Hepinize selamlar. Bugün sizlere George Orwell’ın yazdığı “1984” isimli kitabı inceliyorum. Umarım bu incelemem sizler için yararlı olabilir.
Ne
anlatıyor?
İnsanlar
Büyük Birader denilen bir adamın tiranlığı altında yönetiliyordur. Buram buram
solipsizm kokan bu yönetim biçiminde ise insanlar sürekli diken üstünde
tutuluyor, her yerde bulunan telekranlar aracılığıyla izlenip dinleniyor,
herhangi ufak bir hatalarında ise Düşünce Polisi tarafından sanki hiç var
olmamışlar gibi ortadan kaldırıyorlardır.
Parti’nin
bütün bu yaptıkları insanlar tarafından kabulleniliyor, hatta herkes Büyük
Birader’e adeta tapıyordur. Öyle ki bu parti yönetimine karşı herhangi bir
muhalefet bile yoktur. Bu korku tiranlığında, Parti’nin yönetimine karşı çıkmak
ölüm demekti.
Tabii bu
yönetim biçimini insanlara benimsetmek ve bu yönetim biçimini desteklemek adına
çeşitli bakanlıklar kurulmuştur. Winston Smith ise bu bakanlıklarda çalışan
kişilerden bir tanesidir.
Bakanlıkta çalışmasına
çalışıyordur ama Winston her ne kadar bunu sesli söyleyemeyecek olsa da
buradaki insanlardan farklı düşünüyordur. Bu yönetime karşıdır ve olanları
doğru bulmuyordur.
Kendisinin bakanlıktaki
görevi ise kayıtları değiştirmektir. Mesela Parti’nin zamanında söylediği bir
şey eğer yanlış çıkarsa bu kayıtları sanki Parti böyle bir şeyi hiç söylememiş
gibi düzenliyordur. Tarihi kayıtlarla da oynayarak insanların kanıt ve dayanak
olarak kullanabilecekleri her şeyi yok ediyorlardır.
Çocukluktan
itibaren çocukların zihinlerini yıkıyor, ailelerinden şüphelendikleri zaman
direkt olarak ailelerini Düşünce Polis’ine şikâyet etmeleri öğretiliyordur. Böylece
aile içindeki güvensizlik ile aslında ortada aile denilen herhangi bir şey kalmıyordur.
Bunların tümden
yanlış olduğunu düşünen Winston, bir şeyler yapmaya çalışır. Sürekli bahsi
geçen parti karşıtı gizli bir örgüt hakkında bir şeyler duymuştur ama bunun ne
kadar doğru olduğunu bilmiyordur. Bu örgütü bulmaya ve bu örgüte katılmaya çalışır.
Peki, her açıdan izlenen bir insan, bu ve bunun gibi hedeflerini gerçekleştirip
özgür olabilir mi? Özgürlüğü arzulayabilir mi?
Benim
düşüncelerim neler?
Okurken tüylerim diken diken oldu. İnsanların zihinlerinin nasıl yıkandığını ve
nasıl koyunlar gibi kontrol edildiklerini okuduğumuz bu kitap hem çok gerçekçi
hem de çok çarpıcı.
İnsanların mantıklı
düşünme yetileri devlet tarafından bastırılıyor ve birer duygusuzuz ve akılsız
kimseler haline getiriliyorlar. Öyle ki gözlerinin önünde olan bir olayı görmüyorlar,
görmezden geliyorlardır.
Solipsizm’i
ilke edinen bu yönetim, kendilerine karşı çıkanları sadece yok etmekle
kalmıyor, ilk başta karşı çıkan kişilere işkence de ediyordur. Öyle ki bunu bir
vahşet gösterisine bile dönüştürüp bazı günler idamı şehrin merkezinde herkesin
izleyebileceği şekilde yapıyorlardır.
Böyle bir
ortamda olan Winston, bir şeyler yapmaya, en azından bir şeylerin gerçekten
yanlış olduğunu kanıtlayacak dayanaklar bulmaya çalışır. Aynı zamanda
duygularının da esiri olur, bir aşka yelken açar. Ama bu haldeyken duygularının
sesini dinlemek ne kadar doğrudur?
İliklerinize kadar sizi titreten ve sistemi sorgulatan çok güzel bir eser. Akıcı
ve yalın bir dili var. Daha öncesinde “Hayvan Çiftliği” isimli kitabını da
okumuştum George Orwell’ın. Bu sefer de hayal kırıklığına uğratmadı.
Siz “1984”ü okudunuz
mu? Sizin düşünceleriniz neler?
İncelememi
okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla
kalın…
Bu kitaba
puanım: 8/10
Alıntılar
“Eski
günlerde olsaydı, diye düşündü, bir erkek bir kadının bedenine bakınca onun
arzulanabilir olduğunu düşünürdü ve hikâye burada biterdi. Ama günümüzde saf
aşk ya da saf şehvet mümkün değildi, çünkü her şeye korku ve nefret karışmış
durumdaydı.”
“Hiçbir
sonuç yaratmayacak olduğunda bile insan kalmanın kıymetini hissedebiliyorsan,
onları yenmişsin demektir.”
“Gerçekleri
saklı tutmak hiçbir koşulda mümkün değildi. Sorularla izleri bulunabilir,
işkenceyle canını çıkartarak içerikleri öğrenilebilirdi. Ama kişi canlı kalmayı
değil, insan kalmayı becerirse tüm bunlar neyi değiştirebilirdi ki? Duygularını değiştiremezlerdi, gerçi istesen
dahi sen de değiştiremezdin duygularını. Yaptığın, söylediğin ya da düşündüğün
her şeyi en ufak ayrıntısına kadar açığa çıkarabilirlerdi, ama işleyişi senin
için bile gizemli olan kalbinin içindekilere dokunamazlardı.”
“Azınlık
olmak, hatta tek kişilik bir azınlık olmak sizi deli yapmıyordu. Bir yanda
doğru vardı, diğer yanda doğru olmayan vardı ve tüm dünyaya karşı gelip doğruya
inancını yitirmiyorsan deli değildin.”
Çok sevdiğim bir kitap. Her ne kadar sosyalizm eleştirisi olarak görülüp belli bir kesim tarafından sevilmiyor olsa da günümüzde çeşitli yönetimlerde örneklerini görmek mümkün. Bu tür distopyaların gerçeğe ne kadar yaklaştıklarını gördükçe insan daha çok tedirgin oluyor.
YanıtlaSilKesinlikle katılıyorum. Günden güne 1984 distopyasına yaklaştığımızı söylersek yanılmış olmayız. Bu durumun eşiğinde olmamız belki de okurken bu kadar etkilenmemizin sebeplerinden biridir. Bu güzel yorumunuz için teşekkür ederim. :)
Silokudum gerçekten de etkileyici, bak bunun filmini de izle, yönetmen michael radford :)
YanıtlaSilFilminin olduğunu duydum. Bakalım, eğer bu hafta müsait olursam araya sıkıştırabilirim. :)
Sil