıran rahibelere karşı farklı bir yakınlık duyar. 

Cinsellik gibi insani dürtülere erken yaşlarda maruz kalır ama bunların gerçek mutluluğu getirmediğinin farkındadır. Ne olacağını bilmeyen, kendini bulmaya çalışan ve burjuva sınıfının yarattığı yapmacık düzenden kurtulmaya çalışan Caulfield'ın yaşadıklarını ve hesaplaşmasını okuyoruz.

Bilinç akışıyla yazılmış bu roman, ilk başlarda beni pek kendine çekmedi. Sürekli argolarla bezenmiş bir dil ve bir şey ifade etmeyen olaylarla sanki bomboş bir kitap okuyormuşum gibi hissettirdi. Belki ana karakterin yaşı ve kaldığı yurt ortamından dolayı böyle bir dil tercih edilmiş olsa da asla bir okuma zevki yaşatmıyor ve okuru kendinden uzaklaştırıyor. Neyse ki son 100 sayfada biraz daha yorum yapmaya müsait bir şekilde ilerleyen olay örgüsü dildeki olumsuzluğu azıcık da olsa telafi edebiliyor. Ergenliğin çalkantılı duygu durumlarını gözlemlediğimiz ve yapmacık insanlarla dolu bu dünyada kendine yer bulmaya çalışan bir çocuğun içsel monologlarını okuyoruz.

Beni çok etkileyen bir kitap olmadı açıkçası. Edebi bir zevk hissedemedim. Ama yine de anlatılmak istenen mesaj ve duygu durumları okura güzel bir şekilde aksettirildiği için;

Bu kitaba puanım: 6/10

Siz "Çavdar Tarlasında Çocuklar"ı okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler? İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim, kendinize çok dikkat edin sağlıcakla kalın.

Alıntılar

"Bazı şeyler olduğu gibi kalmalı. Elinizde olsa da, onları büyük cam vitrinlere koyup oldukları gibi kalmalarını sağlayabilseniz. Biliyorum, olanaksız bir şey bu, ama yine de pek fena olmazdı."



Bir Ömür Nasıl Yaşanır | Kitap Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere İlber Ortaylı'nın "Bir Ömür Nasıl Yaşanır" isimli  kitabını inceleyeceğim. Umarım bu incelememden memnun kalırsınız.

Ne anlatıyor? / Benim düşüncelerim neler?

İlber Hoca, ömrümüzü 5 safhaya ayırarak bu bölümleri nasıl verimli
geçirmemiz gerektiğinden bahsediyor. İlber Hoca'nın kültür seviyesi beni o kadar etkiledi ki... Bir ömre nasıl bu kadar çok şey sığdırmış gerçekten şok oldum. Bizlerle bu kültürel birikimini paylaşan ve yaşamımızdaki fırsatları nasıl değerlendirmemiz gerektiğini anlatan yazarımız bizlere doyum sağlayan bir okuma zevki sunuyor.

Kitabı okuduktan sonra o kadar farklı bir enerjiyle doluyorsunuz ki o an sanki kitapta anlatılan her yeri gezebilir, her kitabı okuyabilir, her filmi izleyebilir ve her müziği dinleyebilirmişsiniz gibi hissediyorsunuz. Kendinizi tanımak ve baştan yaratmak için oldukça iyi bir kitap olduğunu düşünüyorum.

Siz "Bir Ömür Nasıl Yaşanır" isimli kitabı okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler? İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim, kendinize çok dikkat edin sağlıcakla kalın.

Bu kitaba puanım: 8/10

Alıntılar

"Herkes kendi talihinin mimarıdır."


"Kendi yolunuzu kendiniz çizmeye çalışın."

"Hayatta en önemli şeylerden biri de insanın kendisi için en doğru kararı alabilmesidir, ortada bir sıkıntı varsa sürdürmeyeceksin."

"İnsana değer katan insanla beraber olun."

"Her şeyden evvel insanların birbirlerini çok sevmeleri lazım. Sevginin olmadığı yerde hiçbir şey kurulamıyor."

"Kendi dünyanı yerinden kendin oynatacaksın. Önemlidir bu, yoksa miskinliğe esir olursun. İşte o da bittiğin andır."

"Bir millet iktisadi krizle düşmez, hukuki ve kültürel yapıdaki derbederlikle düşer."


3 Temmuz 2024 Çarşamba

Muhteşem Oz Diyarı | Kitap Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere L. Frank Baum'un yazdığı "Oz Büyücüsü"nün ikinci kitabı olan "Muhteşem Oz Diyarı"nı inceliyorum. Umarım incelememden memnun kalırsınız.

Ne anlatıyor?

Tip, kötü yaşlı bir cadının yanında yaşayan küçük bir çocuktur. Tarlada çalışır, başka birtakım işleri de layığıyla yerine getirir. Günün birinde can sıkıntısından yanında kaldığı ve hiç sevmediği bu yaşlı cadıyı korkutmak ister. Bunun için de kafasını balkabağından yaptığı bir adam oluşturur. Cadının korkması için adamı yolun kenarına yerleştirir. 

Cadı bu adamı görüp korkar. Tip'e çok sinirlenir ve ona gününü göstermek için balkabağından oluşan adamı sihirle canlandırır. Aynı zamanda bir büyü hazırlar ve Tip'i mermerden bir heykele dönüştürmek ister. Bunu duyan Tip, balkabağından oluşan adamı da alarak yıllarca yanında kaldığı bu kötü cadıdan kaçar. Bundan sonra kendisine Kabakkafa diyeceğimiz balkabağı adamı da alıp kendisini nelerin beklediğinden habersiz bir yolculuğa doğru adım atarlar. 

Benim düşüncelerim neler?

Uzun süredir düzenli kitap okumuyordum. Bundan dolayı okunacak kısa ve akıcı bir kitap arıyordum. Neyse ki elimde "Muhteşem Oz Diyarı" vardı. İlk kitabını da okumuş ve beğenmiş biri olarak ikincisini de hemen okumaya başladım. O kadar akıcı ve güzeldi ki. Oluşturulan dünyanın incelikleri, yaratılan karakterlerin özellikleri, hepsi çok tatlıydı ve ince düşünülmüştü. Uzun süredir kaybettiğim okuma alışkanlığımı geri getirdi diyebilirim. Çocuk öyküsü olarak geçse de o kadar tatlı ibareler ve diyaloglarla süslenmişti ki bence her yaştan birey alıp okuyabilir. Keyifli zaman geçireceğiniz çok güzel bir kitap "Muhteşem Oz Diyarı".

Siz bu kitabı okumuş muydunuz? Sizin düşünceleriniz neler? 

Merak edenleriniz için ilk kitap olan "Oz Büyücüsü"nün incelemesini de buraya bırakıyorum, ulaşmak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.

Bu kitaba puanım: 8/10

Alıntılar

"Kavga etmeyelim. Hepimizin zayıflıkları var sevgili arkadaşlarım; birbirimize karşı anlayışlı olmaya gayret etmeliyiz (...)"

"Çok rica ederim, yarın yağacak yağmur bugünkü güneşin tadını kaçırmasın(...)"

"Zira deneyim her zaman bilgi anlamına gelmez."

"Ben iyi bir kalbin, eğitimden ya da beyinden çok daha makbul olduğunu düşünüyorum."

"Kalbim kesinlikle en iyi parçam."

"İyi bir kalbi beyninizi kullanarak elde edemeyeceğinizi, parayla satın alamayacağınızı da kabul etmelisiniz. Belki de nihayetinde dünyanın en zengin adamı benim."


1 Temmuz 2024 Pazartesi

Franny ve Zooey | Kitap Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizelere J.D. Salinger'ın yazdığı "Franny ve Zooey" kitabını inceliyorum. Kendisini Gilmore Girls isimli diziyi izlerken duymuştum, Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabını ise almış ama okumamıştım. Franny ve Zooey'den sonra onu da okumayı düşünüyorum zaten. O halde daha fazla uzatmadan incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Franny ve Zooey, 7 çocuklu bir ailenin en küçük fertleridir. Tüm kardeşler küçüklüklerinden itibaren çok zeki olduklarından ötürü radyo
programlarına katılarak büyümüştürler. Zeki olmalarına zekidirler ama bu zekalarına rağmen bu hayatta yer edinemediklerini düşünüyor ve hayatı sorguluyorlardır. Bu yolculukta karşıt görüşlere sahip Franny ve Zooey, hayatın mistik yönünü felsefi bir bağlamda tartışırlar.

Benim düşüncelerim neler?

Açıkçası çok büyük bir hevesle başlamıştım. Ama benim için biraz hayal kırıklığı oldu bu kitap. Bir durum öyküsü olmasından ötürü kısa ve daha çok içsel duygu durumu yansıtılıyor, ama bu durum bize akıcı ve olaylar arası bağlam kurma yönünden hiç yardımcı olmuyor. Birçok durum öyküsü okudum ama bu kitapta olayları ve duygu durumlarını birbirine bağlamak çok zordu.

Bahsedilen ailenin geçmişini bilmiyoruz, bu yüzden çocukların birbirlerinden kopuşları ve düştükleri bu bunalımlı duyguları anlamak hayli güç. Bir yorum yapmam gerekirse; çocukların çok zeki oluşlarından ötürü erken yaştan radyo kanallarına çıkması, bu kadar göz önünde olmaları ve çeşitli testlere dahi tabi tutulmaları bunalımlarının temelini oluşturuyor. Aile içinde de sürekli bir kıyaslama olduğu görülüyor. Çocukların bu tarz bir ortamda yetişmeleri geri kalan yaşantılarının büyük bir bölümünü etkiliyor, kendi içlerindeki boşluğu doldurmak için çeşitli şeyler deniyorlardır. Bunların en başında da din olgusu geliyor. Aile zaten dinine bağlı bir ailedir okuduklarımızdan anladığımız kadarıyla. Üstüne çocuklar bu tarz şeyler yaşayınca hayatın anlamı, nereye gidiyoruz ve ne yapmalıyız tarzı sorular akıllarından düşmüyor.

Kitap beni pek içine çekmedi açıkçası. Daha farklı bir şekilde işlense belki çok güzel bir şeyler çıkabilirdi. Ama karakterleri adam akıllı tanımıyoruz, çevrelerini bilmiyoruz, yaşananları üstünkörü biliyoruz. Tartışmalarının temelini oluşturan sebepleri bilmiyoruz, yaşanmışlıklarını bilmiyoruz. Kısacası büyük bir bilinmezlikten oluşuyor kitap. Akıcı bulmadım ve beni pek sarmadı. Tek miyim diye düşünürken çoğunluğun da benimle aynı düşündüğünü bilmek bir nebze içimi rahatlattı. Yazarın Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabının çok daha iyi olduğunu duymamsa içimi rahatlattı.

Siz "Franny ve Zooey"i okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize çok iyi bakın, sağlıcakla kalın.

Bu kitaba puanım: 5/10

Alıntılar

"Tam bir hiçkimse olacak cesaretim olmamasından usandım. Kendimden de, bir çeşit ses getirmek isteyen herkesten de usandım."

"Çünkü, bir muhalif görüş, ne kadar ustalıkla dile getirilmiş olsun, ancak uygulanabilir olduğu sürece geçerlidir."

"Dürüst bir düzenbazı her zaman tercih ederim."

"Dünyada bu kadar güçlü sevgi ve nefretlerle yaşayamazsın ki."

" 'Allah kahretsin,' dedi, 'dünyada hoş şeyler de var hakkaten hoş şeyler yani. Hepsini birden ıskalayacak kadar da salağız biz. Olup biten her şeyi hemen o sefil küçük egolarımıza gönderiyoruz mütemadiyen.' "


Ters Yüz 2 | Film Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere sürekli karşımıza çıkan ve çok övülen "Ters Yüz 2" filmini inceleyeceğim. Birincisini izlemiş ve çok beğenmiş biri olarak sinemada ben de yerimi aldım. Kelsey Mann'in yönetmenliğindeki filmin incelemesine başlıyorum o halde.

Ne anlatıyor?
Riley isimli karakterimiz, çocukluktan ergenliğe geçerken temelde taşıdığı 5 duygu olan Neşe, Üzüntü, Korku, Tiksinti ve Öfke'nin yanında yeni gelen 4 duyguyla tanışır. Bu duygular Kaygı(Anksiyete), Gıpta, Utanç ve Bıkkınlık'tır. Bu yeni duygularla karşılaşan eski duygular, düzenin bozulmasından rahatsız olurlar. Bu rahatsızlık kısa sürede çeşitli görüş ayrılıklarını beraberinde getirir ve duygular bir karmaşanın ortasında
kontrollerini kaybederler. 
O sırada bir hokey kampında olan Riley, bu duygu karmaşasının ortasında bu 3 günü atlatmaya çalışır.

Benim düşüncelerim neler?
Birincisini çok sevdiğim gibi ikincisine de bayıldım. O kadar tatlıydı ki. Özellikle Anksiyetenin Riley'i kontrol almaya çalışışı, yaşattığı durum vb. o kadar bana kendi durumumu hatırlattı ki. Anksiyeteyle boğuşan biri olarak yalnız olmadığımı ve anlaşıldığımı hissettirdi. Kendimi anlamamı ve objektif olmamı sağladı. Filmden sonra yaşadığım herhangi bir kaygı anında kendi kendime "Sakin ol Anksiyete ve kontrolü Neşe'ye ver." diyerek sakinleştiğimi hissediyorum. Belki de kafamın içindeki duyguları somutlaştırmak, beni iyi hissettiriyordur bu bilinmezliklere karşı.

Aynı zamanda Riley'in kaygı anından sakinleşme evresine doğru sergilediği davranış bana psikoloğumun öğrettiği bir taktiği anımsattı. Riley sakinleşmek için etrafında olan bir nesneye dokunuyor, etrafında olan bir olaya odaklanıyor, etrafındaki ışığı ve sıcaklığı hissediyor. Psikoloğum bunun bana anda kalmaya yardımcı olan bir yöntem olduğundan bahsetmişti. 5 duyunla hissedeceğin bir nesne belirle ve onu ayrıntılı bir şekilde analiz et. Riley'in bunu yapması oldukça dikkatimi çekmişti ve çok hoşuma gitti.

Çok tatlı diyaloglarla bezenmiş ve bize kendimizden bir parça uzatan bir filmdi. Duygularımızı kabullenmemizi ve aslında hepsinin bizi korumak için farklı farklı hissettirdiğini anladığımız, abartıldığı kadar güzel olan bir filmdi.
Siz "Ters Yüz 2"yi izlediniz mi? Sizin düşünceleriniz neler?
İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla kalın.
Bu filme puanım: 10/10
Oyuncular
Maya Hawke
Ayo Edebiri
Adele Exarchopoulos
Liza Lapira
Tony Hale
Amy Poehler
Paul Walter Hause
Lewis Black
Phyllis Smith
June Squibb

26 Haziran 2024 Çarşamba

Muhteşem Gatsby | Kitap Yorumu

 Hepinize selamlar! Uzun bir aradan sonra tekrardan burada olmak mutluluk verici. Geçirdiğim zor zamanların belki birçoğunuz farkındasınızdır. Destekleriniz ve güzel dilekleriniz sayesinde toparlandım. Hepinize çok teşekkür ederim. Özellikle okuyorsa buradan Sezer Abla'ya yani bilinen adıyla Momentos'a çok teşekkür ederim. Bu zorlu süreç çok güzel bir insanı tanımama vesile oldu. Kendisinin bloğuna ulaşmak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.

O dönemki durumumun üstünde çok durmak istemiyorum. Ne sizin ne de kendi moralimi bunlarla bozmak istiyorum. Merak ediyorsanız buraya tıklayarak öğrenebilirsiniz. Belki içimdekileri aktarmak için bu bloğumu kullanırım.

Daha fazla uzatmadan incelememize geçelim hadi!

Ne anlatıyor?

Gatsby; oldukça şatafatlı partiler veren, zengin ve bir o kadar da görkemli bir beyefendidir. Kendisi hakkında pek bir şey bilinmese de hakkında çıkarılan
dedikodular oldukça fazladır. Çoğu olumsuz yönde olsa da partilerinin isteyen herkesin girebilmesinden ve çok büyük bir cümbüş içermesinden kaynaklı herkes bu evin konuğu olmuş veya olmak için can atıyordur. 

Günün birinde Gatsby'nin bu şatafatlı evinin yanına Nick adında bir adam taşınır. Gatsby'nin evi ne kadar büyük ve zengin işiyse, Nick'in evi bir o kadar derme çatmadır.

Borsa işleriyle uğraşan Nick de yan komşusunu oldukça merak etmektedir. Günün birinde ev sahibi tarafından birebir bir şekilde evindeki partiye çağırılınca oldukça şaşırır ve bu teklife hemen atlar. Gatsby'nin belki de hayatının akışını değiştirecek o kişi olduğundan habersiz o partiye gider ve birtakım acımasız gerçekler ve sarpa sarmış olaylar silsilesinin içinde bulur kendisini. Peki kimdi bu Gatsby? Bunu yakında öğrenecektir.

Benim düşüncelerim neler?

Yüksek zümre çatışmasını, yükselişini ve çöküşünü gözler önüne seren bir kitap olduğunu söyleyebiliriz Muhteşem Gatsby'nin. Yüksek zümrenin insan ilişkilerindeki yozlaşmaları, umursamazca yaşayışları ve daha birçoğu kitapta oldukça akıcı bir üslupla inceleniyor.

Gatsby'nin takıntılı aşkını inceleyecek olursak eskiden oldukça fakir bir ailenin çocuğu olan bu adamın aslında yüksek zümreden olan Daisy'e olan aşkını bir nevi yüksek zümreye çıkma arzusuyla özdeş olduğunu düşünebiliriz. Hayatını zengin olmak ve aşık olduğu bu kadınla birlikte olmak üzerine kurmuştur. Bu aşkı ve arzusu kendisini öyle ele geçirir ki yapmaması gereken işlere bulaşır ve hayatı iyice sarpa sarar. Ama bunların farkında olamayacak kadar kaptırmıştır kendisini.

Böylece bir adamın çöküşünü okurken aslında bir zümrenin içsel çöküşünü okuyoruz. Kitabın sonlarına doğru evinde partiler eksik olmayan, sürekli misafir ağırlayan bu adamın aslında nasıl da yalnız olduğunu anlıyoruz. Zengin olmasına olmuştur ama ne içindeki bu boşluğu doldurabilmiştir ne de çevresinin bu kalabalıklığına rağmen bir dost edinebilmiştir. Bu kadar yapmacıklıklarla dolu bu hayatta belki de tek dostunun aşağı tabakadan Nick olması bu yüzdendir.

İnsanları incelediğimizde ise, o kadar rahatlarına düşkün ve her işlerini parayla yapmaya alışmışlardır ki ölüm gibi ciddi bir olgu bile onların nezdinde hiçbir şey ifade etmiyordur.

Oldukça akıcı ilerleyen bir kitaptı. Ama bence Gatsby'nin buralara geliş süreci ve yaptığı iş daha ayrıntılı işlenebilirdi. Bunun gibi bazı yerlerin üstünkörü anlatıldığını düşünüyorum. Ama bunların dışında zevk alarak okuduğum bir kitaptı. Siz Muhteşem Gatsby'i okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler? İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim, kendinize çok iyi bakın.

Bu kitaba puanım: 7/10

Alıntılar

" 'Birisini eleştirmeye kalkıştığında,' dedi bana, 'şu dünyada her insanın senin sahip bulunduğun ayrıcalıklara sahip olmadığını hiç aklından çıkarma.' "

"Hem içinde hem dışındaydım, yaşamın durmak bilmez çeşitliliği karşısında hem büyüleniyordum hem de tiksiniyordum."

"Büyüleyici metropol alacakaranlığında beni ele geçiren bir yalnızlık duyardım bazen ve başkalarının da; gecenin ve yaşamın en dokunaklı anlarını boşa geçiren, lokantada tek başına yenecek akşam yemeğinin saatini beklerken vitrinlerin önünde aylakça oyalanan zavallı genç memurların da içlerinde bu duyguyu taşıdıklarını hissederdim."

"Gördün işte, kendimi çoğunlukla yabancıların arasında buluyorum, çünkü başımdan geçen hüzünlü olayı unutmaya çalışarak oradan oraya sürükleniyorum."

" 'Sıcak ve küçük, evet,' dedi Bay Wolfshiem 'ama anılarla dolu.' "

"Yalnızca kovalanan, kovalayan, meşgul olan ve yorgun olan vardır."

"Düzeltmek için kendi gücünüzü tükettiğiniz şeylere yeni gözlerle bakmak, her durumda hüzün verici oluyor."

"Şimdi seni seviyorum; yetmez mi bu? Geçmişe gücüm yetmez."

" 'Otuz yaşındayım,' dedim. 'Kendime yalan söyleyip bunu da onur sayabileceğim yaşı beş yıl geçtim.' "

"Gatsby, yeşil ışığa, yıldan yıla önümüzden geri çekilen o heyecan verici geleceğe inanıyordu. O zamanlarda aklımıza gelmiyordu bu, ama fark etmez -yarın daha hızlı koşacak, kollarımızı daha da ötelere uzatacağız... Ve derken güzel bir günün sabahında... Böylece akıntıya karşı kürek çekerek, durmaksızın geçmişe doğru sürükleniyoruz."


19 Kasım 2022 Cumartesi

Hobbit | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere J.R.R. Tolkien’in yazdığı “Hobbit” isimli kitabı inceliyorum. Umarım bu incelemem sizler için yararlı olur.

Ne anlatıyor?
Bilbo Baggins; günün her dakikası yemek yiyip çay içen, kendi halinde takılan ve küçük kovuğunda yaşayan bir Hobbittir. Sıradan yaşantısına kaldığı yerden devam ederken günün birinde büyücü Gandalf kendisini ziyarete gelir ve bir göreve katılmasını ister. Bilbo ise bu konuda gönülsüzdür ve istemediğini belirtir. Gandalf’ı gönderir ve isterse ertesi gün çaya gelebileceğini söyler. Bunun üzerine ertesi gün Gandalf’ı bekleyen Hobbit Bilbo, kapısında bir düzine kadar cüce görünce şoka uğrar.

Cücelerin ve Gandalf’ın baskısı artık dayanılmaz olunca mecburen bu maceraya katılmak durumunda kalır Bilbo. Maceranın amacı Yalnız Dağ’da yaşayan Ejderha Smaug’un yıllar önce cücelerden çaldığı hazineyi geri almak ve tekrardan o topraklardaki bağımsızlıklarını kazanabilmektir. Bunun üzerine tehlikeli ve oldukça uzun maceralarına başlamış olurlar.

Benim düşüncelerim neler?
Tolkien Mirası Seti’nde en çok Roverandom ve Hobbit’i sevdim. Hobbit kurgusuyla ve işlenişiyle bizi kendine çeken ve karakterleriyle kendisine özgünlük katan bir kitaptı. Yüzüklerin Efendisi’nin  ilk kısmının oluşması da Hobbit sayesinde olmuştur. Yani Yüzüklerin Efendisi’ni okumadan önce dünyayı anlamak açısından Hobbit okunabilir ki ben de böyle yaptım.

Elflerle, cücelerle, büyücülerle ve daha çeşit çeşit karakterle bezenmiş bu evren size doyumsuz bir okuma zevki yaratacak. Miras serisinin özel baskısı sebebiyle de her yere götürüp her yerde okuyabilirsiniz.

Zenginlik hırsı, türler arası kavga ve daha çeşitli konuların işlendiği Hobbit sizi kendisine hayran bırakacak.

Siz “Hobbit” ya da “Yüzüklerin Efendisi”ni okunuz mu? Okuduysanız sizin düşünceleriniz neler?
İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla kalın…

Bu kitaba puanım: 8/10

Alıntılar

“Daha çoğumuz yemeğe, neşeye ve şarkıya saklanan altınlardan daha fazla değer verse idi, dünya daha şen bir yer olurdu.”

“Biz! Keşke biz diye bir şey olsaydı: Yapayalnız olmak korkunç.”

Balıkçı ve Oğlu | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Ömer Zülfü Livaneli’nin yazdığı “Balıkçı ve Oğlu” isimli kitabı inceliyorum. Umarım bu incelemem sizler için yararlı olur.

Ne anlatıyor?

