Light Pink Pointer

5 Ağustos 2025 Salı

BİR YIL İÇERİSİNDE OKUDUKLARIM

 Hepinize selamlar! Uzun bir aradan sonra tekrar dönüş yapmış bulunuyorum. Üniversiteye başlamam ve 1 yıl içerisinde adapte olma sürecine girmemle birlikte burası biraz aksadı. Ama okumayı ve izlemeyi hiç bırakmadım. Bu yüzden bugün sizlere 1 yıl içerisinde okuduğum her kitabı inceleyemeyecek olsam da bende iz bırakan ve bahsetmezsem olmaz diye düşündüğüm kitapları inceleyeceğim. O halde başlayalım! 

Ne anlatıyor? / Benim düşüncelerim neler?

Antigone

Anayasa Hukuku dersi hocamız sayesinde, kendisinin işlediği Hukuk, Sanat ve Edebiyat seçmeli dersinde tragedyalarla tanışma fırsatı buldum. Kendisinin okumamızı istediği 3 tragedyadan bir tanesi Antigone'du. 

Antigone tragedyamızın ana karakteridir. Kreon adındaki dayısı ülkenin başındadır. Antigone'un iki erkek kardeşi Eteokles ve Polyneikes üzerinden tragedyamız ilerler. Eteokles, savaş zamanı dayısı Kreon'un yanında savaşarak kahramanca şehit olur. Polyneikes ise amcasına karşı çıkmış ve karşı safta savaşıp şehit düşmüştür. Savaş durup da iki kardeşin cesetlerinin ne olacağı sorusu ortaya çıkınca Kral Kreon, kendisinin yanında savaşan Eteokles'in kahramanlara özgü bir şekilde geleneklere uygun defninin ve töreninin gerçekleşmesini ister. Diğer kardeş Polyneikes ise bir vatan hainidir, kendisinin karşısında savaşmıştır ve vatan hainlerine uygun bir şekilde cesedinin ülke sınırları dışına atılarak vahşi hayvanların yemesi için terk edilmesini söyler. Bunun üzerine abisi Polyneikes'in cesedine yapılacak bu denli büyük bir saygısızlık karşısında Antigone sinirlenir ve dayısı Kreon'a karşı çıkar. 

Burada aslında bir ideoloji çatışması görüyoruz. Kreon ülkesinin bekası ve pozitif hukuk kuralları gereği vatanına ve kendisine ihanet eden Polyneikes'i bu şekilde cezalandırmak ister. Antigone ise özellikle dönemin Yunanlıları için oldukça önemli olan, ölülerin huzura kavuşması için düzenlenen anma töreninin kardeşi Polyneikes'e de uygulanmasını ister. Çünkü her ne kadar pozitif hukuk kuralları olsa da kendisi daha önemli olanın insanın vicdanı ve gelenekleri olduğunu savunur. Bir nevi Antigone'un doğal hukuk kuramını savunduğunu düşünebiliriz. 

Dinin, hukuk kurallarıyla bir çerçeveye oturtulamayacağını savunan Antigone; aynı zamanda feminist bir direnişin simgesidir. O dönemde kadınların pek bir haklarının olmadığı düşünülecek olursa Antigone hem hareketleriyle hem düşünceleriyle döneminin ilerisindedir. "Öbür dünyada kim bilir nasıldır 'iyi'nin tanımı!" , "Nefret etmek için değil, sevmek için yaratıldım." sözleriyle de bize bunu kanıtlamaktadır.

Elbette ki ben aldığım ders dolayısıyla ve okuduğum bölümün de etkisiyle Antigone'u daha hukuki olarak yorumladım. Oysa daha birçok farklı yoruma ve düşünceye açık bir kitaptır Antigone. Kısaca kendi çapımda özetleyecek olursam Antigone; hukuk kurallarının örf ve adetlerle çatışmasını işler ve bu yönde şekillenir. 

Bu ders kapsamında okuduğum diğer iki tragedya olan "Bakkhalar" ve "Oresteia üçlemesi" de beni oldukça etkileyen iki tragedyadır. Mutlaka tavsiye ederim.

Nana

Nana, eskiden alt tabakadan olan ve hayat kadınlığı yaparak yaşamını idame ettiren bir kadındır. Daha sonraları çıktığı tiyatro oyunlarıyla ünlenmesinin ardından para kazanmaya ve üst tabakanın arasına karışmaya fırsat bulur. Nana sayesinde toplumun her kesimindeki çürümeye ve çöküşe şahit oluyor, kendisini çok ahlaklı ve kusursuz gören kitlelerin aslında nasıl da korkunç birer karaktere sahip olduğuna şahit oluyoruz. Tiyatro sahnesi kitabımızın işleyişinde önemli bir yere sahip olan bir metafor olarak da düşünülebilir. Burada Tiyatro sahnesi sadece bir mekan değil, aynı zamanda üstündeki oyuncuların toplumdaki birer yansımasıdır. "Ahlaklı" olan kadın rolünü kapmak için yapılan ahlaksız davranışlar, sahnede canlandırılan karakter gibi toplumda da sürekli bir yapmacıklık ve canlandırma içinde olan insanlar... Bunların hepsi bize sayfalar arasında gösteriliyor. Aynı zamanda son sayfalarda da göreceğimiz üzere güzellik ve statünün öneminin aslında bir hiç olduğunu çarpıcı bir şekilde fark ediyoruz. Günün sonunda insanlar unutuluyor ve tekrar pişman olunan aynı davranışlar, aynı çürümüşlük devam ediyor.