Mustafa, hayatını balıkçılıkla geçiren ve kendi küçük mahallesinde sıradan bir yaşama kollarını açan birisidir. Yaşamına sıradan dediğime bakmayın, oğlu denizde boğularak can verdiğinden beri kendisi ve eşi sürekli bir mutsuzluğun pençesindedirler. Bu durum onları her ne kadar yaşandığı günden beri delicesine üzse de bir şekilde yaşayıp gidiyorlardır.

Günün birinde yine denize açılan Mustafa çok garip bir şeyle karşılaşır.


Deniz cesetlerle dolmuştur. Bu durumun şokunu atlattıktan sonra cesetlerden birkaçını götürmek üzere küçük sandalına alır. Tam o sırada can simidine konulmuş bir bebek bir yunus tarafından kendisine doğru sürüklenir. Büyük bir korkuyla bebeğin yaşayıp yaşamadığını teyit ettikten sonra yaşadığını anlayan Mustafa yaşadığı güçlü duyguların tesiri ile bebeği saklar ve diğer cesetleri teslim eder. Bebeği eve götürür ve eşine gösterir. Deniz oğullarını kendilerinden almıştı. Şimdi ise yeni bir evlat vermişti onlara. Peki bu durumda ne yapmalılardır? Bebek bakmak kolay değildi, çevreleri duyarsa bu durum öğrenilirdi. Ne yapacaklardı? Ya annesi yaşıyorsa çocuğun? Ya başlarına büyük bir bela alıyorlarsa?

Benim düşüncelerim neler?

İlk defa Livaneli’den bir kitap okudum. Bu kadar geç kaldığım için üzülsem de geç olsun güç olmasın diyerekten okumaya başladım. Livaneli’nin dili o kadar akıcı, olayları birbirine bağlayışı o kadar kusursuz ki... Okurken hiç sıkıntı çekmiyor, tıpkı denizin sizi sürüklediği gibi cümlelerin de sizi sürüklemesine izin veriyorsunuz. Livaneli’nin toplumcu-gerçekçi kimliğini buram buram hissediyor, verdiği mesajlarla birtakım olayların farkına biraz daha varıyoruz. Bireyin kendi iç dünyasıyla toplumu sorunlarını bir arada kaynaştırarak sunmadaki profesyonelliği ise her sayfada kendini belli ediyor.

İnsan tiplemelerini de oldukça güzel bir şekilde okura sunuyor Livaneli. Mahalledeki dedikodu havasının yanında bir yandan da herkesin birbirini tanıyıp sevip sayması bize o eski günleri hatırlatıp içimizi sıcacık yapıyor. Farklı farklı bir sürü olaya ve hayata dahil oluyoruz Livaneli’nin kalemi sayesinde.

Bayılarak okuduğum bir kitap oldu. İyi ki tanıştım Livaneli’yle. Daha nice kitaplarını da okumak dileğiyle.

Siz “Balıkçı ve Oğlu”nu okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla kalın…

Bu kitaba puanım: 9/10

 

Dune | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Frank Herbert’ın yazdığı “Dune” isimli kitabı inceliyorum. Umarım bu incelemem sizler için yararlı olur.

Ne anlatıyor?
Arrakis, daha bilinen adıyla Dune, baharatla dolu bir çöl gezegenidir. Daha önce bu gezegeni Harkonnen Hanedanı yönetirken Padişah İmparator’un kararı ile Atreides Hanedanı yönetmeye başlar. Ama baharat açısından bu kadar zengin olan bir gezegeni elbette ki Harkonnenlar kolay kolay bırakmayı istemezler. Bunun üzerine bir sürü plan ve komplolar uygulanmaya başlar.

İç karışıklıklardan savaşlara, din ve sosyolojiye kısacası her türlü konuya değinen Dune, okurlarına evreninin kapılarını açıyor.

Benim düşüncelerim neler?

Açıkçası herkesin bu kadar övdüğü bu kitabı büyük umutlarla okumaya başladım. Ama ne yazık ki beni pek kendisine çekemedi. Ya gerçekten dediğim gibi çok övüldüğünden kaynaklı ya da bana hitap etmediğinden bilemiyorum ama öyle çok büyük bir bilimkurgu zevki veremedi bana maalesef.

Genel olarak değinilen konular hoştu. Baharatın aslında uyuşturucu oluşu, suyun sınırlı kullanımı, toplumların kendi içlerinde nasıl inançlara sahip olduğunun işlenişi, İslam ögelerinin de kitapta yer buluşu, farklı kültürlerin buluşması ve onun yarattığı çatışma, hanedanlar arasındaki ve hanedanın kendi içindeki problemler… Hepsiyle dolu dolu bir kitaptı aslında. Okuyan birçok kişi de beğenecektir büyük ihtimalle. Ama daha ilk sayfaları okurken bile zar zor ilerleyebildim. Sonlara doğru kurgu açılsa ve kendine doğru çekmeye başlasa da kitabın büyük bir çoğunluğu bana heyecandan çok normal ilerleyen bir kurgu havası verdi. İsimlerin ve terimlerin fazlalığı da cabası.

Benim açımdan pek de aman aman bir kitaptı diyemeyeceğim. Ama şans vermek isteyen olursa Dune burada sizleri bekliyor efendim.

Siz “Dune”u okunuz mu? Okuduysanız sizin düşünceleriniz neler?
İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize dikkat edin, sağlıcakla kalın…

Bu kitaba puanım: 6/10

Alıntılar

“İnsanın içi kararıyor, diye düşündü. Beklemek bir süre sonra insanı yormaya başlıyor.”

“İlerleme fikri, bizi geleceğin dehşetinden koruyan bir koruma mekanizmasıdır.”

“İnsan bilinçaltının derinliklerinde, anlamlı ve mantığa uygun bir evrene duyulan ihtiyaç yatar. Ama gerçek evren, mantığın hep bir adım ötesindedir.”

“Din ile siyaset aynı arabada gittiğinde, sürücüler karşılarında hiçbir şeyin duramayacağını sanır. Dümdüz gider, hızlandıkça hızlanırlar. Engelleri tamamen göz ardı eder, körlemesine gidenlerin uçurumu çok geç fark ettiğini unuturlar.”

“Kanunlar ve görevler din çatısı altında birleştiğinde, insan asla tamamen bilinçli olamaz, asla kendinin tamamen bilincine varamaz. Asla tam bir birey olamaz.”

“ ‘Şunu hafızana kazı evlat: Dünya dört şeyin üzerinde durur...’ İri eklemli dört parmağını kaldırmıştı. ‘Bilgelerin ilmi, yücelerin adaleti, haklıların duası ve yiğitlerin cesareti. Ama hükmetme sanatını bilen bir hükümdar olmadan...’ Parmaklarını indirip yumruğunu sıkmıştı. "Bunlar hiçbir işe yaramaz. Bunu bağlı olacağın ilim haline getir!’ ”

“Bir süreç onu durdurarak anlaşılmaz. İdrak sürecin akışıyla birlikte gerçekleşmeli, ona katılmalı ve onunla birlikte akmalıdır.”

“Bu şehir her şeyiyle soğuk geliyor.”

“Zihin bedene emredince, beden itaat eder. Ama zihin kendi kendine emredince direnişle karşılaşır.”

“ ‘Toplumumuzda insanlar alıngan olmamalıdır," dedi. "Bu genellikle intihar demektir.’ ”

“Elde etmenin de vakti vardır, yitirmenin de. Elde tutmanın da vakti vardır, bırakmanın da; sevginin de vakti vardır, nefretin de; savaşın da vakti vardır, barışın da.”

“Çünkü artık içimdeki keder, tüm denizlerin kumundan daha ağır, diye düşündü. Bu dünya içimi boşalttı, geride tek bir şey kaldı... En eski hedefim: yarını yaşamak.”

“Bir şeyin yokluğu, varlığı kadar ölümcül olabilir.”

“Hangi duyulardan yoksunuz ki, etrafımızdaki bir başka dünyayı göremiyor ve duyamıyoruz?”

“Mutluluğun durabilmek, bir anlığına da olsa durabilmek olduğunu fark etti. Durmanın mümkün olmadığı yerde mutluluk da olmazdı.”

“Taş da ağırdır, kum da; ama budalanın gazabı ikisinden de ağırdır.”

“Bir düşünce ifade edilse de edilmese de, varlığı gerçektir ve güç barındırır.”

“Evrendeki en güçlü ve kalıcı ilkeler, tesadüfler ve hatalardı.”

 

14 Ekim 2022 Cuma

İvan İlyiç’in Ölümü | Kitap Yorumu

Hepiniz selamlar. Bugün sizlere Lev Nikolayeviç Tolstoy’un yazdığı “İvan İlyiç’in Ölümü” isimli kitabı inceliyorum. Umarım bu incelemem sizler için faydalı olur.

Ne anlatıyor?

İvan İlyiç oldukça çalışkan, işinde çok başarılı bir hukukçudur. En üst düzey memurluğa doğru emin adımlarla ilerlemiştir.

Günün birinde bir hastalığın pençesine yakalanmasıyla ölüm yavaş yavaş kendisini avuçlarının içine almaya başlar. Bu durumun hem kendisi hem de çevresi üzerindeki etkilerini okuyor, ölümü biz de İvan İlyiç ile beraber tanımaya başlıyoruz.

İvan İlyiç’in hastalık sürecini okurken kendinizi sorgulayacak, hayatınızı gözden geçirecek ve tüylerinizin diken diken olduğunu hissedeceksiniz.

Benim düşüncelerim neler?
Hukuk mecrasında büyük bir nüfuzu olan İvan İlyiç’in ölümü üzerine iş yerinde kendisinin yerine kimin geçeceği ve bu pozisyonun maaşı konuşuluyor, İvan İlyiç’in yakın dostu olduğunu iddia eden bu adamların tek düşündüğü şey para oluyordur. İvan İlyiç’in ölümü onlarda hiçbir teessür yaratmıyor, tam tersi kendi başlarına gelmediği için şükrediyorlardır. Aynı durum aile içinde de geçerli oluyor. Ailedekiler İvan İlyiç’ten kalacak parayı konuşuyor ve sadece bunu önemsiyordur. Kendisinin ölmeden önce hasta olduğu zamanlarda da kendisiyle ilgilenmiyor ve kendi hayatlarını sanki İvan İlyiç sapasağlammış da ölmek üzere değilmiş gibi devam ettiriyorlar.

Tabii ailesindeki bu durumun sebebi de birazcık kendisi. Kendini sadece işine adamıştır ve asla aile yaşantısının içerisine tam olarak girmemiştir. Bu da aile içinde birbirlerine karşı duvar örmelerine sebep olmuştur. Hayatı sadece işinden ibaret olduğu için de sosyal becerileri sadece kâğıt oynamak ve arkadaşlarla arada bir sohbet etmek olan İvan İlyiç, aile içinde pasif kalmıştır.

Görevine bu kadar bağlanmasının bir sebebi de mahkemede tüm kararların ona bağlı olması. Hayatı hep en lüks ve herkesin kendisini takdir edeceği şekilde yaşayan İvan İlyiç, sadece mahkeme salonunda kendi kararlarını verebiliyor, sadece o zaman kendisi olabiliyordur. Bu da işine olan bağlılığını güçlendiriyordur.

Bu pahalı ve şaşalı yaşamında en önemli şeyin aslında lüks ve para değil, sağlık olduğunu anlayan İvan İlyiç hep doğru bir hayat yaşadığını düşünmekteydi. Ama bu hastalık sürecinde aslında bir şeyleri çok yanlış yaptığını anlamaya başlıyor, gençliği kıskanıyor ve yaşadıklarını gerçekten doğru bir şekilde yaşayıp yaşamadığını düşünüyor. Sağlık ona artık bulunmaz bir nimet gibi geliyordur.

Dediğim gibi ailesi bu süreçte kendisiyle alakadar neredeyse hiç olmuyordur. Tüm bu zamanlar boyunca yanında evin hizmetlisi Gerasim bulunuyor ve ona karşılıksız bir sadaket ve sevgiyle yaklaşıyordur. Yanında huzurlu hissettiği tek insan olan hizmetlinin bu duyguları karşısında aslında yüksek tabakanın katılaşmış kalplerine karşı gerçek sevgi ve sadakat duygusunu alt tabakadan olan Gerasim’de buluyor. Bu da fark ettiği şeylerden bir tanesi olarak hanesine ekleniyor.

Kendini gerektiği gibi yaşadığı yalanıyla avutuyor ama asla hayatında gerçek anlamda mutluluğu tadamıyor. Evliliği ve yaşamdaki tüm kararları aslında birer kurmacadır. Bunun farkına ise son dakikalarında ancak varıyor.

Kitapta beni en çok etkileyen şey ise yazarın ölüm tasvirini bu kadar gerçekçi anlatmasıydı. Sanki İvan İlyiç’in yaşadıklarını kendisi yaşamış, ölmüş de tekrar dirilip yaşadığı bu deneyimi bizimle paylaşmış gibiydi. Tüylerim diken diken okudum. Gerçek anlamda çok başarılıydı. Eh ne de olsa Tolstoy’dan bahsediyoruz aksi hali düşünülemezdi.

Okurken kendimce bir sürü yorum yaptığım ve elimden bırakamadığım bir kitaptı. Siz “İvan İlyiç’in Ölümü”nü okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla kalın…

Bu kitaba puanım: 8/10

Alıntılar

“Belki de sürdürdüğüm yaşam, sürdürmem gereken yaşam değildir?”

“Acıların zaman içinde artması gibi, hayat da bütün olarak hep daha kötüye gidiyor.”

“Hayat gitgide artan acılar demek; artan bir hızla en dibe, en korkunç acılara doğru uçmak demekti. ‘İşte ben de uçuyorum...’ ”

“Nasılsa hepimiz öleceğiz. Elimiz ayağımız tutarken niye çalışmayalım?”

“Hep aynıydı. Kimi zaman ufacık bir umut ışıltısı belirir gibi oluyor, kimi zaman da bir umutsuzluk denizi kudurmaya başlıyordu, ama hep aynıydı: Aynı acı, aynı keder, aynı iç sıkıntısı...”

“Tepeye tırmandığımı zannederken aslında bayır aşağı koşmak. Tam böyleydi durum. İnsanların gözünde giderek yükselirken, aynı anda hayat da benden o kadar eksiliyor, ayaklarımın altından çekilip gidiyordu.”

 

İnsancıklar | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Fyador Mihayloviç Dostoyevski’nin yazdığı “İnsancıklar” isimli kitabı inceliyorum. Umarım bu incelemem sizler için yararlı olur.

Ne anlatıyor / Benim düşüncelerim neler?

Makar Devuşkin oldukça yoksul bir memurdur. Bir çay içecek bile durumu olmayan bu adam zar zor geçiniyordur. Varvara Alekseyevna ile mektuplaşıp onu kendi kızı gibi benimseyen Makar Devuşkin, bir yandan da Varvara’ya maddi destek sağlamaya çalışıyordur. Varvara da kendisiyle aynı durumda
olan yoksul bir öksüzdür çünkü.

Bu ikilinin mektuplaşmaları üzerinden yürüyen kitapta insanların paraya verdikleri önemi, parası olmayanı ezip kakmaları ve aslında yoksul ile zengin çatışmasını okuyoruz.

Toplum içerisinde ezilen ve kimliklerini kaybeden bu ikilinin mücadelesini okumakla kalmıyor, o dönemin toplum yapısıyla ilgili de bilgi sahibi oluyoruz. O dönemki maddi durumun izleri karakterler üzerinde çok güzel bir şekilde yansıtılmıştı. Sanki o küçücük odalarda ben yaşamış, gününü hiçbir şey yemeden geçiren benmişim gibi hissederek okudum tüm kitabı. Son sayfalarda ise şok geçirdim ve yaşanan durumu yüzümdeki buruk gülümseme ile okudum.

Bu zor durumda birbirlerinin sevgisiyle güç bulan Varvara ve Devuşkin’in hayatlarına dâhil olurken bir yandan da yazarımızın eşsiz gözlem ve yansıtma becerisine hayran kalıyoruz.

Kısa ama okuması zevkli, oldukça beğendiğim bir kitap oldu.

Siz “İnsancıklar”ı okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler? İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim, kendinize çok dikkat edin sağlıcakla kalın.

Bu kitaba puanım: 8/10

Alıntılar

“Çok tuhaftı! Ağlayamadım; ama ruhum paramparça olmuştu.”

“(...) ama en iyi anlarımda bile, ben hep hüzünlenirim.”

“Fakat artık yaşadıklarımı anlatmaya gücüm yetmiyor; onları düşünmek bile istemiyorum; bu hatıralar çok rahatsız ediyor beni.”

“Size şunu söyleyeyim, canım, insan yaşayıp gidiyor, ama hemen yanında böyle bit kitabın varlığını, bütün hayatının içine ilmek ilmek işlendiği bir kitabın varlığını bilmiyor.”

“Zaten dünyanın düzeni bu, canım, hepimiz birbirimize hava atıyoruz, hepimiz birini azarlıyoruz.”

“Bazen saklanır insan, saklanır, yakalanmamak için gizlenir, burnunun ucunu bile göstermeye korkar; yerini belli etmez, çünkü önyargı kol geziyordur, çünkü yeryüzünde başka şey kalmamış gibi, herkesin arasından seni bulup şamataya alırlar (...)”

“(...) ve sizin benim mutluluğum için vermek istediğiniz her şey, benim için bir kedere dönüştü ve yararsız bir üzüntüden başka bir şey bırakmadı bende.”

“Mutsuzluk bulaşıcı bir hastalıktır.”

“Para değil beni öldüren, bütün bu yaşam kaygıları, bütün bu fısıltılar, gülüşler, şakalar.”

“Sizi tanıyınca birincisi, kendimi daha iyi tanıdım ve sizi sevmeye başladım; küçük meleğim, sizden önce, tek başımaydım ve yeryüzünde uyuyor, yaşamıyordum sanki. Onlar, bana zalimlik edenler, çehremin bile uygunsuz olduğunu söylüyorlardı ve hor görüyorlardı beni, kendi kendimi hor görür olmuştum; kütük gibi olduğumu söylüyorlardı, ben de gerçekten kütüğüm ben, diye düşünüyordum, ama siz karşıma çıkınca, siz karanlık hayatımı aydınlattınız kalbimi ve ruhumu aydınlattınız ve ben ruhsal huzur bularak diğerlerinden daha kötü olmadığımı anladım; belki parıltı yok, ışıltı yok, renk yok, ama yine de insanım, kalbiyle ve düşünceleriyle bir insanım ben.”

“Ve bugün yaşadığım her şey, acı olsun, kederli olsun, tatlı olsun, her şey bana geçmişimdeki benzer bir şeyi, genellikle de çocukluğumda, çocukluğumun altın çağlarında olan bir şeyi hatırlatıyor.”

“Bazen öyle dakikalar oluyor ki tek başıma kalmaktan, tek başıma hüzünlenip tek başıma kesintisiz kederlenmekten mutlu oluyorum ve böyle hallerim git gide sıklaşıyor artık.”

“Bir sürü şerefli insan var, canım, emeklerinin karşılığını alamasalar da, kimseye boyun eğmeyen, kimseden ekmek istemeyen insanlar var.”

“Hatıralar mutlu olsun, kederli olsun, hep acı verir; en azından benim için öyle; ama bu tatlı bir acı. Ve kalp ağırlaştığı, daraldığı, sıkıldığı, kederli olduğu zaman, o zaman hatıralar onu tıpkı sıcak bir günün ardından gelen rutubetli bir gecede çiy damlalarının zavallı, kurumuş, gündüz vakti sıcaktan kavrulmuş çiçeği canlandırması gibi aydınlatıp canlandırır.”

“Tanrım, yaşamak ne kederli şey, Makar Alekseyeviç!”

“Ah, ne yapacağım, ne olacak benim kaderim? Çok ağır geliyor benim böyle bir bilinmezlikle olmam, bir geleceğimin olmaması, başıma ne geleceğini tahmin edememek. Geriye bakmak da korkutucu. Orada hep acı var, bir hatırayla bile kalbim iki parçaya ayrılıyor.”


7 Ekim 2022 Cuma

Karmaşık Duygular | Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Stefan Zweig’in yazdığı “Karmaşık Duygular” isimli kitabı inceliyorum. Umarım bu incelemem sizler için yararlı olur.

Ne anlatıyor?

Roland pek de bir hedefi olmayan ve üniversiteyi eğlence aracı olarak gören bir öğrencidir. Günün birinde bir hanımla yaşadığı macerada babasına yakalanınca ve okulu uzun bir süredir astığı öğrenilince daha küçük ve sakin bir şehre gönderilir. Orada eğitimine devam edecek ve bu taşkınlıkları bırakacaktır.

Babasının bu sözlerinden oldukça etkilenen Roland üniversitenin yolunu tutar. Sınıfa girdiğinde ise profesörün öğrencileriyle bir tartışmada olduğunu görür. Alanından o kadar tutkuyla ve sevecenlikle bahseder ki Roland bu adamın etkisi altında kalır. Daha önce hayatını nasıl da boşa harcadığını düşünür ve profesörüyle tanışır. Onun sevecenliği ve yardımseverliğinden daha da etkilenen Roland derslerine iyice asılır.

Fakat Roland aslında oldukça farklı bir durumun gelişmekte olduğundan habersizdir. Öğretmeni ve karısının alt komşusudur ve sürekli onlarla birliktedir. Ama yavaş yavaş bir şeylerin farklılaşmaya başladığını görür. Bu iki insan arasındaki mesafeyi hissetmeye başlar ve bu gerçeğin arkasına düşerken aslında çok daha farklı bir duruma doğru sürüklenmekte olduğundan habersizdir.

Benim düşüncelerim neler?

Sonu hiç tahmin etmediğim bir şekilde bitti. Birkaç dakika boşluğa bakıp düşünmek durumunda kaldım. Gerçekten hiç tahmin etmemiştim. Ama tabii ki sonunun ne olduğundan burada bahsetmeyeceğim. Meraklandıysanız okumanız gerekiyor. :)

Roland’ın profesörü bu kadar sevmesinin bir nedeni de aslında babasına karşı hissettiği o suçluluğu profesörle gidermeye çalışması. Profesörü babasıyla özdeşleştiriyor.

İlk defa bir öğretmen, öğretmenlik dışında gerçekten kendisine yardım etmek isteyip hayatına dokunmaya çalışınca etkileniyor ve öğretmenine yakın hissediyor. Bu durum da derslere olan arzusunu harekete geçiriyor.

Biraz da profesörün durumu üzerine konuşacağım ama buralar spoiler içeriyor.

SPOİLER

Profesörün yönelimi çocukluktan itibaren kendini gösteriyor. Sürekli farklı olan ve yalnız kalan bir çocuk. Kendindeki farklılığın farkında. Bu da kendisinin bu durumla zorlu ve bilinmezliklerle dolu bir yaşama atılması anlamına geliyor.

O dönemde eşcinsellik gibi şeyler pek normal karşılanmadığından arzularını gizli bir şekilde ve kendince bastırmaya çalışsa da bu durum onun kişisel yaşantısını etkiliyor ve kendisini toplumdan tamamen soyutlamasına sebep oluyor. Bu da aslında yönelimlere saygı duymayan ve bu konuda baskıcı olan toplumun bu durumdaki bireylere yaşattıkları zorlu ve bir o kadar da acı dolu hayatı görmemizi sağlıyor. Döneminden ve dayattığı tabulardan dolayı sonsuza kadar imkânsız ve karmaşık duyguların esiri altında yaşayan profesör ve onun gibi daha niceleri adına derinden bir hüzün hissetmemize sebep oluyor.

SPOİLER BİTİMİ

Diğer Stefan Zweig kitapları gibi “Karmaşık Duygular” da çok akıcıydı. Hem kısa hem de oldukça kaliteli bir kurgusu vardı. Hiç beklenmedik sonuyla da okuru afallatmayı başarıyor.

Siz “Karmaşık Duygular”ı okudunuz mu? Okuduysanız sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla kalın…

Bu kitaba puanım: 7/10

Alıntılar

“Duraklar da müziğe dahildir.”

“Zaten kendisi başlı başına bir güzellik olan gençliğin kutsallaştırmaya ihtiyacı yoktur; içindeki canlı güçler onu trajik olana sürükler ve hüznün, henüz deneyimsiz olan kanını emmesine seve seve izin verir; gençliğin, tehlikelere her zaman açık olmasının ve ruhun tüm acılarına dostça elini uzatmasının nedeni de budur.”

“Fakat insanın duygu dünyası bir kez bozulmuşsa, sonradan girişilen kendi kendini teskin etme çabaları neye yarayabilir?”