İlk sayfalarda biraz sıkılarak okusam da ilerleyen sayfalarda okuyucuyu kendine çeken bir kitap Nana. Zola'nın natüralist gözlemleri de tadından yenmeyen bir eser çıkarıyor ortaya. 

Koku

Şu ana kadar okuduğum en ilginç ve etkileyici kitaplardan bir tanesiydi Koku. Öyle ki bana kalırsa kimse Süskind kadar iyi ve yaratıcı bir şekilde yazamazdı bu kitabı. Hatta yargılanmayı göze alarak söylüyorum ki başarılı herhangi bir yazar "Sefiller" gibi bir kitabı yazabilirken bence "Koku"yu yazabilecek çok az yazar vardır. Belki aynı kriterde değerlendirilebilecek kitaplar değiller ama benim düşüncem bu şekilde. Yani herkesin yazabileceği bir kitap olmadığını vurguluyorum. Dinliyoruz ama yargılamıyoruz!

Grenouille isimli bir katilin öyküsü Koku. Ama Grenouille öyle sıradan bir katil değildir. Öldürdüğü insanların kokularını alıp onlarla parfüm yapan oldukça sıradışı birisidir. İstenmeyen bir çocuktur, annesi kendisini balık pazarının ortasında doğurmuş ve ölmüştür. Doğduğu andan beri insanlar ondan korkuyor ve bu çocukta bir gariplik olduğunu seziyorlardır. Ve en önemlisi de garip bir şekilde bu çocuk kokmuyordur! Bebekken bebekler gibi kokmuyor, çocukken çocuklar gibi kokmuyor; kısacası kokmuyordur! Çocukluğundan beri istenmeyen bu çocuk, kokmuyordur ama enteresan bir özelliği vardır: O da efsanevi bir koku alabilme becerisidir. Her şeyin ama her şeyin kokusunu en ince ayrıntısına kadar analiz edebiliyor ve bileşenlerine ayırabiliyordur. Bu özelliği her ne kadar bulunmaz olsa da kendisini oldukça büyük problemlere sürükler.

Koku 5 duyu organımızdan bir tanesidir ve canlılar arasında da önemli bir yere sahiptir. Canlılar birbirlerini koku sayesinde bulur, tanır ve analiz eder. Burada da ilkel bir şekilde değerlendirdiğimizde Grenouille'in kokusunun olmaması aslında bir metafor olarak görülebilir. Toplumdan farklı birisidir ve toplum tarafından kabul edilmiyordur. İnsan olarak görülmüyor ve insanca bir yaşam sürmüyor. Çevresindekilere korku aşılıyor. Herkesin kokusunu en ince ayrıntısına kadar alabilen Grenouille de kendisini bu topluma ait hissetmiyordur. Öyle ki kimsenin olmadığı, ıssız, doğal alanlarda kendini evinde hissediyordur.

Kusursuz kokuyu bulana kadar insanları öldürmeye devam ediyordur. Ama sonrasında fark edeceği bir şey üstüne ise dünyası paramparça olur. Kendisi kokmuyordur. Kendi kokusunu bulmaya karar verir. Ve bu da aslında toplum içerisinde bir yer edinme, kendisini keşfetme çabası olarak yorumlanabilir. İlerleyen sayfalarda klasik bir insan kokusu elde ettiğini ve onu sıktığında insanların onu garipsemediği, herhangi bir insan olarak gördüğünü görüyoruz. Bu da bende toplumun normlarına uyduğu sürece insanların birbirini sahiplendiği izlenimini uyandırdı. Elbette ki daha farklı ve fazla bir sürü yoruma açık olan bir kitap Koku. Ama okurken cidden her seferinde "Böyle bir eser nasıl yazılabilmiş?" düşüncesini uyandıran, kurgusuna bayıldığım nadide bir eserdir Koku. 

Bugünlük incelemem bu kadardı. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Bloğuma bir dönüş olması maksadıyla kaleme aldığım bu incelemeler umarım ki sizler için faydalı olabilmiştir. Sizleri seviyorum. Hoşça kalın!

Okuduğum kitaplardan anında haberdar olmak için 1000Kitap adresimi buraya tıklayarak takip edebilirsiniz.

Kafama göre yazılar kaleme aldığım diğer bloğum Aylak Kadın'ı buraya tıklayarak görebilirsiniz.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder